Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Undefined index: googletagged in /home/tsstfrm/public_html/Sources/GoogleTagged-Integrate.php on line 35
Aydınlık Dilencisi

Gönderen Konu: Aydınlık Dilencisi  (Okunma sayısı 1973 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ZiKra

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 456
  • Ummaki, Küsmeyesin..!
Aydınlık Dilencisi
« : Temmuz 23, 2009, 02:05:27 ÖÖ »
Ve ant içerim ki,

Bir mendil işleyeceğim yarına kadar,

Gözlerine sunduğum şiirlerle süslü

Ve bir tümceyle, baldan ve öpücüklerden tatlı;

“Bir Filistin vardı, bir Filistin gene var!”

  Mahmud Derviş

Sina, Golon, tarla kuşları, Galile…

1967.

Sina tepesinde fırtına. Golon’un diğer parçası eksik. Sesiyle bile bir araya gelemeyecek kadar sessizdi kadınlar. Sesiyle bile bir araya gelemeyecek kadar sessizdi erkekler.

Daha birkaç gün öncesinde hayallerini renkten renge boyuyordu

genç kızlar.

Başının üzerinden gitmeyen beyaz tarla kuşları aydınlık dilencisiydi.

Ah evet aydınlık dilencisi!…

Her gece aynı rüyayla uyanıyordu Meryem. Her gece aynı rüyayla uyuyordu.

Yıl 1997. Lakin ona her yıl 1967 idi. O tarihten bu yana durmuştu zaman. Donmuştu kanı tarla kuşlarının. Her yer Sina, her yer Golon, her mevsim kıştı…

“Büyük bir boşluktu gözbebeklerimde taşıdığım gözlerin. Bulduğumu zannederken aniden yitirdim! Kalbimde büyük bir ağırlık.

Aşağı  Galile ve Nasıra ağırlığınca kurşun.

Sana yakın cennet, bana yakın ölüm. Sana yakın gül, bana yakın kan.

Hiç el değmeden tarumar edildi çeyizlerim vay beni!

Nasıra’da, elinde Mushaf, böyle mırıldanırken Meryem, gözlerini kapatıp rasgele bir sayfa açtı Mushaf’tan. Gözlerine takılan ilk ayeti okumaya başladı.

“Hani ta içinden Rabbine seslenerek şöyle demişti; ‘Ey Rabbim! Doğrusu artık kemiklerim gevşedi, saçlarım ağardı. Ama şimdiye kadar, ey Rabbim, sana yönelttiğim duada cevapsız bırakıldığım hiç olmadı.’ ”

(3-4/19)

 
Aradan geçen otuz kış ona ait olan ne varsa elinden almıştı da, kalbindeki sabrı söküp alamamıştı. İçindeki sabrı çığ gibi büyütmüştü yıllarca. Sesleniyordu geceleri ellerini açarak; “Ey halime dilhâh yolcu! Bak hâlâ yok dokunan nemli yarama. Bil beni. Bil Sina’nın, Golon’un ve Galile’nin seni nasıl beklediğini! Camkırığı olmadan direnmelerim,

tut… tut uçurumlarımdan beni.

“Gelecek” diyordu herkese. “Mesih gelecek. Lahuti nefesiyle topraklarımızı tekrar diriltecek. Bizi bize geri verecek.”

Bunlar, 1967’nin kışında, Yahudi bir askerin kurşunuyla, Meryem’in kucağında şehadet şerbetini yudumlayan nişanlısının Meryem’e söylediği son sözlerdi. Hiç durmadan kanayan yüreğine katık etmişti bu sözleri. Her gün Sina tepesine doğru çevrili gözlerini hiç kırpmaksızın bakar, sabrına yoldaş ettiği şiiri mırıldanırdı;

“Yaramın üstünde yürümeyi öğretti bana celladın bıçağı.

Yürümeyi hem de yorulmadan yürümeyi.

Direnmeyi öğretti.

Direnmeyi.” *


En çok da direnmeyi. Yenilgilerin döne döne zafere saplandığı mevsimlerin dalları yeni bahara durmuşken, ince ince kanıyordu bir yerde tenhalar, ardından bir kül bırakarak gidiyordu yaşanmışlıklar. Bize bizi konuşuyordu en boğuk diliyle bu topraklar!

Yağmursuz geçti ömürler! Ömürler yağmursuz geçti!

Biriken bulutlarımın vakitsiz uykusu ah beni…

 

Mesira Meriç


 

Seo4Smf 2.0 © SmfMod.Com | Smf Destek