VEHHABİ MEZHEBİNDEN Suudi hanedanı, bugün Vehhabi mezhebinin temsilcisi olarak hareket etmektedir. Vehhabilik; Suudi Arabistan’da 1745’te kurulan tutucu bir mezheptir. Beni Temim kabilesinden şeyh Muhammed bin Abdülvehhab İslam dinini daha şekilci ve katı bir biçimde yorumladı. Ona uyanlar da Vehhabi diye anılmaya başlandılar. Bunlara göre, hayat, Peygamber döneminde olduğu gibi yürütülmelidir. Namazı terk edenler kafirdir; yani öldürülmeleri gerekir. Peygamber ve evliyadan yardım istemek de ’a ortak koşmaktır. Bu yüzden de evliya mezarlarını hatta sahabenin mezarlarını bile yıkmışlardır. Vehhabiler; türbe yapmayı, mezar ziyaretini, kandil yakmayı ve adak adamayı da yasakladılar. Bunlara göre Vehhabi olmayanların durumu kafirlerin durumu gibidir. Vehhabi olmayan Müslümanları öldürmek ve mallarını yağmalamak inançlarının gereğidir. Buna inanan Vehhabi militanlar; Suudi Arabistan’daki Sünni mezhepten Müslümanları acımasızca kılıçtan geçirmişler.
KİMDİR BU SUUDİLER? Vehhabilik ile Suudi ailesi arasında doğrudan bir bağ vardır. Vehhabilerin bağlandığı mezhebin yayılmasında bu mezhebe giren Necid’in kuvvetli emirlerinden Deriye Şeyhi Muhammed bin Suud önemli rol oynadı. Muhammed bin Suud ölünce yerine oğlu Abdülaziz geçti. Onun devrinde Vehhabilik bütün Arap yarımadasında kılıç zoruyla yayıldı. Vehhabi terör dalgasında Sünni ulemadan birçok kimse öldürüldü. Muhammed bin Abdülvehhab’ın teşvikiyle Abdülaziz, halifeliğini ilan etti. Mekke şerifi Galib, kardeşini, Vehhabileri dağıtmakla görevlendirdi; kendisi de Deriye’yi kuşattı, fakat alamadı (1792). Vehhabiler, çok ziyaret edilen Hz. Hüseyin’in kabrini yıkmak amacıyla Kerbela’ya saldırınca İran Şahı Bağdat’a yürüyeceğini bildirdi (1802) ve bu saldırıyı engelledi. Taif kalesini alan Vehhabiler, bütün Müslüman halkı öldürdüler; dini, tarihi ve edebi eserleri parçaladılar. Kuran’ın delil olarak gösterilmesi üzerine onu bile devre dışı bıraktılar. Din büyüklerinin mezarlarını yıktılar. Abdülaziz’in oğlu Suud, Mekke’ye girerek İslam büyüklerinin mezarlarını yıktırdı. 1803’te Abdülaziz, bir Şii tarafından öldürülünce, yerine oğlu Suud geçti.
“VEHHABİLİK KAFİRLİKTİR” Suud, oğlu Abdullah’ı ordularının kumandanlığına getirdi. Abdullah, Medine’yi kuşattı. Medinelilere Vehhabiyenin esaslarını kabul ederlerse aman vereceğini bildirdi. Suud bin Abdülaziz, kendini Necid hükümdarı ilan etti. Yemen halkından, Vehhabiliği kabul etmelerini istedi; Yemen kadısı bu teklifi reddetti ve Vehhabiliği de kafirlik olarak ilan etti. Suud da buna karşılık, Medine’deki bütün ashap mezarlarını yıktırdı; yalnız Hz. Muhammed’in mezarına dokunmadı. Osmanlı padişahı 2. Mahmut Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’ya, Mekke ve Medine’yi ele geçiren ve hac yolunu kapayan Vehhabileri sindirme görevi verdi.
YARGILANIP İDAM EDİLDİLER Suud ölünce, yerine oğlu Abdullah bin Suud geçti. Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa (TOSUN PAŞA) Medine’ye, oradan Deriye’ye geldi ve kaleyi kuşattı (1816). Deriye alındı (1818). Abdullah esir edildi. Mekke ve Medine’de Vehhabilerin yağmaladığı mallar ele geçirildi. Abdullah, oğulları ve ileri gelen adamlarıyla birlikte İstanbul’a gönderildi. Suudiler İstanbul’da ŞERİAT mahkemesinde yargılandılar; haklarında idam kararı verildi ve İstanbul’da asıldılar. Bu yüzden Suudi ailesi, Türk düşmanlığını miras olarak aldı; hep yaşattı. Suudiler; 1. Dünya Savaşı’nda da İngilizlerle işbirliği yapıp Türkleri arkadan vurdular. Osmanlılar Hicaz’dan çekilince Vehhabi Emiri Abdülaziz, Şerif Hüseyin’i ülkeden çıkardı; Mekke, Medine ve Cidde’yi alarak Necid-Hicaz krallığını kurdu (1923). Bugünkü Suudi Arabistan kralları onun soyundan gelmektedir. Suudilerin Türk düşmanlığının son örneği de Mekke’de Osmanlılardan kalma 300 yıldan fazla tarihi olan Ecyad Kalesi’ni yıktırmaları olmuştur. Kral Abdullah, burada Usame bin Ladin ailesine 31 katlı 11 adet gökdelen inşa ettirdi.
KÖKTENDİNCİLİĞİN ÜSSÜ Suudi Ailesi, Birleşik Amerika ile sıkı işbirliği içindedir. Bu aile, ABD’nin sosyalist sisteme karşı oluşturduğu Hıristiyan kuşağın İslam halkasını temsil görevini üstlenmiştir. Suudiler bu yüzden diğer İslam ülkelerine Vehhabici anlayışa sahip din adamlarını yollayarak oralarda militan yetiştirmeye büyük önem vermişlerdir. Afganistan’da Ruslara karşı başlatılan gerilla savaşını da CIA güdümündeki Vehhabiler üstlenmişlerdir.
Bugün Türk devletler dünyasına katılan Asya Cumhuriyetlerinde, özellikle Fergana Vadisi’nde, Çeçenya’da Vehhabi militanlar mücadele vermektedirler. Usame bin Ladin; Vehhabi mezhebinin yarattığı bir militandır. Türkiye ’de de Vehhabi anlayıştaki hücrelerin oluştuğunu söylemek mümkün hale gelmiştir. Bu durumun kanıtı olarak da 2003 yılında İstanbul’da meydana gelen sinagog ve HSBC binalarının bombalanmasını, İngiliz Konsolosluğu’nun dış duvarının havaya uçurulmasını gösterebiliriz. Vehhabi militanlar bugün Suudi devletin denetiminden çıkmış gibi gözükseler de Suudi Arabistan yönetimi bu mezhebi ayakta tutabilmek için çok kuvvetli bir kolluk kuvvetini çalıştırmaktadır. Vehhabi Suudiler, İslam dünyası içinde Sünniliğin lideri imiş gibi hareket etmekteler ve Türkleri de Hanefi mezhebinden oldukları için Müslüman saymamaktadırlar.
KABE İŞGAL ALTINDA Vehhabi Suudi ailesi, İslam dünyasının halifesi pozunda kabile hayat tarzını sarayda sürdürmektedir. Bin cariye edinerek kadının köleliğini devam ettiren bu zihniyet; Müslüman geçinmekte kimseye fırsat vermez. Buna karşın; Peygamberimizin doğduğu evin yerini pislik içinde bıraktıktan sonra buraya uyduruk bir kütüphane koyarak ziyaretini de engellediler. Bugün Peygamber’in mezarını ziyaret edip dua okumak da bu Vehhabiler tarafından yasaklanmıştır. Fakat; Vehhabi Suudiler Kabe’nin çevresini lüks gökdelenlerle doldurarak burasını bir iş merkezine çevirmiş bulunuyorlar. Kral Abdullah; sarayının kapısını Kabe’nin girişine kadar uzattırmış; Kabe’ye de yer altından yol açtırarak kendisi özel olarak buradan ziyarete gitmiştir.
Bediüzzaman Saidi Nursi 'nin Görüşü:
Zülfikar Mecmuası - s.2315
….Altıncı Risâle Olan Altıncı Mesele - s.2314
İkincisi: Şu asırda maddî fikir galebe çalmış. Esbâb-ı zâhiriye, hakîki telâkkî ediliyor. İnsanlar esbâba yapışıyor. Eğer esbâb-ı zâhiriye bir ayna hükmünden çıkıp nazar-ı dikkati kendisine celbetse, Tevhîd-i hakîkiye münâfi olur. İşte, şu gafil maddî asırdaki insanlar, mütedeyyin de olsa, esbâba fazla sarılmalarına hikmet-i şer'iye müsaade etmiyor. İşte buna binâen, evliyânın ve eâzım-ı İslâmiyenin türbelerine birer mukaddes ziyâretgâh nazarıyla bakmak, o hikmet-i şer'iyeye şu zamanda pek muvafık düşmediğinden, kader-i İlâhî onu tâdil etmek istedi ki, bunları musallat etti.
Üçüncüsü: Şu asırda enâniyet o derece dizgini eline almış ki, çok insanlar birer küçük Firavun ve birer küçük Nemrud hükmüne geçmişler. İşte ehl-i gaflet ve ehl-i dalâlet ve bu mağrur ehl-i enâniyet nazarında kıyâs-ı binnefs olarak, eâzım-ı İslâmiyenin nâmdarlarını, hâşâ enâniyetle itham ettiklerinden, hem o ehl-i gaflet ve dalâlet kendileri 'ı tanımadıkları için, çok şeylere, çok zatlara birer nevî rubûbiyet tahayyül ettikleri bir hengâmda ve sanemperestliğin, başka bir nevi olan heykelperestlerin ve sûretperestlerin gayet müthiş bir riyâkârlık mânâsında olan şan ve şeref peşinde koştukları bir zamanda, eâzım-ı İslâmiyenin türbelerine câhilâne ve müfritâne bir sûrette avâmların takdîs derecesinde hürmetleri, elbette hikmet-i şer'iye noktasında kader münâsip görmedi ki; bu muharripleri Ehl-i Sünnete taslît etti. Onlarla tâdil edecek.
Fakat Vehhâbilerin seyyiât ve tahribâtlarıyla beraber, medâr-ı şükran bir cihetleri var ki, o çok mühimdir. Belki onların tahripkârâne olan seyyiâtlarına mukabil o cihettir ki, onları şimdilik muvaffak ediyor. O cihet de şudur ki: Namaza çok dikkat ediyorlar. Şeriatın ahkâmına tatbik-i harekete çalışıyorlar. Başkaları gibi lâkaytlık etmiyorlar. Güyâ dinin taassubu nâmına tecâvüz ediyorlar. Başkaları gibi dinin ehemmiyetsizliğine binâen şeâir-i diniyeyi tahrip etmiyorlar. Hem, Vehhâbilik az bir fırkadır. Koca âlem-i İslâmın havz-ı kebîri içinde ya erir, ya itidâle gelir; çünkü menbâı hâriçte değil ki, âlem-i İslâmı bulandırsın. Menbâı hariçte olsaydı, çok düşündürecekti...
Elde Kur'ân gibi bir mucize-i bâki varken,
Başka burhan aramak aklıma zâid görünür.
Elde Kur'ân gibi bir burhan-ı hakikat verken,
Münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir?