Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Undefined index: googletagged in /home/tsstfrm/public_html/Sources/GoogleTagged-Integrate.php on line 35
Rabıta, Rabıta Nedir, Rabıta Şirk midir, Tasavvufta Rabıta

Gönderen Konu: Rabıta, Rabıta Nedir, Rabıta Şirk midir, Tasavvufta Rabıta  (Okunma sayısı 3366 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı muhsin iyi

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 95
Rabıta, Rabıta Nedir, Rabıta Hak midir, Rabıta Nasıl yapılır
                   1
     Rabıta bağ demektir. İki şeyi birbirine bağlamak. Tasavvufta müridin şeyhi hayal etmesi ondaki feyze, nura, nisbete müşteri olmasıdır. Rabıtanın pek çok şekli vardır. En güçlüsü telebbüsü rabıtadır. Bu rabıtada mürid kendisini şeyh farz eder, onun şeklini vücuduna sokar. Artık kendisi değil, şeyh vardır. Ama sofiler rabıtada genellikle şeyhlerini karşılarında yüksek bir tahta oturmuş surette canlandırırlar.

     Gerçekten rabıta için açık bir nas (Kuran-ı Kerim ayeti) olmadığı gibi peygamber döneminde böyle bir uygulama da yoktu. Zaten ehli tasavvuf da rabıtanın bir ibadet biçimi olmadığını, bir sevgi tezahürü ve manevi ilerlemede bir teknik olduğunu belirtmektedirler. Tevillerle yeni bir ibadet tesis etmek dine bidat koymaktır. Zaten ehli tasavvuf, özellikle Nakşibendîler bu konuda çok hassastırlar.

 Peki, rabıta bir ibadet biçimi değilse ve bir sevgi ve maneviyatta gelişme tekniği ise tasavvufta buna niçin ihtiyaç duyulmuştur? Rabıtanın temel işlevi nedir? Öncelikle şunu belirteyim, din demek tasavvuf demek değildir. Bir Müslüman dinin emir ve yasaklarını yerine getirerek de cennete girebilir. Tasavvufun gayesi Cibril hadisinde iman, İslam sorularından sonra gelen ‘ihsan’ sorusuna cevap teşkil etmektedir. Vakıa suresinde de 'ileri geçenler' olarak adlandırılan taifeye şümuldür. Ne yazık ki bu surede bu taife, ümmet-i Muhammed’de geçmiş ümmetlere göre daha az olacağı da vurgulanmaktadır. Allah'ın tasavvufun sırrının akıl ve şeriata uymadığını da Kehf suresinde Hz. Hızır ve Hz. Musa kıssaları ile bu ümmete ders verdiğini de unutmayalım. Gerçi mürşitler şeriatı da her zaman birinci plana aldıklarını, şeriatsız tarikat olmayacağını da vurgulamışlardır.

Ben peygambere sahabeler kadar muhabbet duyabilir miyim? Kesinlikle duyamam. Muhabbet görmekle olur. Bir tebessüm, bir bakış muhabbeti gerçekleştirir. Bir nurlu yüz insanı candan vurur. Bir güzel sohbet yüreklere işler. Maalesef bizler bundan mahrumuz. Sahabeler ise bunu yaşıyorlardı. Yani onların her saniyesi o zatla rabıtalı geçiyordu. Hatta hadisi şeriften peygamberimizden (s.a.s) ve peygamberlerden (a.s.) sonra ümmetin en hayırlısı olan Hz Ebubekir (r.a.) kaza-i hacetinde (tuvalette) bile Rasullah’ı düşündüğünü ve bundan bizar olarak Rasullah’a geldiğini onun da bunu doğal karşıladığını anlıyoruz. Sevgi hayal doğurur. İşte rabıta bu hayaldir. Mürşidini hayal etmektir. Peki, mürşidini hayal etmek ne doğurur? Sevgi doğurur. Mürşit silsilesi ile Hz Rasullah’ın (s.a.s) vekilidir. Silsilesi sağlamsa tabii. Her şeyde olduğu gibi bunların da sahteleri olduğunu unutmayalım. Peki, gerçek bir mürşid-i kâmili hayal etmek sofiye ne kazandırır. Fenafişşeyh makamını verir. Bu uzun yılları alabilir. Ama fanafişşeyhlik de onu fenafillâha götürür. Rabıtasız hiç bir kimse fenafillâh olamaz. Üyevsiler bile Allahın rahmeti ile Hz. Hızır Aleyhisselamın veya ahrete teşrif etmiş bir velinin şeyhliğinde fenafillâha ulaşabilmişlerdir. Çünkü şeytanlar nefsin mülhime sınırında beklerler. Oradan yukarıya ancak rabıta nurları ile çıkılabilir. Başka bir yol mümkün değildir. Allah'ta fenaya ve bekaya ulaşmış bir mürşidi rabıta yaptığımız zaman elde ettiğimiz kazanç çok büyüktür. İlim, hikmet ve bilhassa nur mürşitten rabıta yapanın üzerine adeta sağnak sağnak yağar. Kalp gözü açık olanlar bunu görebilirler. Mürşit sağlam silsilesi ile bunu sadatlardan, Rasulullahtan (s.a.s) ve Allahtan (c.c.) alır. Yani bir hiyerarşi var. Rabıta olmasa mülhime nefs sıfatına ulaşmış kişi şeytanların oyuncağı olur, delirir. Tövbe etmiş tarikata yeni girmiş kişi rabıtayı bilemez, kıymetini de anlamaz. Zamanı boşa geçirmek olarak telakki eder. Çünkü bir yarar gördüğüne kani olmaz. Ama durum böyle değildir. Biz de bu basamaklardan geçtik. Tasavvuf kitaplarından rabıtanın zikirden daha eftal olduğunu okuyunca taaccüp etmiştik. Hatta karşı geldik. İnanmadık. Ama zamanla kalp gözümüz açılınca işin hakikatine bizzat şahit olduk. Meğer sadatlar doğru söylemiş, rabıtasız zikir maksada ulaştırmaz, ama zikirsiz rabıta maksada ulaştırırmış. Tasavvufu bir kelime ile tanımlamak gerekirse rabıtadır. Rabıta nefse çok ağır gelir. Nefis rabıtayı ölmekle eş görür. Gerçekte de öyledir. Rabıta ile nefis daha doğrusu emmare, levvema, mulhime nefisler ölür. Nefis mutmainne makamına ancak bir Allah dostunun gölgesi ile yani rabıta ile çıkabilir. Zor, çok zor nefsin rabıtayı kabul etmesi. Ben bile bu yolda pek çok sorunla karşılaşıyorum. Ama ilaç acı da olsa çok yararlı. Bunu anladım. İnşallah bu yazımız insanların gönüllerinde rabıtaya teşvik olur. Namazda dünyevi şeyleri hayal edeceğimize kalbimizi şöyle bir rabıtaya bağlarsak ihsan makamına doğru yol alabiliriz. Namazı kılan ben değilim mürşidimdir. O Kâbe-yi şerifede namaz kılıyor. Bakın bakalım namaz ne kadar tatlı olacak. Aksi halde namaz dünyevi, şeytani hayallerle geçmektedir. Namazda kalbe nefse sahip çıkmak çok zordur.

                                                                       2
   Geçmişime baktığımda bir zamanlar benim de rabıtayı inkâr ettiğimi hatırladım. O zamanlar Seyyid Kutup, Mevdudi, Ali Şeriati gibi İslam büyüklerinin eserlerini okuyordum. Daha sonra Risale-i Nurları okudum. O zamanlar tasavvuf, hususiyle rabıta beni çok itiyordu. Şeriatın ayaklar altında olduğu bir ortamda bir kenara çekilip şeyhin suretiyle meşgul olma bana çok komik ve acınacak bir durum olarak görünüyordu.

  Ama yıllar geçti. Bazı acayip garaip olaylar oldu. Kendisini ve mekânını daha önce görmediğim bir şeyhi mekânıyla birlikte rüyada çok açık bir şekilde gördüm. Bir yıl kadar sonra da bir tesadüfle o şeyhi ve mekânını tanıdım. Tövbe ve zikir aldım. Rabıta dersleri ise bana zor geldiği için pek önem vermedim. Önceleri istemeye istemeye yapmaya başladım. Hem çok kısa tutuyordum hem de pek sevmiyordum. Ama okuduğum kitaplardan rabıtanın önemini bildiğim için istemeden de olsa yapmaya çalışıyordum.

  Belki nefsimin bir kusuru, ama bazı işlerde çok işime yaradı. Biraz inatçıyımdır. Rabıtada da öyle oldu. Sebat ettim. Bunda bir sır vardır, diyordum. Nefsime ağır geldiğine göre şeytanlar da bu rabıtadan pek hoşlanmıyordur, diye düşünürdüm. Hâlbuki zikir derslerimi hiç kaçırmıyordum. Her gün yapıyordum. Zikirden müthiş zevk alıyordum. Ama rabıta bana zamanı boşa geçirmek olarak görünüyordu. Vesveseye giriyordum. Rabıtaya çok kısa bir zaman ayırıyordum. Ama onu hiç terk etmedim. Mutlaka her gün kısa da olsa yapmaya çalıştım. Sonra kalp gözümüz sadatların himmetiyle açıldı. Gözlerimizi kapattığımızda nurları müşahade etmeye başladık. Nurlar değişik renktedirler. Kırmızı, sarı, yeşil, siyah, beyaz ve bu renklerin karışımı değişik tonlar da vardır. Bu nurlar insanın kalp, ruh, sır, hafi,  ahfa gibi letaif noktalarında çıkar. Letaifler çalışmaya başladığında neyin nereden çıktığını anlamazsınız bile. Nurlar birbirine girer, akıl almaz bir hızla dönmeye başlarlar. Manzara gerçekten harikadır. Hayranlıkla seyredersiniz. Tabii konumuz rabıta. Zikirde bu nurlar sanki insandan neş'et eder gibidir. Yani bildiğimiz de odur. Letaifler çalışır ve nur üretirler. Zikrin feyzi olarak. Ama rabıtada başka türlü olmakta. Gene letaifler çalışır, ama asıl nur, feyz, nisbet yani nur dışında başka şeyler adeta hayal edilen mürşidden sana gelmeye başlar. Sonra bu nurların ortasında çok parlak beyaz, şeffaf bir nur oluşur ve orada bazı sırlı görüntüler olduğu gibi konuşmalar da cereyan edebilir. Bir de nispet kokusu. Bu öyle bir kokudur ki, dünyada böyle bir kokunun eşi benzeri yoktur. Aklınız başınızdan gider. O koku için hayatınızı bile feda edebilirsiniz. Rabıta bazen bu koku da nasip olabilir. Rabıtanızın gücüne göre koku artar veya eksilir ama bazen burnunuzun direğini kırarcasına gelir. Allah’ım al canımı, yeter bu dünya çöplüğünde bunaldığım, diye düşünürsünüz. Yani bu koku için canınızı vermek istersiniz. Rabıta sırasında mürşitten gelen feyz, nisbet ve nur ise sanki bir nisan yağmurunda güneşin altında serinlemek için ıslanmak gibi çok hoştur.  Yani rabıtanın başı nefse çok ağır gelir ama sonundaki nimetleri çok büyüktür. Tabii bunlara takılmak tasavvufta hoş görülmez, şeyh de daima önemli olanın Allah (c.c.) rızası olduğunu, bu tür hediyelere aldanmamayı nasihat eder.

 Allah’ın üzerine yemin ediyorum ki, bu söylediğim nimetleri kafamdan atmadım, hepsi de bize nasip oldu. Ama şunu da itiraf edeyim ki, eğer şeyhi ve mekânını onu tanımadan önce rüyamda görmeseydim ben ne tasavvuf yoluna girerdim ne de bir şeyhe rabıta yapardım. Çünkü herkes gibi ben de nefsimi seven bir insanım. Daha önce okuduğum ve etkisi altında kaldığım İslam büyüklerinin adlarını söyledim. Rabıta nefsi şeyhin nefsinde yok etmedir. Buna tabii ki insan fıtri olarak karşı koyar. Ben de senelerce buna karşı koydum. Hem de nasıl. Anlatsam ayrı bir konu olur. Hala nefsimde belli bir derecede de var. Ama rabıtanın yararlarını gördükçe bu günden güne azalıyor. Rabıta nefisle savaşmaktır. Emmare, levvame, mülhime nefisleri öldürüp yerine mutmainne nefsi ikame etmedir.

  Nefsin mülhime sıfatında Allah ezeli düşmanımız şeytanla bizi karşı karşıya getirmektedir. Özellikle cinni dişi şeytanların cinsel tacizleriyle. Biliyor musunuz sizi bu sırada sadece telebbüsü rabıta ve vahdaniyet murakabesi şeytandan kurtarıyor. Onları yakıyor. Sizden uzaklaşmasını sağlıyor. Sureler, ayetler şeytana biraz zarar veriyor, ama onları uzaklaştıramıyor.

  Hz. Yusuf’a da görünen burhan Hz. Yakup’tur. Ben buna aynel yakin inanıyorum. Hz. Yusuf rabıta ile kurtuldu. Yoksa az da olsa meylettiği kadından onu hiç bir şey kurtaramazdı. Ama tabii şeriat yine ölçümüz. Çünkü zina insanı manevi terakkiden alıkor. Zaten şeytanlar zinanın bu özelliğini bildiği için ümmet-i Muhammedi bununla esiri etmiş. TABİİ ZİNANIN ÇEŞİTLERİ İLE. Özellikle göz, hayal zinası… Ne var hayalinde canlandırdığın kadınlar kadar da Allah dostlarını canlandırsan…. Bak buna rabıta derler. Rabıta şirktir. İşte bak nefis nasıl şeytanla işbirliğinde.

Tasavvufta bunların anlatılması hoş karşılanmaz. Çünkü sırdırlar. Hiç bir kitapta açıkça bu anlattıklarım, ben bunları yaşadım ağzıyla, söylenmez. Çünkü söyleyeni mesuliyet altına sokar. Onu gurura, kibre götürebileceği gibi insanların da aleyhlerinde dedikodu yapmalarına, ondan çekinmelerine neden olabilir. Onun için bu tür sohbetleri duyamazsınız. Biz internet sayesinde nick ismimizle bu tehlikelerden korunduğumuz için yazdık. Allah (c.c.) bir kusurumuz varsa affetsin. Âmin.

  Şeyhler şeytanlarla, nefisle savaşarak o makama seçilmişlerdir. Silsileye Rasulullahın (s.a.s) onayıyla alınmışlardır. Zincirin halkaları gibidirler. İşte rabıta yapan kişi de böyle bir halkaya girmeye namzettir.

     Rabıtayı akılla mantıkla kabul edemezsiniz. Çünkü akıl nefse bağlıdır. Nefis ise başka bir insanı veli de şeyh de olsa kendisinden üstün olarak kabul etmez. Ama Allahtan (c.c.) yardım isterseniz ve nasuh tövbe ile tövbe edip bir kâmil şeyhi size nasip etmesi konusunda dua ederseniz ve bu duanızda ısrarcı olursanız -ki bazı duaların kabulü seneler sonra olur- tarikat nasip olduktan sonra rabıta insana nasip olabilir. Yoksa bu inci, katır boncuğu değildir. Kolay kolay ele geçmez. Ağla, ağla, ağla…. çok ağla belki o zaman nasip olur. Biz de günahlarımıza çok ağladık da Allah o rüyayı ve tarikatı nasip etti. Yoksa kimse kimsenin sözüyle gerçek manada bir yola giremez. Belki etkilenip girer, ama nefsi şeytanın igvasıyla etkilenip hep şüphe içinde kalır. Tarikattan nasibi o kadar çok olmaz. Şeyhte, tasavvufta kusur görmeye başlar. Layıkıyla şeyhe teslim olamaz. Hz. Hızır Aleyhisselam karşısında nefsi Hz. Musa Aleyhisselam gibi homurdanır durur.

 Allah dostları da seni Rasulullaha’a (s.a.s) götürür. Rüyada değil, uyanık vaziyette. Öldür bakalım rabıtayla nefsini neler olacak neler. Sen Allah için, Allah dostları için nefsini öldürürsen Allah da fazlı ikramıyla seni diriltir. Burası yiğitlik meydanıdır. Şeyh o yiğit kişidir işte. Tabii silsilesi varsa ve sağlamsa. O da nefsini şeyhinde öldürmüş, sonra Rasulullah’ta (s.a.s) daha sonra da Allah’ta.

  Sahte şeyhler Türkiyede çok, dikkat edin. Onlar gerçi sizleri yanlış yola götürmezler ama tarikat yolunda onlardan bir nur, feyz, nisbet alamazsınız. Ama çok çok sevap kazanırsınız. Ben o tür şeyhleri rabıta yaptığımda aynı çürük ceviz gibi içlerini boş gördüm. Nur, nisbet, feyzin gramı yoktur. Onlara da hep hayret ediyorum. Tasavvuf hakkında çok şey biliyorlar ama kendilerinin hakiki şeyh olduklarını nasıl anlamıyorlar. Bir de sitelerine girdim ki rabıtanın faziletinden bahsediyorlar. Asıl buna şaşıyorum.  Rabıta onlar için zindan olsa gerek. Bütün müritlerini de karanlıkta bırakıyorlar.

 Kolay mı, ucuz mu rabıta nimeti? Doğru şeyhi bulmak bir mesele. Bir de nefsi şeyhte fani kılma. Nefsini şeyhin nefsinde yok etme. Bunlar dağ gibi problemler. Aşana aşk olsun. Bu herkese nasip olan bir nimet değildir. Allah rabıta nimetini herkese nasip etsin. Ümmeti Muhammedi şeytanlardan, nefsin şerrinden kurtarsın. Âmin.

               3
Şimdi de rabıtanın nasıl yapıldığına, sofinin bu konuda karşılaştığı problemlere ve sıkıntılara biraz değinmek istiyorum.

Bilin ki, fakir bir kimse ile kimse uğraşmaz. Evini kilitlemese de içeriye hırsız girmez. Hırsızın gözü zenginin evindedir. Zengin evini kırk kilitle muhafaza etse de hırsızlar yine de girecek bir delik bulmaktalar. Bunun gibi rabıta da zenginin evindeki değerli eşyalar gibidir. Şeytanın tüm derdi bu evdeki rabıta nimetini çalmaktır. Rabıta onu adeta çıldırdır. Öyle bir vesvese fırtınası estirir ki, gönül kulağı açık olanlar bile buna çok şaşırırlar.

İnsanın gönül kulağı açık olsa bile şeytanlar nefis damarıyla da çaktırmadan vesveselerine devam ederler. Hiçbir zaman umutlarını yitirmezler. Çünkü bir insan ömrünün her saniyesi ile Allah’ı zikretse bile fenafişşeyh ve onun tabi neticesi fenafillâh (yani veli) olamaz, ama zikre o kadar yüklenmeden rabıta yolu ile bu makamlara ulaşabilir. Bunu ben değil sadatlar, başta Gavs-ı Hizani olmak üzere tüm sadatlar dile getirmiştir. Şeytanlar bunu bildiği için rabıtada müthiş vesvese verirler.

Aslında rabıtasını doğru dürüst yapan kişi Allah’ın izni ile vesveseye de düşmez. Şeytanın bizimle uğraşması hep rabıtadaki ihmallerimiz neticesidir. Mübarekler diyor ki, zikrin nuru aysa rabıtanın nuru güneş gibidir.

Rabıta ile nefis dize gelmektedir. Zulumatları uçup manevi âlemdeki şeyhin nefsine benzemeye başlamaktadır. Manevi âlemdeki şeyhin nefsi ise en az mutmainne makamındadır. Çünkü velilik bu makamla başlar. Tabii her veli şeyh olamaz. Şeyh kişi ise mutlaka velidir, şeyh olabilmesi için ayrıca sadatlardan (silsiledeki veliler) ve Hz Rasulluh’tan (s.a.s) silsile ile icazet alırlar. İşte böyle bir şeyh bulunmaz bir incidir. Rabıtası ile müritleri nura, feyze,  nisbete gark ederler.  Nasıl güneş baharda ekilen tarlaları, bahçedeki ağaçları sıcaklığı, enerjisi, aydınlığı ile ürün verecek bir biçimde olgunlaştırırsa gerçek bir mürşit de böyledir. Müridin nefsini emmare, levvame, mülhime basamaklarından yukarı doğru çeker, mutmainne basamağına ulaştırıp Allahın (c.c.) dostu kılar. Ama bu işlem sabır ister, hepsinden önemlisi nefis ve şeytanla mücadele ister. 

Şeytanın yardımcısı nefistir. Nefis hiç rabıtayı sevmez. Çünkü nefsin temel arzusu baş olma sevdasıdır. Rabıta bunu kırdığı için insanların büyük çoğunluğu tasavvufa değil ama rabıtaya karşıdırlar.

Rabıta yaparken nefis ve şeytan şu vesveseleri çokça verirler: Bak sen şeyhini gözünde canlandıramıyorsun.  Kaşı olmadı, gözü böyle değildi, simasını değiştirdin, sakalını dedene benzettin, sen bu rabıtayı yapamayacaksın, bırak bari, rabıta zamanı boşa harcamaktır, ne nur ne feyz ne nisbet üzerine geliyor,  rabıta yapacağına şu önemli işlerine bak, rabıta ile şeyh kendisini insanlardan büyük görmekte, rabıta Allah ile arana kul sokmaktır… vb. Bütün bunlar rabıta karşısında kuduran, çılgına dönen şeytanların ve nefsin hezeyanlarıdır.

Öncelikle şunu söyleyeyim ki, rabıta için şeyhinizi gözünüzün önünde canlandırmanıza gerek yoktur. Sadece şeyhinizin karşınızda veya yanınızda olduğunu varsayın. Yani siz şeyhin huzurundasınız. Bu yeter de artar bile. Ama muhabbetin aşırılığında istemeseniz bile şeyh gözünüzün önünde canlanır. Tabii insanın her günü aynı olmaz. Bazen muhabbet düşebilir, böyle zamanda onun varlığının karşınızda ve yanınızda olduğunu varsaymanız da rabıtanın nimetlerine ulaşmada yeter. Şeyhin bir kaşı, bir burnu, bir sakalı bile rabıta için yeterlidir. Hatta size ilginç gelecek, değil şeyhin fiziki portresi mekânında olduğunu düşünmeniz bile rabıtadaki nimetleri oluk oluk üzerinize yağdıracaktır. Bunları biz deneyimlerimizle bildiğimiz gibi sadatlar da böyle söylemişlerdir.

Rabıtanın nimetlerine kavuşmak istiyorsak sadece akşam namazından sonra yapılan suri rabıta ile yetinmemeliyiz. Bu konuda hırslı olmalıyız. Akşam namazından sonraki rabıta derstir. Yapılmazsa olmaz. Adabına uygun olarak yapmaya çalışalım. Çok bereketlidir.

Bir de manevi rabıta vardır. Buna maiyyet rabıtası da denir. Bu her yaptığımız işte, her an rabıtalı olmaktır. Bu rabıtada şeyhini sakın sureten canlandırmaya çalışma, zira nefis bıkar, sen de yorulursun, terk edersin, bir daha da dönüp manevi rabıtaya bakmazsın. Zorlanırsın. Hem şeyhi sureten canlandırmakla onun senin yanında olduğunu varsayma ile yapılan rabıtaların kazançları arasında o kadar büyük bir fark yoktur. Peygamberimiz (s.a.s) amellerin az da olsa devamlı olanının daha hayırlı olduğunu söylemiştir. Nefsin de dilini anlamak gerekir. Onun da bazı işlerde hakkı vardır. Manevi rabıtada şeyhi gözünün önünde canlandırmayacaksın ama şeyhin daima senin yanında olduğunu farz edeceksin. Bu nefis için fazla enerjiye mal olmayacağı için sana zamanla bir meleke kazandıracaktır. Tabii nefis sahibini dinlemeyen eşekler gibi bazen bu işten kaçacaktır. Ama sen aklına gelir gelmez manevi rabıtaya devam edeceksin. Bir de göreceksin ki, zamanla bu iş sana meleke olmuş, artık istemesen de manevi rabıtaya geçmektesin. Şunu söyleyeyim ki, manevi rabıtayı alışkanlık haline getiren aynı silahlı bir kişidir. Ona yanlış yapanlar sadatlardan tokat yemeye, güzellik yapanlar da yardım almaya başlarlar. Allah hepimize manevi rabıtayı nasip eylesin. Âmin.

 İşte tasavvufta makam kazanmak isteyenler bu manevi rabıtayı ihmal etmemelidir. Hem işini yapıyorsun, hem dinleniyorsun, hem sohbet ediyorsun, hem yürüyorsun, hem yemek yapıyorsun, hem dinleniyorsun… hem de şeyhim benim yanındadır düşüncesi ile zamanın manevi anlamda kazanca dönüşüyor. Tek sorun bunu yaşamına sokup alışkanlık ve meleke haline getirmek. Biraz üzerinde durursan nefsin de buna alışır. Sigara gibi zararlı bir alışkanlığı nasıl bırakmada nefis zorlanıyorsa bu manevi rabıtaya da nefis bir alıştı mı, hele ilerleyen zamanda bir de tadını almaya başladı mı istese de bırakamaz. Çünkü nefis alışkanlıkların tutsağıdır. Bu konuda iradesi zayıftır. Başlangıçta onu ikna ettikten sonra biraz zorlamak gerekir.

Bu rabıta hayatının içine girdi mi şeytanlar da sana pek bulaşamaz, yani vesveseye pek düşmezsin. Biz bunu ihmal ettiğimiz için bu konuda çok sıkıntılar yaşadık. Kel olduktan sonra ilaç az fayda eder. Yani bilgisayar virüs kaptı mı temizlemek zaman alıyor, ama koruyucu oldu mu anında müdahale ediyor. Bu manevi rabıta vesveseye düşmekten Allahın izni ile müridi korur. Şeytanlar pek yaklaşamazlar böyle bir kişiye.

Şeyhin simasını bir vesikalık fotoğraf gibi kalbinin üzerinde veya iki kaşın arasında taşıma da sadatlarca övülmüş bir manevi rabıta türüdür. Ama bunda da şeyhi zihnen canlandırma yerine simasının suretini orada, yani kalbin üzerinde veya iki kaşın arasında varsayma düşüncesi hâkim olmalıdır. Şeyhi kalbin üzerinde canlandırarak rabıta yapmak suretiyle nefsi bu konuda çok zorlamamak gerekir. Zira manevi rabıtanın bereketi olan her yerde sürekli olmasının nedeni şeyhi zihnen canlandırmama kolaylığındandır. Allah hepimize nasip etsin. Âmin.

Üçüncü önemli rabıta çeşidi telebbüsü rabıtadır. Bu rabıta kendini yok farz edip şeyhi üzerine giydirmektir. Telebbüsü demek zaten elbise demektir. Yani şeyhi bir elbise gibi üzerine giymektir. Bu rabıtayı uyurken yaparsanız şeytanlardan ve bütün afetlerden emin olusunuz. Yemek yerken yaparsanız yediğiniz yemeğin hafifliğini hissedersiniz. Bütün o yedikleriniz adeta nura, feyze dönüşür. Ben yemek yerken şöyle bir düşünceyle bunu alışkanlık haline getirdim. Dedim ki nefsime, öğünde kaç lokma yiyorsun, ne var ki telebbüsü rabıta ile yiyip de her lokmada Allah’a şükür ve hamd kılsan. Beş dakika dişini sık. Sayılı lokmalar var. Nefsim bu konuda halen benimle oyun oynamakta, ama bazen on ikiden vurduğum oluyor, ama bu az oluyor. Zira nefis yemek yerken aynı köpekler gibi davranıyor. Nasıl bir kemiği ağzına alan köpek yanına yaklaşana hırlarsa nefis de telebbüsü rabıtada böyle huysuzlanıyor, onu ihmal etmek istiyor. Allah (c.c.) her birimize yemeklerde telebbüsü rabıtayı nasip etsin. Âmin.

Tabii ibadetleri yaparken, özellikle zikri çekerken hayalinde hem kendini şeyhin mekânına atmalısın hem de telebbüsü rabıta yaparak çift rabıtayla malı götürmelisin. Zikir de ayrı bir kazanç olacak tabii.

Halid-i Bağdadi Hazretleri müritlerine namazlarını telebbüsü rabıta ile kılmalarını emir buyurmuşlardır. Zira bu çeşit rabıta namazda huzuru, yani Allah (c.c.) karşısında olma duygusunu daha güzel gerçekleştirir, ama sadatlar diğer rabıta türlerini namazda hoş görmemişler, hatta bundan müritlerini sakındırmışlardır. Namazda şirke düşecekleri konusunda uyarmışlardır. Diğer rabıta türleri derken yani özellikle suri rabıta kastediliyor bundan, yani mürşidini karşına alıp canlandırma, namazda kendiliğinden olursa tabii bunda müridin bir kusuru yoktur. Ama elinden geldiğince engellemeye çalışmalıdır mürit bu durumu. Bazı şeyhler, mürşidin arakasında namaz kılıyorum, imamın mürşidimdir,  manevi rabıtası ile namaz kılmayı tavsiye etmişlerdir.

Haa aklıma gelmişken rabıta şirktir diyenler, cemaatle namazda neden Allah (c.c.) ile kendi aralarına imamı koyuyorlar, cemaatle namazda imam bizim adımıza kıyamda iken sureleri okur, Allaha arz eder, biz Allah karşısında huzur duygusuyla bekleriz, bu namazdan da ferdi kılınan namaza göre 27 derece yani çarpma işlemi ile sevap alırız. Allah akıl fikir versin, ömrünün yarısını belki de tamamını Allah’a (c.c.) adamış bu insanlara insan laf atma cüretini nereden buluyor? Başka değil nefsin baş olma, gurur, kibir damarı Allahın evliya kullarına bağlanmayı, onlara gönülden sevmeyi engelliyor. Tabii bu damarı tahrik eden şeytanları da unutmamak lazım. Peygamberlere de insanlar aynı nefis damarı ile karşı çıkmışlardır. Tabii biz de aynı nefis damarı ile zamanında mübarekleri inkâr etmiştik. Öyle sohbetler yaptık ki kalbimizin mühürlenmemesine Allah’a sonsuz şükr, hamd u sena ediyoruz. Allah (c.c.) affetsin. Âmin.

Kitaplara baktığınızda sadatlar o kadar çok değişik rabıta türleri anlatmışlar ki… Bunlara ben hayali rabıta diyorum. Mesela şeyhini deniz farz edeceksin, kendini de o deryaya karışmış bir damla. Başka bir tanesinde şeyhini çadır olarak düşüneceksin, kendini de o çadırın içinde göreceksin. Şeyhini başındaki kavuk olarak hayal edeceksin… Bütün bu rabıta türlerinin ortak paydasında şeyhin vücudu ortadan kalkıyor, yerine başka nesneler konuluyor, bu nesnelerle mürit kendisini ilişkilendirerek nur, feyz ve nisbete gark oluyor. Bu rabıta türleri zor gibi görünse de aslında çok kolaydır, biraz da bereketlidir. Nefsin de az da olsa hoşuna gider. Fantezi gibi. Ara sıra yapmakta fayda vardır. Nefse aynı yemeği verirseniz bıkar ve homurdanır. Biraz değişiklik onun iştahını artırır.

Mürit günlük hayatında bu rabıtaları arabanın vitesleri gibi kullanmalıdır. Birinden nefsi bıkınca diğerine geçmelidir. Daha doğrusu günlük yaşamın şartlarına göre, kolaylık ve zorluk açısından birini bıraktığında diğerine yönelmelidir. Hayatı, günlük yaşamı baştan sona rabıtalı olmalıdır. Dediğim gibi bu bir incidir katır boncuğu değildir. Allah (c.c.) rabıtanın kıymetini bilmeyi nasip etsin. Âmin.

Muhsin İyi

« Son Düzenleme: Temmuz 03, 2012, 05:50:24 ÖS Gönderen: muhsin iyi »

Çevrimdışı muhsin iyi

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 95
Rabıta, Rabıta Nedir, Rabıta Şirk midir, Tasavvufta Rabıta
« Yanıtla #1 : Temmuz 03, 2012, 05:51:38 ÖS »
Rabıta ile ilgili aldığım bazı sorular ve onlara verdiğim yanıtlar şunlardır:
 
                ‘Rabıtanın hakolduğuna inanıyoruz. Ama rabıtadan zevk alamıyoruz. Bunun için ne yapmalıyız?’ ‘Rabıtadanyeteri derecede yararlanmak nasıl olur?’ ‘Rabıtanın yarar sağlaması için neyapmalıyız?’ ‘Rabıtayı sevmek için neler yapmalıyız? ‘Şeyhe muhabbeti nasılduyabiliriz, artırabiliriz?’
Bu sorular,benzer mahiyettedir. Yanıtları aynı caddeye çıkar.
 
                Tasavvufve tarikat yolunun amacı nefsi fenaya (yokluğa) ulaştırmaktır. Nefsi yok kılıpAllah’a vasıl olmaktır. Fenafillâhın bir şartı vardır. Bu da önce fenafişşeyheulaşmaktır. Fenafişşeyh, müridin nefsini şeyhinde yok kılmasıdır. Yani müritkendisini o kadar yok kılar ki, hayal dünyasında kendisini arasa ancak şeyhinibulur. Şeyhinin karşısında erimiştir. Nefsi ortadan kalkıp şeyhi var olmuştur. İştefenafişşeyh makamı budur. Fenafişşeyh makamına insan durup durduğu yerde veyasanıldığı gibi sadece zikirle ulaşamaz. Rabıta ile ancak fenafişşeyh makamınavarılabilir.
 
                Rabıtakarşısında nefis önce isyan eder. Ben bu cümle ile rabıtayı kabul etmeyenlerikastetmedim. Hayır, rabıtasını düzenli olarak yapan kişilerden söz ediyorum.İnsanoğlu işte böyle garip bir yaratıktır. Düşünce boyutunda rabıtanın hakolduğunu bilir, rabıta ile ilgili pek çok keramete de tanık olur, ayrıcadüzenli olarak rabıtasını da yapar ama nefsi rabıtaya karşı çıkar. Çünkü nefisözgürlüğüne çok tutkundur. Başka birisinin boyunduruğuna girmek istemez. Helebaşka bir insan, bu bir veli için de olsa, yok olmayı hiç istemez. Şeytanlaişbirliğine de çok yatkındır. Rabıta ile günden güne özgürlüğünün elindenalındığını, eridiğini bilir, şeyhin nurundan rahatsız olur. Çünkü bu nurlaronun varlığını gün be gün yok etmektedir. Rabıta fenafişşeyh yolunda müridi güngeçtikçe olgunlaştırmaktadır. Bu yüzden nefis de ilkbaharın yaklaşması ileyerlerdeki karların yavaş yavaş erimesi gibi bir durum yaşamaktadır. Bundanbüyük bir hoşnutsuzluk duymaya başlamaktadır. Çünkü nefsin kar kadar Allah’a(c.c.) soğuk olan bir tabiatı bulunmaktadır. Nefsin bu hoşnutsuzluğu ile insanrabıtadan zevk almamaya başlar. Rabıta ona çok sıkıcı bir iş olarak gözükür. Vesveseyegirer. Kabz (depresyon) hali etkisi altına alır. Hatta rabıtada zamanını boşaharcadığı, kandırıldığı vehimlerini yaşamaya başlar. Oysa sadatların bildirdiğiüzere rabıta tek başına insanı maksadına (fenafillâha) ulaştırmaya yeter. Zikirise böyle değildir. Çünkü rabıta ile nefis katı yağın ısıda erimesi misali birhal yaşar. Zikir ise genellikle nefsi katılaştırır. Çünkü zikreden insan genelliklefarkına varmadan nefsanî bir kendini beğenmişlik çukuruna ister istemezdüşebilir. Bu da onun manevi terakkisini durdurur. Ama rabıtanın nefsi horhakir kılan, yok eden özelliği ile bu kişi böyle bir çukura düşmekten kurtulur.Elbette bu yolda zikir de gereklidir. Önemini küçümsemiyoruz. Rabıta yemekse,zikir su gibidir. Birbirinden ayrı düşünmek doğru değildir. Ama tasavvuf vetarikat yolunun olmazsa olmaz koşulu rabıtadır. Rabıta olmadan fenafişşeyhgerçekleşmez, fenafişşeyh olmadan da fenafillâh olmaz. Bunlar birbirine bağlıçarklardır. Bunların işlemesi rabıtanın edebine ve usulüne uygun olarakyapılmasına bağlıdır.
 
                Rabıtadanazami derecede yararlanmak, zevk almak, rabıtayı sevmek istiyorsak rabıtasırasında kendimizi daha doğrusu nefsimizi şeyhin karşısında yok bilmekgerekir. Tabii bunu yapmak başlangıçta biraz zor olabilir. Ama zamanla bumeleke gelişecektir. Şeyhin suretini canlandırırken veya şeyhin karşısında varolduğumuzu düşünürken kendimizin anasır-ı erbasını (toprak, su, hava, ateş)dağıtmalı; toprağını toprağa, suyunu suya, havasını havaya, ateşini ateşe katıptamamen yok etmeliyiz. Bunu yaparken nefsimizi küçük görmeli, onun şeyhinkarşısında bir varlığa sahip olmasını bile düşünmemeliyiz. Peygamberimizin (s.a.s)şu hadis-i şerifini de daima tefekkür etmeliyiz: ‘Varlığın (nefsin) öyle büyük bir günah ki, onunla başka bir günahmukayese bile edilemez.’ Rabıta sırasında insan bu şekilde hareket ederse,yani nefsini hor ve hakir kılarak yok farz ederse hemen rabıtadan yararlanmaya,şeyhin nurundan ve feyzinden istifade etmeye başlar.
 
                Rabıtasırasında nefsi ezmek, hor hakir kılmak, yok farz etmek yanında başka bir şeyede dikkat etmek gerekir: Şeyhi gönüller sultanı olarak telakki etmek. Onu Allahdostu olduğu için yüceltmek. Bunun için onun görkemli bir tahta oturduğunudüşünmek ve kabul etmek güzel bir sonuç verir.
 
                Sizbunları tatbik ettiğinizde nefis ve şeytanların hemen bu oldubittiyi kabul edip teslim olacaklarını mı sanıyorsunuz? Böylecerabıtada karşılaştığınız problemler bu şekildeki bir uygulama ile son mubulacaktır? İnsanoğlu nefis ve şeytanları tanımadığı için böyle safça şeylerdüşünebilir. Gerçekte nefis de şeytanlar da çok inatçılardır. Davalarından öylekolay kolay pes etmezler. Aldığınız bu kararları uygulama yolunda daima size sinsiceyaklaşırlar, çaktırmadan çeşitli engelleme girişimlerinde bulunurlar. Öyle kibir bakmışsınız birkaç ay sonra rabıta olgusu ‘eski tas, eski hamam’ deyiminde olduğu gibi bir hal almışolabilir. Aldığınız kararları da unutmuş olursunuz. Sanki içinizden silinmişgibi. Nefis kendisini yokluğa (fenafişşeyhe, fenafillâha) götüren bu rabıtanınen azılı düşmanıdır. Ondan kurtulmak tamamen mümkün olmadığı zaman ‘bari öylesine yapılsın’ diye birpolitikaya başvurur: Rabıta sırasında benlik davası ile şeyhi kafasındacanlandırır veya şeyhin karşısında durur. Tabii o zaman da rabıta feyizsiz,nursuz geçeceğinden bin çeşit vesveseye de kapı açacaktır. Onun için rabıtadabir gevşeklik olduğu, rabıta verimli geçmediği zaman hemen onu masayayatırmalı, değerlendirmeli; nefsin rabıta sırasındaki benliğini ezmeli, onu yokkılma yoluna gidilmelidir. Nasıl okullarda derslerdeki konular belli birperiyotla sınavlarla yoklanıyorsa biz de rabıtalarımızı ara sıra ölçüp değerlendirmeli,onların nefis ve şeytanların etkileri ile yavaş yavaş nereye doğrukaydırıldıklarını görmeli, hemen gerekli önlemleri almalıyız. Hatta bu ölçüp değerlendirmeyiher rabıtadan sonra alışkanlık yapmak, nefse ve şeytanlara bu hususta gözaçtırmamak anlamına gelecektir.
 
                Rabıtadakendimizi şeyhin karşında yok farz edersek bu durum insana büyük bir zevk verirdedik ama nefis neden bu zevkten hoşlanmıyor? Kendimizi şeyhin karşısındaezmek, küçük görmek, yok kılmak sırasında duyulan zevk ruhanidir. Nefsanî değildir.Nefs bundan sıkılır. Ruh Allah’tan geldiği için bir Allah dostunun huzurunda buşekilde oluştan dolayı büyük bir zevk alır. Bu zevk günden güne de artar. Ruhrabıtayı sever. Nefis ise günden güne bunalımlara (kabz haline) girer. Kişi,  rabıtada biraz ilerleyince bu maceranınsöylediğimiz gibi olduğunu, geliştiğini anlayabilir. Hem sıkıntıyı hem de hazzıalgılar. Sıkıntının nefisten, hazzın da ruhtan kaynaklandığını bilir.
 
                İnsanrabıtada kendisini yok kıldığı zaman boş bir şişenin suya konulduğundaiçerisinin dolması gibi bir hal yaşamaktadır. Nur ve feyz ile temasa geçtiğinihissetmektedir. Bu his zamanla da güçlenmektedir. Aynelyakin, hakkalyakindüzeye gelmektedir. Benliği ile rabıta yaptığı zaman ise, hiçbir manevi halyaşamamaktadır. Rabıta ona çok sıkıcı gelmektedir. Hem nefsi hem ruhu rabıtadanzevk alamamaktadır.
 
                Rabıtanınmahiyetini anlamayanlar genellikle ruh hakkında hiçbir şey bilmeyenlerdir. Ruhuhaksızca, cahilce bu evrenin kanunları ile sıkı sıkıya bağlayanlardır. Ruh içinzaman, mekân gibi kayıtları kabul edenlerdir. Ruhun özellikleri, bağlı olduğukanunlar, elbette bu evrenin ve içerisindekilerin kanunlarından farklıolacaktır. Çünkü evren ve içerisindekiler, Allah’ın (c.c.) ‘Ol!’ ilahi emriyleyoktan yaratılmıştır. Ruhun kaynağı yokluk değil, yüce Allah’tır. Hâşâ ruhAllah’tan bir parça değildir. Çünkü Allah (c.c.) bölünemez ve parçalanamaz.Kuran-ı Kerim’in ifadesiyle ruh insana Allah’tan (c.c.) gelmiş bir ilahisoluktur (bk. Hicr suresi 29). Onun için ruh, hak olan rüyalarda kayıtlardankurtulunca her yere gidebilmekte, önceden bilmediği yerleri ve kişileri görebilmektedir.Rabıta sırasında insan şeyhini hayal edince veya kendisini şeyhin karşısındadüşününce gerçekten ruhu şeyhini algılamaktadır. Ama bunu o kişi bilmemektedir.Bunun farkına varamamaktadır. Bu algılama ruhsal düzeyde (bilinçdışında) gerçekleşmektedir.Şayet sofi edebine ve usulüne uygun olarak rabıtaya devam ederse şeyhin manevihallerinden yararlanmaya başlayacaktır. Şeyh, ruhunun manevi organlarını(letaiflerini) yüksek makamlara ulaştırmış birisidir. Kişi rabıta sırasındasanki iki kablonun birleşmesi gibi bir durum yaşamakta, şeyhinin yüksekhallerini kendi üzerine almaktadır. Letaiflerini onun letaiflerinebağlamaktadır. İşte rabıtanın Allah’a (c.c.) ulaştırıcı yollardan en kısa ve neçabuk olmasının sırrı budur.
 
                İleri hallere ulaşan kişiler, rabıtasırasında şeyhlerini görebiliyorlar mı ve onlarla konuşabiliyorlar mı?
Evet, bu daçokça karşılaştığımız bir soru. Nedense cevaplamak da hoşuma gitmiyor. Çünkü busefer de insanlar rabıtada şeyhlerini görmeyi, onunla konuşmayı istemek gibibir amaç güdüyorlar ve bunu takıntı yapıyorlar. Tabii o zaman da rabıtalarıverimsiz geçmektedir. Çünkü rabıtada nefsi yok kılmadıkça, şeyhin karşısındahiç olmadıkça istenilen derecede yararlanmak mümkün değildir. İnsanlarınmeraklarını gidermek için söylüyorum ki, bunlar doğrudur. Yani ileri hallerdenurlar görüldükten epey bir zaman sonra rabıta sırasında şeyh ve onun maiyetindekiler(sadatlar) görülebildiği gibi onunla konuşmak da mümkündür. Ama şunu dabelirteyim ki, bu maksatlarla rabıta yapılırsa rabıtadan da zerre kadaryararlanılamaz. Yani sofi rabıtada şeyhini görmek, onunla konuşmak gibi biramaç gütmemeli; nefsini ezmeye, yok kılmaya çalışmalıdır. Üstüne vazife olmayanişlere karışmamalı, ‘Her şeyin bir vakti vardır.’ diyerek işine gücünebakmalıdır. Kaldı ki bu nimetler (yani şeyhi rabıtada görme ve onunla konuşma)bir ömürde bile insana nasip olamazsa da rabıtanın amacı bunlar değildir. Tasavvufve tarikat yolunun amacı ‘Allah rızasına’ulaşmaktır. Bu tür nimetlerin nasip olması, Allah rızasına işaret değildir.Allah’ın mekrine (hilesine) akıllar sırlar ermez. Kaldı ki İmam-ı RabbaniHazretlerinin (k.s.) dediği gibi yüce Allah (c.c.) bizleri ahrette tasavvufihal ve makamlarla değil ilahi kurallara (şeriate) uyup uymamakla sorguyaçekecektir.  Onun için bu konulardavesveseye girmemek gerekir.
 
Rabıta sırasında görülenler şeytanlarolamaz mı?
Zaten buyoldaki kişiler önce şeytanları görürler. Bu yolda iyice bir pişerler. Onlarınher türlü marifetlerine de tanık olurlar. Ondan çok sonra rabıta ile şeyhini vesadatları görme şerefine nail olurlar.
 
Kaldı ki sofiher halini mutlaka mürşidine söylemelidir. Şeyhler daha önce bu yollardanyürüdükleri için tecrübelerinden hallerin, görülen şeylerin şeytani mi yoksa Rahmanimi olduklarını hemen anlarlar. Ama bazen sofiler, nefsin ve şeytanların etkisiile hallerini ve gördükleri şeyleri şeyhlerinden gizlerler. Yalancı bir âlemdeyaşayarak kendilerini kandırırlar. Şeytanlar kendilerini alaya alıp dalgageçtikleri halde yüksek halleri ve gördükleri ile (!) kendilerinin veli, kutup,mehdi vs. olduklarını düşünürler, sanırlar.  Bundan ayılıp kendilerine gelmeleri uzunsürebilir. Bazıları benlik davasından bu bataklıktan bir türlü kutulamazlar.
 
Ben bu soruyu,yani ‘Rabıta sırasında görülen şeyler şeytanlar olamaz mı?’ sorusunu sorankişiye dedim ki, sen babanı bir keçiyle karıştırır mısın? Elbette hayır. Amauzaktan babanı başka bir insanla karıştırabilirsin. Çünkü ataların da dediğigibi ‘Adam adama benzer’. Ama babasını keçiyle karıştıran olabilir mi? Olamaz,çünkü keçi ile adam ayrı varlıklardır. Türleri farklı. İşte bunun gibi her nekadar şeytanlar aynı formlarla, ayırt edilemeyecek nitelikte insanlarınkılığına girseler de ilahi nurlar karşısında dayanma güçlerine göre hemenkendilerini belli ederler ve keçi ile adamın karışmaması gibi birbirlerindenayrılırlar. Şeytanlar ayrı birer varlıktır, şeyhin ve sadatların ruhları isebambaşkadır. Nurlar şeyhin ve sadatların bembeyaz sarıklarına vurunca onlar ışıldarlar,ama aynı nurların ucuna bucağına şeytanlar yaklaşamaz bile. Şeytanlar ancakkalbin (ve ruhun) letaif nurlarına zar zor dayanırlar ve bu nurlar sayesindeinsan suretinde görünürler. Medyumlar asla şeytanları bu halleri ilegöremezler. Kalp gözüm açık diyenleri bile ancak şeytanları insan görünümünegirmeye çalışan bir duman, sis yığını olarak görebilirler. Tabii kendi vücutlarıüzerinde tesirlerini algılarlar ve onlarla konuşabilirler.
 
Rabıta olmadan fenafillâha ulaşamaz mıyız?
Rabıta olmadanfenafillâha ulaşmak mümkün değildir. Sadece üveysiler buna nail olmuşlarsa daonlar da genellikle ölmüş olan bir velinin ruhundan veya Hz. Hızır’dan (a.s.)yararlanmışlardır. Yine bunlardan yararlanma yolları da onlara rabıtaylaolmuştur. Ölmüş bir kişiye -eğer sureti bilinmiyorsa- rabıta yapmak, burabıtanın da verimli olması ise çok zordur.
 
Ölmüş şeyhe rabıta fayda sağlar mı?
Şeyh öldüğüzaman ruhu kınından çıkmış kılıç gibidir. Yani şeyh yaşarken nefsi o kılıcaengeldi, bir kındı. Öldüğü zaman daha bir ruhu güçlenmiş olacaktır. Bu ilerikizamanlarda daha yüksek derecelere varacaktır. Çünkü veli öldüğü zaman maneviseyri durmamakta, devam etmektedir. Ölüm olayı bu manevi seyri kat be kat artırmaktadır. Çünkü velininayağına artık nefis, dünya ve şeytanlar dolanmamaktadır. Ama ölmüş şeyh ancakolgun müride, yani rabıtada az çok feyzin, nurun varlığını hissedebilen sofiyeyarar sağlar. Yeni müritlere canlı şeyh kadar iyi gelmez. Fayda sağlamaz. Bununen başlıca sebebi nefsin ölmüş şeyhe fazla muhabbet duyamamasıdır. Hâlbukirabıtada nefsi ezmek, yok kılmak yanında şeyhe muhabbet duymak da çokönemlidir. Çünkü nefis ölmüş şeyh ile daima ölümü hatırlar, ölüm de nefse hoşgelmez. Bu yüzden ölmüş bir şeyh ne kadar yüce bir makamda olsa da canlı şeyhkadar müride yararlı olmaz. Tabii bir de sofinin yaşadığı hallerini anlatmasıve sıkıntılarında ona yardımcı olması, yol göstermesi açısından canlı bir şeyhmutlaka gereklidir.
Allahcümlemize gereği şekilde rabıta nimetinden yararlanmayı nasip eylesin. Âmin.
Muhsin İyi
 
               
               

 

Seo4Smf 2.0 © SmfMod.Com | Smf Destek