Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Undefined index: googletagged in /home/tsstfrm/public_html/Sources/GoogleTagged-Integrate.php on line 35
Muhammed İkbal

Gönderen Konu: Muhammed İkbal  (Okunma sayısı 5270 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı stalker

  • Grupsuz
  • *
  • İleti: 1986
  • Cinsiyet: Bay
Muhammed İkbal
« : Eylül 19, 2008, 02:30:31 ÖÖ »
Muhammed IKBAL

(1873-1938)


1873 de Pakistan‘in Pencap eyaletine bagli Seyalkat kentinde dogan Muhammed Ikbal mutasavvif bir anne babanin ogludur. Babasi Muhammed Nur çok muttaki birisi olarak hem din, hem de dünya isleriyle mesgul olurdu. Geçimini ise çalisarak elde ederdi. Ikbal‘in annesi de tipki babasi gibi ehli takva birisiydi. Hatta beyi rüsvet almakla ün yapmis birinin yaninda çalisirken, acaba bunda da rüsvet var mi düsüncesiyle çok defa beyinin kazancindan yemekten sakinirdi. Ancak daha sonra beyinin kazancinin rüsvetle ilgisi olmadigina kanaat getirerek ondan yerdi. Muhammed Ikbal‘in devamli Kur‘ani Kerim okumakta oldugunu gören babasi, bir gün ona Kur‘ani Kerim‘i anlamak istiyorsan, ‚sana indiriliyormus gibi oku‘ dedi.

Ikbal çocuklugundaki ilk egitimini evinde babasindan aldi. Daha sonra Kur‘ani Kerim‘i okumak için medreseye gitti ve büyük bir kismini ezberledi. Bu merhaleden sonra babasinin arkadasi Mir Hüseyin‘in görev yaptigi bir okula gitti. Mir Hüseyin Arapça ve Farsça hocasi olarak Ikbal‘e Islâmi edebiyatini sevdirdi. Burayi bitirdikten sonra Pencap eyaletinin baskenti Lahor‘a giden Muhammed Ikbal, orada hükümete ait bir okula girdi.

Zaten Lahor bir çok lisenin bulundugu bir sehirdi. Burada felsefe ve Ingilizceden ögretmenlik diplomasi alan Ikbal, Lahor‘da dogu dilleri fakültesine hoca olarak tayin edildi. Iste Muhammed Ikbal bu devrede siir yazmaya baslayarak yavas yavas ismini duyurdu.

1905 de Londra‘daki Chambrich üniversitesine girmek için Ingiltere‘ye giden Ikbal, oradan felsefe ve iktisat bölümünü üstün bir derece ile bitirerek mezun oldu. Londra‘da üç sene kadar kalan Ikbal, burada Arap dili ve edebiyâti fakültesinde hocalik yaparken bir taraftan da çesitli Islâmi konularda bir dizi konferans verdi. Bu konferanslari onun Londra‘da çok taninmasina sebep olmustu.

Yine Londra‘da kaldigi müddet içinde hukuk üzerine okuyan Ikbal savcilik diplomasini aldiktan sonra Almanya‘ya giderek Münih Üniversitesinde felsefe dalinda doktora yapti. 1908 de Hindistan‘a döndügünde, onun yazi ve siirlerine hayranlik duyanlar tarafindan büyük bir coskuyla karsilandi.

Ikbal Hindistan‘daki çalisma hayatina avukat olarak baslarken onun bu görevdeki çalismasi, dogruluk ve emanete örnek olarak gösteriliyordu.

Hakliligina inanmadigi ve hakkini alamayacagi kisinin davasina bakmazdi.

Daha sonra Lahor‘da hükümete ait bir okulda Arap dili ve edebiyati bölümünde hocaliga devam eden Ikbal, bu görevinde fazla kalmayarak ayrildi.

Hocalik görevinden istifa edisinin sebebi kendisine soruldugunda cevaben: “Ingilizlere hizmet etmek zordur. Ben istedigimi insanlara anlatamiyordum. Simdi ise hürüm, diledigimi söyler ve diledigimi yaparim” diyordu.

Hükümetteki bu resmi görevinden istifa etmesine ragmen hiç bir zaman egitim ve ögretim islerinden geri kalmamisti. Devamli olarak Lahor‘daki Islâm akademisiyle irtibat halinde olan Ikbal orada dersler verirken, çesitli üniversitelerde de ilmi konferanslar veriyordu. Bu arada Af gan hükümetinin daveti üzerine Afgan egitim komisyonuna da istirak etmisti.

Muhammed Ikbal ülkesinin siyasetine de katilmis ve halkini bu konularda yönlendirmisti. Onun bu konudaki düsüncesi ise: “Siyaset; çalismak, izzet ve serefe davet etmektir.” seklinde idi.

Müslüman Hintli mücahitler adiyla yazdigi siirleri Hindistan‘daki müslümanlarin hareketlenerek Ingiliz sömürüsüne baskaldirmalarinda büyük tesiri olmustu. 1926 da Pencap eyaletinden Hukuk Komisyonuna seçilen Ikbal ayni zamanda “Rabitatül Islâmiye” adli merkezi Suudi Arabistan‘da olan bir cemiyette de çalismalar yapmisti.

1930 da Pakistan devletinin kurulusu konusunda kendisine has görüsüyle insanlarin huzuruna çikan Ikbal Hindistan‘in bölünmesinin din, irk ve dil esasina göre taksimini öngörüyordu. O zaman bu görüsünü daha sonra Pakistan devlet baskani olacak olan Muhammed Ali Cinnah‘a anlatirken, siir ve konusmalarinda bu düsüncesine oldukça fazla yer vermisti. Daha sonra 1932 de Londra‘da anayasa hazirlamak için olusturulan ve çok uzun münakasalara sahne olan kongreye katilan Ikbal, o sirada siddetli ve uzun sürecek bir hastaliga yakalanir. Doktorlarin gayretlerine ragmen bir türlü iyilesmeyen Ikbal ölümü tebessüm ve riza ile karsilayarak 1938 de Allah‘in rahmetine kavusur. Iste bu siralarda Ikbal ölümle ilgili olan su siirini yazmisti:

“Ölümü ve aciyi mutluluk ile karsilamak

Müminin alametlerindendir‚

Muhammed Ikbal ehli takva bir evde dogup büyüdügü ve babasinin arkadasi olan Mir Hüseyin‘in tesirinde çok kaldigi için takvaca ve sahsiyetinin olgunlasmasi konusunda oldukça ileri bir merhaledeydi. Çünkü Üstad Mir Hüseyin talebelerine özellikle akide, Islâmi sahsiyetin olusturulmasi ve Islâm edebiyati konularinda çok tesir ediyor ve onlari üstün birer sahsiyet olarak yetistiriyordu.

Ikbal çok zeki ve ince duygulu birisiydi. Daha çok genç yaslarindayken siir yazmaya baslamisti.

Bu siirler daha sonralari çesitli dilere tercüme edilmisti. Ikbal‘in siir ve edebiyat bakimindan büyük bir kabiliyete sahip olmasi onun kültürel açidan üstün bir egitim aldiginin ve Islâmi bakimdan olgunlugunun bir göstergesidir.

Henüz 33 yaslarinda iken felsefe, iktisat, hukuk ve edebiyat gibi bir çok ilimlerde tahsil görmüs ve üstün derecelerle diplomalar almisti. Bu konularda yazdigi eserlerden bazilari çesitli dillere çevrilerek bu üstün sahsiyetin fikirlerinden baskalarinin da istifadesi saglanmisti.

Ikbal belki bir vaiz ve filozof degildi ama her seyden önce Allah‘a samimi olarak iman etmis cesaretli, kendine güvenen ve düsüncelerinde belirli özellikleri olan bir kisiydi. O siirlerinde hayatin gerçeklerine bakar, fitratindaki siire olan yatkinligiyla bu konulari en tesirli bir sekilde izah ederdi. Iste Ikbal bu vasiflariyla büyük ve gerçek bir mücahid. olarak ortaya çikmaktadir.

IKBAL‘IN ISLAH YOLUNDAKI ÇALISMALARI

Muhammed Ikbâl hayata bakis felsefesini ve görüslerini siirlerinde islemistir. Onun islah yolundaki belli basli düsünceleri sunlardir:

1- Muhammed Ikbal Islâma ve müslümanlara hayranlikla dolu bir müslümandi. Ona göre müslümanin topraginda sinir olamazdi. Çünkü bütün müslümanlarin vatani birdir. Ikbal‘in bu konuda yazmis oldugu bir çok kahramanlik destanlari vardir. O dogusuyla ve batisiyla bütün müslümanlari kusatmistir.

Ona göre insanligin saadetini gerçeklestirecek . tek hükümet Islâmdir. Siirlerinde sürekli olarak Islâmiyetin devlet olarak yasandigi ve beseriyete gönderildigi devirleri islerdi.

Ikbal Islâm ümmetinin hiç bir zaman yok olmayacagini çünkü Islâm ümmetinin ebediyyen kalici deger üzerine bina edildigini söylüyordu. Diger taraftan da üzülerek Islâm ümmetinin aci hallerini dile getiriyordu. Bir siirinde bu konuyu söyle gündeme getirmistir:

Hak olan ezan devamli aralarinda olan

Islâm ümmeti ebedi kalacaktir.

La ilahe illallah‘in askindan kalbler

tutusmaktadir.”

calig29.gif (54211 Byte)Eger geçmisinde Islâm medeniyetini yasamis herhangi bir yere gitse oranin maziye karismis halini hatirlar ve üzülürdü. 1908‘de Avrupa‘dan Hindistan‘a dönerken Sekille Adasina ugramis eskiden oranin Islâm medeniyetine besik oldugunu hatirlayarak kendi kendine:

Göz yasiyla degil kan akitarak agla.

Iste burasi Islâm medeniyetinin gömüldügü yerdir.

diyerek aglamistir. 1932 de Londra‘daki kongreden dönerken Ispanya‘ya ugramis, orada Kurtuba Mescidini ziyaret ederek mü‘min bir sair olarak Islâm medeniyetinin bir harikasi olan bu caminin önünde bir müddet duygulu duygulu durduktan sonra senelerden beri ezan okunma mis ve içinde namaz kilinmamis bu camide iki kere kat namaz kilmisti.

Ikbal müslümanlarin gelecegi konusunda oldukça iyi düsünceler ve ümitler besleyen birisiydi. Bir gün Kurtuba‘da "Büyük Vadi" isimli nehrin kenarinda durmus söyle diyordu:

Ey sanli nehir su anda senin kenarinda duran kisi çok güzel bir hayal içindedir.

Bu adam gelecegin aynasinda yeni bir dönem görmektedir.

Bu dönemin müjdeleri gözükmeye basladi. Fakat henüz insanlarin gözünden sakli durumdadir. · Eger Avrupa bu dönemi su anda farketse aklini kaybedip deliye dönerdi.

Muhammed Ikbal‘in Avrupa‘da egitim görüp onlarin arasinda uzun bir müddet kalmasina ragmen hiç bir zaman onlarin kültürlerine aldanma misti. O Avrupa medeniyetinin insanlari kardes yapacagina, insanliga saadet getirecegine inanmiyordu. Çünkü Avrupa‘nin medeniyeti sadece maddi bir medeniyetti Evet bu medeniyet ilmiyle ve organizesiyle tüm dünyaya boyun egdirmisti ve kendi gayesi için tabiatla alay ediyordu. Ama imandan yoksun oldugu için saskinliklar içinde aciyla kivranmak taydi. Bu medeniyet islah etme ve merhamet

etme özelligine sahip degildi. Iste bundan dolayi devamli olarak müslümanlara özellikle de gençlere bu medeniyetin gösterisine kanarak onun tuzagina düsmekten sakinmalarini söylerdi.

Ama maalesef ümmetten bazilari bu tuzaga düserek bütün izzetlerini kaybederek zayifladilar ve varliklarini yitirdiler. Ikbal yazi ve siirlerinde müslümanlari derinlemesine Islâmi ögrenmeye çagirirdi. Çünkü “müslümanlarin izzeti ve hürriyeti, Islâmin asil kaynagi olan Kur‘an ve sünnettedir” diyordu. Ne zaman Islâmdan ve Resulullah‘tan bahsetse, gurur ve iftiharla söyle derdi:

“Eger yildizlar ve gezegenler boyun bükerse buna hayret etmeyiniz. Çünkü ben kendini yollarin rehberi, peygamberlerin sonuncusu ve insanlarla cinlerin önderi olan Hz. Muhammed‘e baglayarak, onun bereketli ayak tozuna karisarak bahtiyar insanlarin gözüne sürecekleri sürme oldum."

2- Ikbal‘in görüslerinin temelini, en çok ehemmiyet verdigi nefsi terbiye konusu olusturmaktadir. Çünkü insanin saadeti ve hayatin temeli, nefsi terbiyeden kaynaklanmaktadir. Iste bunun için ikbal sürekli olarak kisinin kendisini bilmesine ve bu yolda ardi arkasi gelmeyecek olan devamli bir cihada çagiriyordu. Bu cihad önce nefse karsi verilmeliydi.

 

Ikbal cihad ve çalismada hayat; tembellik ve uyusuklukta da ölüm oldugunu söylerdi. Yine ona göre insanin kendisine güvenmesi ve devamli olarak nefsini zorluklara karsi kuvvetli olabilecek sekilde hazirlamasi kisiye mutluluk vermektedir. Kisinin kendisine güvenmesi,konusunda söyle diyordu:

“Baskalarinin nimetlerinden kendi rizkini arama. Isterse günesin kaynagindan gelmis olsun hiç kimseden, su bile isteme. Allah‘a güven ve çalis. Bu serefli Islâm ümmetinin yüzünü utandirma. Bir gün Hz. Ömer at üstünde giderken elinden kamçisi düstü. O etrafindakilerden hiç birinden onu kendisine vermelerini istemeyip, bizzat atindan inerek kendisi almisti.”

Iste insan nefsini sehvetlerden ve çesitli korkulardan alikoyar ona hakim olursa baskalari o insana hükmedemez. Islâm bu nefsi terbiyeye çok büyük önem vermekte ve kisiyi kendisini olgunlastirmaya çagirmaktadir. Nefsini güzel ahlak ve faziletlerle süslemesini istemektedir. Islâm, nefsi terbiye etmeyi kendine has usullerle gerçeklestirmektedir.

Örnegin inanç konusunda nefsi süphelerden, korku ve sehvetlerden men ederek gerçek tevhidi insanin kalbine yerlestirerek devamli olarak onu tembellikten alikoyar onu çalismaya ve istikbale dair hazirliklar yapmaya tesvik eder. Iste Islâm inanci bu vasiflariyla her türlü zorlugu yenerek asmakta ve insanlik için gerçek hürriyeti ve esitligi saglamaktadir. Ikbal bu düsünceleriyle ayni zamanda Hindistan‘da yaygin olan ve bazi usüllerinde Islâma zit hareket eden tasavvufi anlayisa da karsi oldugunu ortaya koymus oluyordu. Çünkü o zamanlar Hindistan yarimadasinda hurafelerle karisik bir çok tasavvufi akim vardi ki, bunlar genel olarak “Vahdeti Vücut” inancinda olup, görünen varligi inkar esasina dayaniyorlardi. Ikbal onlari Islâmi olmayan tasavvufi akim diye isimlendirmisti.

3- Ikbal‘in gerçeklestirmek istedigi hedeflerden birisi de Dünya Islâm Devletinin kurulmasiydi. O her ne kadar kisinin ferdi degerini idrak etmis ve görüslerinin aslini nefsi terbiye olusturmussa da bunu da yeterli olmadigini biliyordu. Onun için ferdi cemaat için, cemaati da fert içinbir ayna kabul ediyordu. Eger fert görevini yerine getirmese bu noksanligin cemaata da siçrayacagina inaniyordu. Ona göre fert kendisini iyi yetistirirse cemaattaki görevini daha iyi yapacaktir. Eger hata yapsa iyi yetismis cemaat onu ikaz edip düzeltecektir. Bu konuda bir siirinde söyle diyor:

“Eger fert bir cemaata mensup olsa tipki bir damla iken nehir olur.

Artik onun ruhu, bedeni, açigi ve gizlisi, her seyi bagli bulundugu toplumuna ait olur.”

Iste bu cemaatin elbette bir davasi ve onlari birarada tutan prensipleri olmalidir. Yine bu hedeflerin gerçeklesmesi ferdin ve cemaatin saadetinin saglanmasi lazimdir. Ayrica bu hedefler bütün beseriyetin saadetini de saglamalidir. Ki, iste Islâm tüm insanligin mutlulugunu gerçeklestirecek tek din olarak ortadadir.

Bunun için Ikbal bütün müslümanlari içine alabilecek ve insanligin saadetini saglayacak olan bir Islâm devletinin zaruri oidugunu devamli söyliyerek Islâmi devletin gerçeklesmesi yolunda çok gayretler sarfetmistir.

O bu çalismalari esnasinda hiç bir zaman herhangi bir irki taassuba düsmemistir. Müslümanlar için muayyen bir topragin olmayacagini esasta Islâmin tatbik edildigi yerin müslümanin vatani olduguna inanarak söyle derdi:

“Irkçilik taassubu Islâm ümmeti arasindaki irtibati ve Islâmi iliskileri kesmistir.”

Iste Hindistan‘da yasayan müslümanlar için müstakil bir Islâmi devletin olmasini, bu devletin inançta ve hedefte bütün müslümanlari bagrina basmasi gerektigini söyleyerek, Pakistan‘in kurulusuna temel hazirlayanlardan birisi olmustu. Ikbal‘in çalismalarinin neticelerinden en önemlisi, kendisinin ölümünden yedi yil sonra 1947 de Pakistan devletinin kurulmasi olmustur. Çünkü bu devletin kurulmasiyla birlikte Hindistan‘da bir taraftan hindularin zulmü altinda ezilen, diger taraftan Ingilizlerin sömürgesi altinda olan Hintli müslümanlar biraz olsun emniyete kavusmuslardi.

Pakistan Islâmin hükümlerinin tatbik edilmesi için kurulmustu. Elbette orada müslümanlarin sözü geçmeli ve huzur bulmaliydilar. Gerçi Pakistan kurulusundan simdiye kadar bir çok olumlu asamalar geçirmistir ama henüz arzu edilen seviyeye ulasmamistir.

Pakistan‘in kurulusu hakkinda bir arastirmacinin dedigi gibi, kisa sürede devlet olan ve islah yolunda ilerlemeler yapan Pakistan‘in Islâm devleti olma gayretlerini küçümseyemeyiz.

Allah rahmet etsin.
[/color][/b]
« Son Düzenleme: Eylül 19, 2008, 02:31:27 ÖÖ Gönderen: stalker »

Çevrimdışı stalker

  • Grupsuz
  • *
  • İleti: 1986
  • Cinsiyet: Bay
Muhammed İkbal
« Yanıtla #1 : Eylül 19, 2008, 02:31:54 ÖÖ »
YAPITLARI

    Esrâr-ı Hodî (Esrar ve Rumûz,1915)
    Rumûz-i Bî-hodî (1918)
    Peyâm-ı Maşrik (Şarktan Haber,1924)
    Bâng-ı Derâ (1924)
    Zebûr-i Acem (1927)
    Cavidname (1932)
    Misafir (1934)
    Bâl-ı Cibril (Cebrail'in Kanadı,1935)
    Pes Çi Bâyed Kerd Ey Akvâm-ı Şark (1936)
    Zarb-ı Kelîm (1936)
    Armagân-ı Hicaz (1938)

TÜRKÇE'DE MUHAMMED İKBAL

    Cavidname, Muhammed İkbal, Çeviri: Ahmet Metin Şahin, Irmak Yayınları, Bursa, 1996
    Cavidname, Muhammed İkbal, Çeviri: Annemarie Schimmel, Kırkambar Yayınları, İstanbul, 1999
    Benlik ve Toplum (Esrar ve Rumuz), Muhammed İkbal, Çeviri: Ali Yüksel, Birleşik Yayıncılık, İstanbul, 1999
    Şu Masmavi Gökyüzünü Kendi Yurdum Sanmıştım Ben, Muhammed İkbal, Çeviri: Halil Toker, Şule Yayınları, İstanbul, 1999
    Aşk ve Tutku On Uzun Manzume, Muhammed İkbal, Çeviri: Celal Soydan, Akçağ Yayınları, Ankara, 1999
    Cebrail'in Kanadı, Muhammed İkbal, Çeviri: Ahmet Kızılkaya, Kırkambar Yayınları, İstanbul, 2000
    Cavidname, Muhammed İkbal, Çeviri: Halil Toker, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2002
    Esrar ve Rumuz, Muhammed İkbal, Hazırlayan: Ali Nihat Tarlan, Sufi Kitap, İstanbul, 2005
    Kulluk Kitabı, Muhammed İkbal, Çeviri: Emine Altay Öztürk, Sufi Kitap, İstanbul, 2006

Çevrimdışı stalker

  • Grupsuz
  • *
  • İleti: 1986
  • Cinsiyet: Bay
Muhammed İkbal
« Yanıtla #2 : Eylül 19, 2008, 02:35:04 ÖÖ »
DÖRTLÜK  I

Soruyorsun, göğsün içindeki gönül ne demek
Soruna yanıtım şudur:
Gönül aklın tutuşmasıdır ve acı çeken yürek
Bunlarsız o sadece çamurdur



DÖRTLÜK  II

Nereli olduğumu soruyorsun bana
Ben, ömrümce kendi içine kıvrılan adam;
Başıboş bir dalgayım ki okyanusta
Yokum, kendime kıvrılmasam

DÖRTLÜK'LER


Var olan soluktur senin göğsünde, gönül değildir
Nerde insanlığı devindirecek güç, o soluğunda değildir
Aş aklını aş ve ötesine geç, çünkü bu ışık
Yolu gösterir de varacağın yer değildir


***
Ben bu dünyada mıyım yoksa ayrı mıyım
Dünyayı gören biri miyim tepeden tırnağa dünya mıyım
O Allah kendi mekansızlığında sürekli durur
Yeter ki söyleyin artık bana: ben neredeyim


***
Benim toplumu fitilleyecek sevgilim nerede
Benim ışığım, her şeyi olduğum nerede
Derler ki, o yüreğin dipsiz kuyusundadır
Allah bilir, gövdemde, o yüreğin yeri nerede


***
Damarlarda akan o tükenmiştir artık
O yürek o aşk da yitip gitmiştir artık
Namaz oruç hac kurban hepsi var da
Ama sen tanrısal aşk, bir sen yoksun artık


***
Zaman her zaman sürüp gitmektedir
Ama bil şunu gerçek tektir gerisi teranedir
Gören kimmiş bugünü gören kimmiş yarını
Senin zamanın yalnızca bugün süregidendir


***
Benlik gücü ile şu kalımlı dünyaya egemen ol
Rengin ve kokunun gizine erenlerden ol
Bir kıyın olsun, denizin kıyıya sarıldığı gibi
Ama kıyının kötülüklerinden eteğini sakınan ol





Çevrimdışı stalker

  • Grupsuz
  • *
  • İleti: 1986
  • Cinsiyet: Bay
Muhammed İkbal
« Yanıtla #3 : Eylül 19, 2008, 02:37:45 ÖÖ »
YERYÜZÜ KİMİNDİR

Toprağın derinliğinde tohuma can veren kim
Deniz dalgalarından bulutları göğerten  kim

Ufuklardan bitkilere yaşam sunan rüzgârı estiren kim
Yeryüzü kimindir, o baktığın güneşin ışığını gönderen kim

Buğday başağının gözelerini inci ile dolduran kim
Mevsimleri sırasıyla değişme özelliği veren kim

Ey toprak ağası bu topraklara bir bak senin mi ki, değil
Babanın tapulu malı değil, benim değil, bilirim kimdir kim




ÖZÜ GEÇİCİ OLAN GÜZELDİR GERÇEKTEN

Allah'a sordu bir gün güzellik:
Sen beni niçin sonsuz kıldın ki dünyada

Yanıt geldi: bir resim atölyesidir dünya
Uzun bir yokluk gecesinin öyküsüdür

Rengi ile ortaya çıktığından değişim
Özü geçici olan güzeldir gerçekten

Ay yakınlardaydı, duydu bu konuşmayı
Söz yayıldı gökyüzünde, duydu seher yıldızı bile

Yıldızlardan duyduğunu şebneme anlattı seher
Göğün sözlerini iletti yerdeki ailesine

Şebnemin haberiyle çiçeklerin gözleri yaşla doldu
Goncanın küçücük yüreği gamdan kanla doldu

Bahar ağlayarak çekip gitti bahçeden
Gezmeye gelen gençlik, yaslara bürünüp gitti hemen

Çevrimdışı stalker

  • Grupsuz
  • *
  • İleti: 1986
  • Cinsiyet: Bay
Muhammed İkbal
« Yanıtla #4 : Ekim 05, 2008, 10:17:06 ÖS »
"Aşk kılavuz istemez, tek başına yol alır." Muhammed İkbal

Bu günlerde çok gösterişli oldun sevda...Aşk'ın adını ne de pervasızca kullanır oldun öyle.Sende ey sevgi.Sende iştiyak! ve hatta sen : şehvet.
Sana kurban olsun canlar, feda olsun, faimal olsun, utanmazlığı marifetuşşeytanla süsleyenler; senin nefsi ezip geçen postallarına kurban olsunlar.

Eğer göremeyen,duyamayan,hissedemeyen,felçli bir materyalist ise nefsiniz, ona iman edeceği dilden hitab etmeniz gerek. Kavramsallık kafir nefsinizi doyurmuyor ise o zaman ona son defa istediğini verin : beden.

Teknik bir mesele olarak kavramları dürtüklemeniz gerek.En iyi yollarından birisi de kavramıa beden büründürmektir. Yiyen, içen, duyan, söyleyen, ağlayan, gülen, canı acıyan, can yakan... Eğer beni böyle gören olursa, bana beden büründüren olursa, nefsi beni bile görür.

Aşk herşey gibi Allah'ın zatında zirvedardır.Küçük gönüllerde acak kırıntıları dolaşıyor olsa gerek. Alimlerin gönlünde ise endamı.
Aşk herşey gibi pare-i Allah'tır...Pare'nin zerratı ise emanettir. İnsanlar o emanetin tecelligahıdır. Orada barındığı zaman insanda birtakım sıfatlar zahirileşir. İnsan belirginleşir bu ışığın ihtişamıyla.

Biz güneşte görenler bile değiliz. Biz güneş sayesinde görenleriz. Güneşin ışık hüzmelerinin tenezzülgahı. Üstümüze demet demet aydınlık geldiğinde bunu tutamayız üstümüzde. Işıkla insanın oyunu : futbolcunun kafasına çarpıp topun kaleye girmesi.

Fakat ışık yayarsak? Işık demetlerinin kaynağı biz olursak? İşte aşk bunu yapar. Karanlıklar alemi kabz-u perişan, ruz-u zifir ettiği vakitte, hangi tepenin arkasından görünsek, "taleal bedru aleyna , min seniyetil veda" nağmeleriyle karşılanacak, gönül semavatında bulutların önüne rıza ipliğiyle, sevgi iğnesiyle dikileceğiz.

İnsan artık aşk olmuştur. Zahirileşmiştir. Artık kanlı canlı bir bedendir. Hayır hayır ! Kanlı canlı bir beden, artık aşktır. Şimdi O şems,kutup yıldızı, kamer, rüzgar, kuzeye bakan yosundur ve hatta şimşektir.
Yürümeye başlar. Arkasında saflar olur. Kaşifler pusulasını kırar atar ve gemileri -karada bile- yürütürler. Aynalar ona çevrilir, ve klorofiller onu yudumlamaya başlar.

Aşk'a bürünen beden keşşaftan avama kadar her ferdin haritasıdır. O tek başına yol alır. Fakat herkes onun yolunu alır. Önden gider, sağlam gider ve varır.

Çevrimdışı stalker

  • Grupsuz
  • *
  • İleti: 1986
  • Cinsiyet: Bay
Muhammed İkbal
« Yanıtla #5 : Ekim 05, 2008, 10:19:14 ÖS »
İnsana sığabilene kainat, kainata sığamayana insan derim. Muhammed İkbal

İç içe geçmiş kümeler bütünü olan zahiriyet, demek ki bir hiyerarşik düzen içinde birbirinin heybesi,mekanı ve alt kümesidir...Allah'ın ilmi ise yeri ve göğü kuşatmıştır(kapsar).
iç içe geçmiş kümeleri tahayyul etmeye başlayacaksanız hücreden,atomdan başlamalısınız. Düzene,intizama,kudrete(ihsanullah olan),o küçük boyutuyla büyüğe olan benzerliğine.

Bir çekirdek etrafında dönen elektron ve protonların seyri ne çok andırıyor semevatın üst katlarında, şemsin etrafında dönen burucu.İşte bu teknik benzerlik bile hüşyar müslümanı harekete geçirecek,heyecanlandıracak, bilmeye sevekedecek bir mahiyettedir.


Semevata tırmanma arzusunda olanlar fakat buna imkanı olmayanlar, bir elektron mikroskobu bulup atomun yapısına indiği vakit ne çok keşiflere mazhar olacak kim bilir.hemde semavat hakkında malumata....


Astronomiyle yakın ilgili, ona düşkün bir derecede alakadar olanı da atoma davet etmez misinz? gelde şu dönüşü bir de şu persfektiften seyret...hayranlığını katla...bak o kendinden büyüğünü ve kendinden küçüğünü gören gözünle.

Bir ses büyütecyle vücudunuzu dinlediğiniz zaman bile -ki çok basit bir düşünselliktir- sanki içeride kainatta hangi muazzam makina varsa içimizdeymiş gibi gürültüler duyarız...sanki içeride niagaralar kat kat yukarıdan aşağı tonlarca su dçküp altta gürül gürül akan nehirleri besliyor, volkanlar patlıyor, uzuvlar kıyamet koparırcasına çalışıyor yani sanki kainat içeride dönüyor...sankisi kalmadı bu işin !

İkbal hazretleri kainatı insandan küçük bir kavram olarak arzettiğinde şunun farkında idi, insan için yaradılan kainat, yaratılma sebebi olandan daha büyük ve ihtişamlı olmayacaktı.

Havanın insanın etrafını, her türlü boşluğu doldurmak istercesine, o boşluklardan içeri sızma arzusuyla delice sardığını, suyun arzın derinliklerinden vücud-u ala'ya girmek için çıldırasıya yukarıya feyazan ettiğini, hayvanatın besilenmek için durmaksızın çiğnemesi çiğnemesi, otun bin defa koparılsada yine doyurmak için toprağı deldiğini ve pürçeşit maddenin insan vücuduna girmek için bir aşk ve hicrankeş heyecanıyla kendisine biçilen rolü en iyi yapma uğraşını ne güzel müşahade ettin ve ettirdin efendim !

Bunda acı bir tokad,bir tavsiye vardır.Kendi kolundan tokat yiyen adamı düşünün.Bu ne acı ve ne acınası bir hale sokar o adamı.O adam ki kendi bedeninden bir parçanın, az veya çok hışmına uğramıştır. Bilememiş, tanıyamamış ve hükmedememiştir...
Kainat madem insan vücudunda bir uzuvdan ibarettir, kainatın bize muhalefete kalkışması işte bu adamın ahvaline benzemez mi? Halbuki bilebilseydik kendimizi ve bilebilseydik onu böyle mi olurdu ya? cebimize koymamız kadar kolay olurdu onu susturmak. Bilseydik böyle mi olurdu ya? Kibriti söndürür gibi volkanlara üflerdik.
İşte bu da ikbal efendinin tavsiyesidir.

 

Seo4Smf 2.0 © SmfMod.Com | Smf Destek