Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Undefined index: googletagged in /home/tsstfrm/public_html/Sources/GoogleTagged-Integrate.php on line 35
Son İletiler

Son İletiler

Sayfa: 1 ... 7 8 [9] 10
81
Allah İman eden bir Müslüman olarak, bizlerin her konuda düşünerek, araştırarak hareket etmemizi, emin olmadığımız hiçbir konuda, kesin bir kanıt olmadan bir işi yapmamamız gerektiği konusunda, birçok ayetinde uyarır. Araştırma ve kesin kanıt arama konusu yalnız din ve iman konusunda değil, yaşadığımız her konuda araştırmamız gerektiğini, Allah bizlere ayetlerinde bildirmiştir.

Bizler özel hayatımızda buna çok dikkat ederiz, zarara uğramamak için. Alacağımız en küçük eşyada bile yapabileceğimiz en detaylı araştırmayı yaparız ki zarara uğramayalım. Peki aynı titizliği, araştırmayı dini inancımızda yapıyor muyuz? İşte bu soruya üzülerek, ne yazık ki araştırmıyoruz diyebilirim. Neden araştırmıyoruz? Çünkü din adına yaptıklarımızın hemen karşılığını alamıyoruz sabırsız, aceleci tabiatta yaratılmamız, aklı çok fazla devreye sokmadığımız için, bizlerin nefsi duygularında etkili olmuyor. Ama bir ev ya da araba alırken, inanılmaz titiz, dikkatli ve araştırmacı oluyoruz. Çünkü tüm bunlar anlık nefislerimize, çok fazla hitap ediyor da ondan.

Dikkat ederseniz, din söz konusu olunca, bu konuları hepimiz başkalarından bekleriz. Sanki onlar dini anlatmakta, Allah tarafından görevlendirilmiş kişiler gibi görürüz. Sanırım dikkatle Kur’an ı okumadığımızdan olsa gerek, İslam dininde ruhban sınıfının olmadığını, bilmiyormuş gibi yaşarız adeta. Bunun en büyük nedeni, dine çok büyük önem verdiğimizi söylediğimiz halde, ASLINDA PRATİKTE ÇOK FAZLA ÖNEM VERMEDİĞİMİZİ GÖSTERMEKTEDİR. En azından kendimize alacağımız bir araba konusunda gösterdiğimiz titizliği, araştırmayı, din konusunda göstermeyiz. Din konusunda Lafa gelince de, mangalda kül bırakmayız, tabi yalan yanlış sözlerle konuştuğumuzun da farkında bile olmayız. Allah araştırma konusunda bakın bizleri nasıl uyarıyor.

Hucurat 6: Ey iman edenler! Size bir FASIK bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o HABERİN DOĞRULUĞUNU ARAŞTIRIN. (Diyanet meali)

Bakın Allah sizlere herhangi bir konuda bir haber, bilgi getiren kişiye karşı nasıl dikkatle davranın diyor. Ayette geçen FASIK kelimesi tercüme edilirken aynen korunmuş. Peki, fasık ne anlama geliyor, ona bakalım.

FASIK: Özü sözü bir olmayan, Hak yolundan batıla sapmış, Allah ın hükümlerine riayet etmeyen, Kur’an ın sınırlarını tanımayan.

Bakın ayette geçen fasık kelimesi kâfir, yani iman etmeyen anlamında değil, onu hatırlatmak isterim. Belki de aramızda farkında olmadan birçok fasık insan vardır, ama bizler onun fasık olduğunu bilemeyiz. Çünkü din konusunda günümüzde, ne yazık ki her şey bir birine karışmış. HAK OLAN BATIL, BATIL OLAN HAK KABUL EDİLİR OLMUŞ TOPLUMDA. Günümüzde neredeyse genel çoğunluğumuz, Kur’an ın sınırlarını din adına tanımıyor ve diyor ki, Kur’an özet bilgidir, Kur’an da her bilgi yazmaz. Bu durumda neye inanacağımız Allah a değil, beşerin eline kalmış demektir. Buda çok büyük bir tehlikedir. Onun için Allah araştır her söylenene inanma diyor. Bu dini konularda da olabilir, özel yaşamımızda her hangi bir konuda da olabilir.

Allah ayetinde uyarıyor ve ne diyordu? Siz kendinizi temize çıkarmadan, karşınızdaki kişileri suçlamadan kendinizi düzeltmeye çalışın. Kimin en doğru yolda gittiğini yalnız ben bilirim. Bu durumda hiç birimiz yanımızdaki kişi hakkında bir hüküm veremeyiz kolay kolay.

Bakın bu durumda Allah bizi uyarıyor ve size gelen haberin doğruluğunu mutlaka araştırın diyor. Araştırmadan, söylenen habere göre hareket edersen, bilmeyerek istemeden karşınızdaki topluma ya da kişilere zarar verebilirsin ve pişmanlık duyabilirsin diyor. AYETTE DİKKAT ÇEKİLEN, HER SÖYLENENE HEMEN İNANMA, ARAŞTIR DOĞRULUĞUNA EMİN OLDUKTAN SONRA GEREĞİNİ YAP. Zaten Rabbimiz bir ayetinde, nasıl uyarıyordu bizleri hatırlayalım.

İsra 36: HAKKINDA KESİN BİLGİ SAHİBİ OLMADIĞIN ŞEYİN PEŞİNE DÜŞME. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur. (Diyanet meali)

Acaba bizler İmanımızı yaşarken, Allah ın bu uyarılarını, sizce dikkate alıyor muyuz? Din adına Kur’an ın dışından söylenen her sözü araştırıp, Kur’an ın yani Allah ın hükümlerinden onay alıyor muyuz? Ne yazık ki almıyoruz. Daha da ileri giderek, ALLAH IN KORUMASINDAKİ KUR’AN I, DİNİ YAŞAMAK ADINA YETERLİ GÖRMÜYORUZ. Peygamberimizin sözleri olduğunu iddia ettiğimiz hadislerin, Kur’an ı yani Allah ın kelamını açığa çıkardığını, anlaşılır hale getirdiğini söyleyip, hadisler olmasaydı, Kur’an anlaşılmaz kapalı kalırdı diyerek, ne yazık ki çok üzülerek söylüyorum, Kur’an ın önüne hadisler konmuş, Kur’an ikinci plana itilmiştir.

Halbuki Allah biz Kur’an ı anlayasınız, hiç kimseye muhtaç olmayasınız diye, biz nice örneklerle açıkladık diyor ve daha da ileri giderek, SİZLERİ KUR’AN DAN SORUMLU TUTUYORUM, DİYEDE HÜKMÜNÜ VERİYOR. Ne yazık ki bizler Allah ın korumasındaki kesin ve en emin bilgi olan Kur’an ı okuyup anlamamız gerekirken, doğruluğunu hiç araştırıp düşünmeden söylenenlere inanmakta hiçbir sakınca görmüyoruz. Bu yanlış bilgilere inanır ve araştırmadan doğru diye topluma anlatırsak, hem kendimizi hem de toplumu aldatmış oluruz. Bu her konu da geçerlidir, yalnız dini konularda değil.

Kur’an ın dışındaki söz ve bilgileri, ne yazık ki araştırma gereği duymuyoruz. ÇÜNKÜ KUR’AN KESİN VE AÇIK KANIT OLMAKTAN, NE YAZIK Kİ ÇIKARTILMIŞTA ONDAN. KUR’AN KESİN KANIT OLMAYINCA, RİVAYET EDİLEN HERHANGİ BİR SÖZÜ, NEYLE KARŞILAŞTIRACAĞIZ DOĞRU OLUP OLMADIĞINI? Bakın İslam toplumu, öyle bir bataklığa çekilmiş ki, tutunacak tek dal olan Kur’an, adeta gerekli bilgi vermeyen, hatta herkesin anlayamayacağı bir kitap olunca, insanlar inanılmaz bir boşlukta kalmış. Bakın kendilerine, Allah ın gönderdiği kitabın dışından kitaplar edinenleri nasıl uyarıyor Allah.

Kalem 36–37–38–39–40: Size ne oluyor? Ne biçim hüküm veriyorsunuz? YOKSA SİZE AİT BİR KİTAP VAR DA, BEĞENDİĞİNİZ HER ŞEYİN SİZİN İÇİN OLACAĞINI ONDA MI OKUYORSUNUZ? Yoksa “Ne hükmederseniz mutlaka sizindir” diye, sizin lehinize olarak tarafımızdan verilmiş, kıyamet gününe kadar geçerli, kesin sözler mi var? Sor onlara: “BU İDDİAYI ONLARIN HANGİSİ SAVUNACAK?” (Bayraktar Bayraklı meali)

Aslında Kur’an, verdiği örneklerle bizleri çok açık uyarıyor ama düşünüp, araştırıp, Kur’an ile iman edenlere, gereken en doğru yolu Allah gösteriyor. Bakın Allah ın kitabında bahsetmediği onca konuları, din ve Allah adına savunanlara karşı, Allah ne söylüyor, tekrar hatırlayalım.

“YOKSA SİZE AİT BİR KİTAP VAR DA, BEĞENDİĞİNİZ HER ŞEYİN SİZİN İÇİN OLACAĞINI ONDA MI OKUYORSUNUZ?”

Çok daha ilginç ve dikkat çekici olanı ayetin sonunda veriyor. Sor onlara diyor Allah, bu iddiayı mahşer günü, hesabın sorulacağı o çetin gün HANGİSİ SAVUNACAK? Elbette o gün hiç kimse savunamayacak, bunları savunanların nasıl köşe bucak kaçtıklarını görecekte ondan. Sormak isterim, Kur’an ı din ve iman adına yeterli görmeyip, rivayet edilen ama Kur’an ın asla onaylamadığı onca sözleri, nerelerden alıyorsunuz. YOKSA KUR’AN DAN BAŞKA, SİZE AİT BİR KİTABINIZ VARDA, SÖYLEDİKLERİNİZİ ORADAN MI OKUYORSUNUZ?

Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK

https://hakyolkuran1.blogspot.com/
http://halukgta.blogcu.com/
http://kuranyolu.blogcu.com/
http://hakyolkuran.com/
https://www.facebook.com/Kuranadavet1/

82
CUMA HUTBELERİ / Temiz Gıda, Temiz Nesil Demektir
« Son İleti Gönderen: Avon Kasım 02, 2018, 01:59:46 ÖS »
TEMİZ GIDA TEMİZ NESİL

Allah Resûlü (s.a.s), bir gün ashabına ve onların şahsında bütün insanlığa şöyle seslendi: “Ey insanlar! Allah Teâlâ temizdir, ancak temiz olanı kabul eder. Allah, Peygamberlerine emrettiği şeyleri müminlere de emretti.” Peygamber Efendimiz bu sözlerinin ardından şu âyeti okudu: “Ey Peygamberler! Temiz olan şeylerden yiyin, güzel işler yapın. Ben sizin yaptıklarınızı hakkıyla bilmekteyim.”

Allah Resûlü (s.a.s) konuşmasına devam ederek, ashabına bir adamın halini anlattı. Bu adam uzun yolculuklar yapmış, üstü başı toz toprak içinde kalmış, ellerini göğe açmış “Yâ Rab, yâ Rab!” diye yalvarıyordu. Sonra Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: “Fakat onun yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, gıdası haram idi. Peki, böyle birisinin duası nasıl kabul edilsin?”

Kıymetli Müminler!
Yerlerin ve göklerin sahibi olan Allah, uçsuz bucaksız bir kâinat ve bu kâinat içinde insanın hayatını devam ettirmesine uygun bir dünya var etti. Tatlı ve latif sularla, bin bir çeşit leziz yiyecekle çevremizi donattı. Ekinlerin yetiştiği arazileri, meyve bahçelerini, onları büyüten güneşi ve yağmuru lütfetti. Her biri ayrı güzel ve birbirinden değerli nice varlığı insanın emrine amade kıldı.

Sonra da kullarından seçici davranmalarını isteyerek şöyle buyurdu:  “Allah’ın size verdiği helâl ve temiz rızıklardan yiyin ve iman etmiş olduğunuz Allah’ın yasaklarından sakının.” 

Ancak insanoğlu, çoğu zaman Rabbinin verdiği nimetlerden istifade edip yeryüzünü ıslah etmek ve iyiliği çoğaltmak yerine, fesat çıkarıp kendisine ve dünya evine zarar verdi. Şehir hayatının, lüks ve konforun cazibesi karşısında ziraatı, doğal hayatı, dengeli yaşamı terk etti. Kimi zaman tohumların genetiğini bozarak, kimi zaman kimyasal ve yapay ürünlerle tabiatı zehirleyerek tertemiz nimetlere yazık etti. Halbuki toprağımıza, ürünümüze, el emeğimize sahip çıkmak hepimizin vazifesiydi.

İnsanoğlu “Sakın dengeyi bozmayın”  ilahi uyarısına riayet etmeyerek kendi elleriyle toprağı, havayı ve suyu kirletti. Maddi menfaatlere aldanarak, kendisi dışındaki varlıklara ve gelecek nesillere karşı da sorumlu olduğunu unuttu. Oysaki Allah Teâlâ, bizi şöyle uyarmıştı: “Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın…”
 
Aziz Müminler!
Bir toplumda maddi ve manevi tahribat gıdanın bozulmasıyla başlar. Helal haram duyarsızlığı, insanlarda bir bilinç kirlenmesine dönüşür. Ahlaki ve insani değerler göz ardı edilince, yenilip içilenler, üretilip tüketilenler fayda yerine zarar verir. Nihayetinde toplumsal bir yozlaşma gerçekleşir; küçücük dimağların ve gencecik yavruların fıtratı bozulur. Sevginin, saygının ve hoşgörünün tükendiği, kötülüğün, hayâsızlığın ve adaletsizliğin çoğaldığı bir ortam oluşur. Nitekim Cenâb-ı Hak, münafık şahsiyetinden bahisle, “O, senin yanından ayrılınca yeryüzünde bozgunculuk yapmaya, ekini ve nesli yok etmeye çalışır.

Allah ise bozgunculuğu sevmez”  buyurmuştur. O halde, dünya üzerinde huzuru ve barışı yok etmek isteyenler, ekini ve nesli ifsat etmek için çaba göstermektedir. Müminler için bu ayet hem bir uyarı hem de temiz bir gıda ve nezih bir nesil inşa etmeye davettir. 

Değerli Müslümanlar!
Her söz ve davranışımız gibi, her lokmamızın da hayatımızda derin tesiri vardır. İnsan ne yediğine ve ailesine, sevdiklerine ne yedirdiğine dikkat etmekle mükelleftir. Bu dünya bize, biz de birbirimize emanetiz. O halde sorumluluğumuzun farkına varalım; ölçülü ve ahlaklı bir hayatı benimseyelim. Helal kazancın, temiz üretimin, dengeli tüketimin ve sağlıklı nesillerin gayreti içinde olalım.
83
CUMA HUTBELERİ / Ailede Şefkat ve Nezaket Dili
« Son İleti Gönderen: Avon Ekim 26, 2018, 02:00:42 ÖS »
AİLEDE ŞEFKAT VE NEZAKET DİLİ

İslam, cahiliye dönemine ait olan her türlü kötü söz ve alışkanlığın son bulduğu, imanın ve güzel ahlakın hâkim olduğu bir saadet asrı inşa etmiştir. İslam’ın ilk muhatapları olan sahabe-i kiram, iyi huylu, güzel sözlü, halis niyetli insanlardan oluşan seçkin bir topluluktur. Onların ardından gelen nesillere ve bugün bizlere yakışan da ashâb-ı güzîni örnek almaktır. Onların Kur’an ile kıvam bulan, sünnet ile yoğrulan hayat tarzını çağımıza yansıtmak, güzel ahlakın, şefkat ve merhametin öncüleri olmaktır.

Kıymetli Müminler!
Sözün en güzelini, en yakınlarımız hak eder. Nezakete, hoşgörüye, en özenli sevgi ve saygı davranışlarına layık olan, ailemizdir. Bu yüzden Peygamber Efendimiz “Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı olanınızdır. Ben de aileme karşı en hayırlı olanınızım”  buyurmuştur.
Resûl-i Ekrem (s.a.s)’in kendi ailesiyle iyilik ve ihsan üzerine kurduğu ilişkiyi bize model olarak göstermesi son derece değerlidir. Çünkü aile bir ömür boyu sevgi, huzur ve güvenin yaşanacağı en samimi ortamdır.

Aziz Müminler!
Allah Teâlâ, aile ile bize dede, nine, anne, baba, eş, çocuk, torun ve kardeş olmayı lütfetmiştir. Aile, anne yüreğinin güzelliği, baba ocağının bereketidir. Eşler arasındaki sevginin ve sadakatin derinliğidir. Evladın anne babaya gösterdiği hürmet ve ikramın genişliğidir. Kur’an-ı Kerim’de Yüce Rabbimiz aile gibi değerli bir hazinenin önemini bizlere şöyle bildirmektedir: “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması, aranızda sevgi ve merhamet var etmesi Allah’ın varlığının ve kudretinin delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.”

Kıymetli Müslümanlar!
Huzurlu bir aile, sevgi ve fedakârlıkla kurulur. Adalet ve vicdanla ayakta durur. Ülfet ve merhametle korunur. En sıkıntılı anlarda bile, gönül alıcı bir çift söz aileyi birbirine kenetler. Büyük-küçük her cana saygının hâkim olduğu bir ailede, rahmet konuşur, şiddet susar. Kadın-erkek her ferdin şefkat kuşandığı bir ailede, ima ile de olsa can yakılmaz, gönül yıkılmaz. 

Nitekim Sevgili Peygamberimiz hayatı boyunca kimseyi incitmemiştir. Eşlerine karşı daima anlayışlı, sabırlı, nazik ve hoşgörülü olmuştur.  “Mümin bir kimse eşine karşı nefret beslemesin. Onun bir davranışından hoşlanmasa da razı olduğu bir başka davranışı mutlaka vardır”  buyurarak bizleri olumluyu görmeye, insaflı olmaya davet etmiştir.

Muhterem Müslümanlar!
Hayırlı bir mümin, hayatın çilesini onunla birlikte çeken, derdine ortak olan, sevincine eşlik eden aile bireylerinin kıymetini bilir. Onların Allah’ın birer nimeti oldukları kadar, aslında emanet de olduklarının farkına varır. Mümin olmanın yani “elinden ve dilinden emin olunan kimse”  vasfını taşımanın önce ailede başladığını idrak eder.
Hayırlı bir eş, nikâhlanırken verdiği söze sadık kalır. Ahdine vefa gösterir. İyi bir baba, ailesinde adil ve merhametli haliyle sevilir. Aile bireyleriyle iyilik yolunda her daim gönül birliği içinde, kol kola, omuz omuza yürür.

Değerli Müslümanlar!
Aile içinde huzur ve mutluluk, sağlıklı bir iletişimle kalıcı hale gelir. Sevgili Peygamberimiz “Allah’a ve ahiret gününe inanan ya hayır söylesin ya da sussun”  buyurmuş, müminlere daima hayrı dile getirmeyi ve hayırlı olanın peşinde koşmayı öğütlemiştir. Bu öğütlerin muhatabı olarak bizlere düşen de güler yüzümüzü, güzel sözümüzü, takdir ve teşekkürümüzü ailemizden esirgememektir.

Aziz Müminler!
Acısıyla, tatlısıyla ömür yolculuğunu birlikte geçirdiğimiz ailemizin değerini bir kere daha hissedelim. Eşlerimize ve evlatlarımıza karşı müşfik ve nazik olalım. Öfkeyle kalkıp zararla oturmayalım. İncitmeyelim, incinmeyelim. Aksine her hal ve şartta, herkese karşı merhameti ve fazileti kendimize şiar edinelim. Ailede huzursuzluğun sebebi değil, mutluluğun ve güvenin teminatı olalım.

Rabbimizin Kur’an-ı Kerim’de bize öğrettiği şu duayı dilimizden düşürmeyelim: “Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle.”
84
Resimli Şiirler / Mert Olun - Afet İnce Kırat
« Son İleti Gönderen: Müslüm Ekim 23, 2018, 01:56:19 ÖS »
MERT OLUN

Mert olun dedim beyler biraz daha mert olun
Hukukun karşısında doğru dürüst fert olun
Kim dedi; insanların başlarına dert olun
Milletim hak etmiyor kan fışkırtan ayağı
Halktan yiyeceksiniz elbet bir gün dayağı.

İnkar etme açıkla; Ama ekmek parası
İşi mi var milletin ne yapsın fukarası
Çalışmak zorundaydık dağ uçurum arası
Açılan okullarda kaldık biraz aş için
Yuvanın temeline bırakmaya taş için.

Alakam yok derseniz mazlum olan ne desin
Kaçma korkak kuş gibi bir söyle neredesin
Polisleri duyunca kesilir mi nefesin
Sonuna kadar inkar doğru ne zaman gelir
Gök düşer üstünüze kızgın asuman gelir.

Yurtdışına çıkarak rahatına bakanlar
Alakasız isimle insanları yakanlar
İnşAllah sizlere de basacak hafakanlar
Bu karmaşık oyundan çıkacağım ant olsun
Hepinizi mezara tıkacağım ant olsun.

BU DİZELERİ NEDEN YAZDIM

Cemaat denilen oluşumu yaklaşık 20 yıl önce duymuştum. Duyduğumuz kadarıyla inançlı, Allah'ı peygamber efendimizi seven, yardım sever, eğitime ve bilime önem veren kişilerdi. Aralarına girmesem de saygı duyardım. Ben hümanist bir yapıda Cumhuriyetçi bir kadınım ve en önemlisi anayım, anacım. Onun için din, dil, ırk farkı aramam arkadaşlıklarımda ve hep öyle kalmaya çalışmışımdır. Sadece cemaat değil hiçbir siyasi görüşle fanatik bir bağlantım olmamıştır. Onların iç yüzünü gerçekten bilenler ve kandırıldık diye kendilerini aklayanlar bu günkü siyasilerdir. Nasıl kandırıldıkları da meçhul. İlkokul 3. Sınıftan sonra okul yüzü görmemiş bir cami imamı tarafından hem de..

15 temmuzda kötü bir olay yaşadık. Gerçekten kim yaptı Allah bilir. Körü körüne de kimseyi suçlayamam. O geceden başlayarak birkaç gün içinde on binlerce kişi tespit edilip yakalandı. Ne çabuk öğrenmişlerdi hayret edilecek bir durum. Sonra tutuklamalar işten atmalar devam etti. Hapishaneler dolmuştu. Yer açmak için katilleri, hırsızları, ahlak yoksunu tecavüzcüleri serbest bıraktılar ve yeni hapishaneler yapılmaya başlandı. Emniyet görevlileri polis kardeşlerimiz işlerini en süratli biçimde hallederken yargı tamamen durdu. Suçlu suçsuz herkes damgalandı ama aylar geçtiği halde duruşmaları görülmüyor.

Cemaatin ön saflarında olanlar hariç geri kalan hizmet aşkıyla, işsiz kaldığı için onların verdikleri işlerde çalışanlar, diğerlerine göre çok daha başarılı öğrenciler yetiştiren ve devletin izniyle açılan okullarda çocuğunu okutan veliler KANDIRILMIŞ değil SUÇLU kabul edildi. Bana göre onlar suçlu değildiler, devletin sağlayamadığı imkanları diğerleri sağladı. Yuva kurmak için, çocuklarının nafakasını sağlayabilmek için çalışmak zorundaydılar. Nasıl ki madenciler kaderlerinde yazıldığı söylenen göçük tehlikesini yaşayıp yine de çalışmaya devam ediyorlarsa öyle..

İdareci konumunda olanlar kaçtılar. Bazıları da başka isimleri kullanarak sahte kimliklerle, kimlik bilgileriyle telefon hattı alıp işlerine devam ettiler. En çok kızdığım o kişiler. Madem bir iş yaptınız gidip mertçe teslim olun ve suçsuz insanlar kurtulsun. Ya kendinizi aklar ya da cezanızı çekersiniz. İnsanlık bunu gerektirir.

Şimdi çözülmeyin deniliyormuş, sonuna kadar bizlerle olduğunuzu inkar edin! Peki bu işin içinde olanlar inkar ederse hiçbir şeyden haberi olmayan, kimliği kullanılan insanlar nasıl kendilerini savunacaklar? Ekmeğini yiyip, hizmetini edip, nemalanan kişiler şimdi masum insanların savunma hakkını da ellerinden almış olmuyor mu? Belki bazıları masum çok az diyecek ama haksız yere vurulan damga sadece o kişiyi değil tüm ailesini de etkiliyor.

Bunun için öfkeliyim bunun için yazdım.

AFET İNCE KIRAT
85
CUMA HUTBELERİ / Maddi ve Manevi Arınma: Temizlik
« Son İleti Gönderen: Avon Ekim 19, 2018, 03:07:27 ÖS »

MADDİ VE MANEVİ ARINMA: TEMİZLİK

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de, mümini maddeten ve manen temizleyen abdest, gusül ve teyemmümü emrettikten sonra şöyle buyurmuştur: “Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez, fakat O sizi tertemiz kılmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz.”
Okuduğum hadis-i şerifte Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Allah her türlü noksanlıktan, kusurdan münezzehtir, davranışlarında, sözlerinde nezih olan kullarını sever; temizdir, temiz kullarını sever.”

Aziz Müminler!
Temizlik; maddi ve manevi anlamda kirden arınmak, pak ve nezih hale gelmektir. Rabbimizin bizlere emanet olarak verdiği bedeni, iman ile huzura kavuşmuş kalbi duru tutmaktır. Temizlik hem sağlıklı bir hayatın kaynağı hem de mümini kötülükten alıkoyan namaz gibi kıymetli bir ibadetin ön şartıdır.

Kıymetli Müslümanlar!
İslam; maddi ve manevi her türlü temizliğe teşvik eden bir fıtrat ve hayat dinidir. Kâinat daimi bir yenilenme ve arınma içindedir. Yeryüzündeki bütün canlılar, fıtratları gereği temiz olmaya çalışır. Ancak temizlik hususunda, eşref-i mahlûkat olan insanoğlunun bütün canlılar içinde ayrı bir yeri ve sorumluluğu vardır. Nitekim doğayı kirleten de, temiz tutacak olan da odur.

Değerli Müminler!
Temizlik bir yönüyle maddi kirlerden arınmadır. Vücudumuzun sıhhati, iç âlemimizin huzuru temizlikte saklıdır. İnsan olmanın onuruna yakışan vücut temizliği, ağız ve diş bakımı maddi temizliğin başında yer alır. Sevgili Peygamberimiz de ümmetine zor gelmeyeceğini bilse her namaz vaktinde misvakla ağız temizliğini emredecek  kadar bu konuyu önemsemiştir. 

Kıymetli Müslümanlar!
Peygamberimiz (s.a.s), Hira mağarasında geçirdiği inziva döneminden sonra vahiy alarak risâletle görevlendirildiği zaman “Elbiseni tertemiz tut. Her türlü pislikten uzak dur”  emrini almıştır. Önemli olan elbiselerin eski olması değil kirli olmamasıdır. Camilere kirli elbise ve çoraplarla gelmek, nahoş kokularla kardeşlerimize rahatsızlık vermek doğru bir davranış değildir. Mümin, hangi ortamda bulunursa bulunsun temizliğin, zarafetin ve ferahlığın timsali olmalıdır. Allah Resûlü, üzerinde kirli elbiseler bulunan bir adama rastlayınca, “Bu adam elbisesini yıkayacak bir şey bulamamış mı?”  diye buyurmuştur.
 
Beden ve elbise temizliğinin yanı sıra çevre temizliğine dikkat etmek, müminlere namazgâh kılınan yeryüzünün tamamını temiz tutmak dini ve insani bir görevdir. Tabiatta yüzyıllarca kalan ve zehir saçan plastik ve benzeri atıkları rastgele savurmak yerine geri dönüşüm kutularına atmak, çevre ahlakına uygun davranmak gelecek nesillerimize karşı sorumluluktur.

Muhterem Müminler!
Temizlik aynı zamanda insanın manevi kirlerden kurtulması anlamı taşır. Bu yönüyle temizlik, müminin İslâm’la aydınlanan kalbini karanlıktan, kirden, pastan uzak tutmasıdır. Gönlünü kibir, riya, haset, yalan, cimrilik gibi hastalıklardan arındırması; tevazu, dürüstlük, cömertlik, merhamet, edep gibi güzel hasletlerle donatmasıdır. Ruhunun aynası, kalbinin tercümanı olan dilini kaba ve yüz kızartıcı sözlerden, terbiye dışı konuşmalardan, yalan ve iftiralardan beri kılmasıdır.

Göz, kulak, el, ayak gibi azalarını kötülüklerden ve haramlardan korumasıdır. Her işinde helal olana yönelmesidir. Hata ve yanlışlarından tövbe ederek günah yükünden kurtulmasıdır. Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Tövbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, dünyada yolcu gibi yaşayanlar, rükûa varanlar, secde edenler, iyiliği teşvik edip kötülükten alıkoyanlar, Allah’ın sınırlarını gözetenler; işte o müminleri müjdele!”

Aziz Müminler!
İmanımızın gereği temiz ve nezih olmaktır. Dinimizin emri olan maddi ve manevi temizlik kaidelerine dikkat edelim. Ne vücudumuzu bakımsız bırakıp dağınık olalım, ne de bakımlı olmak adına aşırılıklara meyledelim. Dünya ve ahiret saadetini uman müminler olarak temizliğin ve güzel ahlakın örneği olalım. Etrafımıza dış görünüşümüzle umut; söz ve davranışlarımızla huzur ve güven verelim. Temizliğimiz imanımızın delili olsun. İçimiz dışımız, etrafımız tertemiz olsun. 

Kıymetli Müslümanlar!
Diyanet İşleri Başkanlığımız, aziz milletimizin desteğiyle yurtiçinde ve yurtdışında nice camiler inşa etmektedir. Âl-i cenap milletimizin dün olduğu gibi bugün de camilerin yapımına katkı sağlayacağına olan inancımız tamdır. Yüce Rabbimizden niyazımız tertemiz bir bedenle, dupduru bir gönülle yaşam sürmek, camisiz ve ezansız kalmamaktır.
86
Çocuklara Dini Bilgiler / Altın Elma
« Son İleti Gönderen: Serdar Yıldırım Ekim 17, 2018, 12:29:09 ÖS »
Genç bir adam bisikletiyle, dedesini görmek için, Elmalı Köyü’ne gidiyormuş. Genç, uzun süre yol aldıktan sonra toprak yola girmiş. Toprak yolda giderken, bisikletin lastiği patlamış. Bisikletini ilerideki çalılıklara saklamış, dönerken bisikletini almayı umuyormuş. Kestirme olsun diye patika yola girmiş ve sonunda yolunu kaybetmiş.  Genç adam günün ilerleyen saatlerinde gördüğü elma ağacına doğru yürümüş. Işıl ışıl, sapsarı bir elmayı koparmak için uzandığında: “ Dur insanoğlu! O altından bir elmadır, sakın koparma! “ diyen elma ağacının sesini duymuş. Genç adam hangi elmayı koparmak istese aynı sesi duyuyormuş.

Bunun üzerine genç adam: “ Elma ağacı, iyi, güzel diyorsun da, senin dallarında altın olmayan elma yok mudur? “ Diye
sormuş.

Elma ağacı:  “ Yoktur. Elmalarımın hepsi altındandır, çünkü ben altından elmalar üreten bir elma ağacıyım. Bu kadar altın elmayı görüp de altın olmayan elma aramanı şaşkınlıkla karşıladım. Demek ki, gözü tok bir gençsin. Elmaların hepsi senin olabilir ama üç şartımı yerine getirmen gerekir. “
 
Genç adam:  “ Neymiş o üç şartın çabuk söyle. “ demiş.
 
Elma ağacı:  “ Birincisi, kanaat et; ikincisi, yalan söyleme; üçüncüsü, canlıların hayatına saygı duy. Bu şartlarımı kabul ediyorsan elmaları toplamaya başlayabilirsin. Sakın unutma, gölgem seni adım adım takip edecek. “

Genç adam şartları kabul etmiş ve altın elmaları toplamaya başlamış. Oralarda bulduğu bir çuvala elmaları doldurmuş ama elli elmayı yeterli görmüş, kalan on dört elmayı dallarda bırakmış, kanaat etmiş.

Genç adam yolda giderken, önüne eşkiyalar çıkmış. Eşkiyaların reisi, çuvalda ne olduğunu sormuş. O da, çuvalda altından elmalar var, demiş. Yalan söylememiş. Eşkiyalar, gencin cevabına gülmüşler, sonra üstünü aramışlar ama para-pul bulamamışlar. Çuvalın içine bakmak akıllarına gelmemiş. Al çuvalını git yoluna, demişler.

Genç adam daha sonra yolun iyice daraldığı bir yerde yüzlerce karınca görmüş. İleri gitmek için yürümesi pek çok karıncanın hayatına mal olacağı için, çuvalı yere bırakmış, karıncaları seyre dalmış. Canlıların hayatına saygı duymuş. Karıncalar az sonra yuvalarına girip gözden kaybolmuşlar. Ağacın gölgesi, üç şart yerine geldi, altın elmalar senin oldu, yolun açık olsun, demiş ve geri dönmüş.

Genç adam yolda bir köylüye rastlamış ve dedesinin köyünü sormuş. Şansa bak, köylü de dedesinin köyündenmiş. Tanışa, konuşa köye varmışlar. Dede, torununun ziyaretine gelmesine çok sevinmiş. Gözlerinden akan iki damla yaşı fark ettirmemeye çalışmış. Yaşlılar böyleymiş işte, bir küçük ziyaret bile onları duygulandırırmış.

Akşam komşular dedenin evinde toplanmışlar. Genç adam başından geçenleri anlatmış. Anlattıklarına kimse inanmamış. Şehir hayatı sana yaramamış. Gel, bu köyde yaşa, demişler. Genç adam ispat için, çuvaldaki altın elmaları odanın orta yerine dökmüş. Altın elmaları gözleriyle gören komşular, çaresiz fikir değiştirip, genci övmüşler, göğsünü kabartmışlar:  “ Biz sana şaka yapmıştık, beyim. Yoksa anlattıklarına tastamam inanmıştık. İnsanın bir çuval altını olur da, onun dediklerine inanılmaz mı? Her dediği doğrudur ve peşinden gidilir. Sen komutanımız ol, biz seninle savaşa bile gideriz. “

Bunun üzerine genç adam, dedesine ve komşulara birer altın elma vermiş. Hepsi mutlu olmuş. Dede tef çalmış, komşular oynamış. Genç adam ertesi gün öğle vakitleri uyanmış. Bakmış dışarıda bir gürültü var. Olayı duyan köy halkı, biz de altın elma isteriz, diyerek kapının önünde uzun kuyruklar oluşturmuş. Genç adam, dedesini uyandırıp kalan kırk altın elmayla birlikte arka bahçeden kaçıp gitmişler.  Şehirde gencin babası, annesi ve iki kardeşi de olanlara çok sevinmişler. Neleri varsa eski evlerinde bırakıp, malikâne satın almışlar ve uzun yıllar mutlu ve zengin olarak yaşamışlar. Bu masalı okuyan ve okutan herkesin bir çuval altın elması olması dileğiyle Serdar Yıldırım saygılar sunar.

 


87
CUMA HUTBELERİ / Cenâb-ı Hak, Her Hak Sahı̇bine Hakkını Vermiştir
« Son İleti Gönderen: Avon Ekim 12, 2018, 02:38:45 ÖS »
Peygamber Efendimiz, hicretten sonra muhacir ile ensarı kardeş ilan etmişti. Aralarında manevi kardeşlik bağı kurduğu sahabiler arasında Selmân-ı Fârisî ile Ebu’d-Derdâ da vardı. Ebu’d-Derdâ, İslam’la şereflendikten sonra Allah’a ibadet dışında hiçbir şeyle meşgul olmamaya karar vermişti. Ticareti bırakmış, hatta ailesini dahi ihmal etmeye başlamıştı. Onun bu durumuna şahit olan Selmân, kardeşi Ebu’d-Derdâ’yı şu sözlerle uyardı: “Rabbinin senin üzerinde hakkı vardır. Nefsinin senin üzerinde hakkı vardır. Ailenin senin üzerinde hakkı vardır. Şu halde her hak sahibine hakkını ver!” Ebu’d-Derdâ, Selmân’ın bu sözlerini Peygamber Efendimize aktarınca Allah Resûlü (s.a.s), “Selmân doğru söylemiş”  buyurdu.

Muhterem Müslümanlar!
Hakkın kaynağı Allah’tır. O, yerin ve göğün maliki, her şeyin sahibidir. Bizleri yoktan var eden, bizlere sayısız nimetler bahşedendir. Dolayısıyla hakkına en fazla riayet etmemiz gereken de O’dur. Peygamber Efendimiz (s.a.s), Rabbimize karşı sorumluluğumuzu ve bu sorumluluğu yerine getirdiğimizde elde edeceğimiz mükâfatı şöyle haber vermiştir: “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamaları ve O’na ibadet etmeleridir. Bunu yaptıkları takdirde kulların Allah üzerindeki hakkı ise Allah’ın onlara azap etmemesi,  onları cennetine koymasıdır.” 

Kıymetli Müminler!
Allah Teâlâ, kendine kulluğun hemen ardından varlık sebebimiz olan anne babamızın hukukuna dikkat çekmiş ve şöyle buyurmuştur: “Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi ve anne babanıza iyi davranmanızı emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında yaşlanırsa, sakın onlara ‘öf!’ bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.”

Anne babaların çocukları üzerinde hakları olduğu gibi çocukların da anne baba üzerinde hakları vardır. Onları helal lokmayla beslemek, dinine bağlı, vatanına, milletine, insanlığa faydalı, güzel ahlaklı bireyler olarak yetiştirmek çocuklarımızın bizim üzerimizdeki hakkıdır. Nitekim Allah Resûlü (s.a.s) bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır: “Hiçbir anne baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha kıymetli bir bağışta bulunmamıştır.” 

Değerli Müslümanlar!
Din, ırk ve cinsiyet farkı olmaksızın her insanın hayat hakkı vardır. Allah’ın çizdiği sınırlar dışında hangi gerekçeyle olursa olsun bir cana kıyılması, kadınların, çocukların, masumların yaşama haklarının ellerinden alınması çok büyük vebaldir. Rabbimiz, bu hususta şöyle buyurur: “Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde devamlı kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.”

Muhterem Müslümanlar!
Dinimize göre; sadece insanlara değil, hayvanlara da şefkat ve merhametle yaklaşmalıyız. Hayvanlara eziyet etmenin, hayat haklarını hiçe saymanın ahiretteki neticesi hüsrandır. Nitekim Rahmet Peygamberi (s.a.s), bir kediyi hapsedip aç kalarak ölmesine sebep olan bir kadının bu zulmü yüzünden cehenneme gireceğini  buna mukabil susamış bir köpeğe su içiren bir adamdan Allah Teâlâ’nın hoşnut olup onu bağışladığını  haber vermiştir.
 
Aziz Müminler!
Hak ve hakikatin kitabı olan Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Takva sahiplerinin mallarında yardım isteyenlerin ve yoksulların belli bir hakkı vardır.”  Malında ihtiyaç sahiplerinin de hakkı olduğu bilincini taşıyan bir mümin, fakire, yoksula, yetime, kimsesize yardım etmekte bir an bile tereddüt etmez. Harcamalarında ölçülü hareket eder. İsraf ve gösterişten kaçınır. Sadeliği ve kanaatkârlığı tercih eder. Bir lokma ekmekte bile yeryüzü sakinlerinin hakkı olduğunu bilir.

Kıymetli Müminler!
İçinde yaşadığımız topluma karşı da sorumluluklarımız vardır. Bunları yerine getirmek, kul hakkı kadar kamu hakkını da gözetmek hepimizin vazifesidir. Zira hak ihlalleri bir toplumda huzura ve kardeşliğe yönelen en ciddi tehdittir. Şiddete göz yummak, çevreyi kirletmek, trafik kurallarına uymamak, kaçak elektrik kullanmak, stokçuluk yapmak, kamu malına zarar vermek gibi davranışların sonu toplumsal gerilim ve kayıptır. Peygamber Efendimiz bu kaybın ahirete uzanan boyutunu şöyle anlatır: “Âhiret gününde ne altın ne de gümüş para vardır. Bu nedenle haksızlık yapanın iyilik ve sevapları varsa bunlardan alınıp hak sahibine verilir. Şayet sevabı yoksa mağdur ettiği kişinin günahlarını yüklenir.”

Kardeşlerim!
Allah’a döndürüleceğimiz, herkese hak ettiği karşılığın tam olarak verileceği ahiret gününe hazırlanalım. Hakka girmekten, hakkımız olmayanı talep etmekten, hakları sahiplerinden esirgeyerek zulmetmekten Allah’a sığınalım. Samimi bir kul, hürmetkâr bir evlat, şefkatli bir anne baba, vefakâr bir eş olalım.  Yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevelim ve merhamet edelim.
88
Bir ilahiyatçı kardeşimiz, yazdığım bir yazıma verdiği cevabı, sizlerle paylaşıp üzerinde birlikte düşünmeye sizleri davet ediyorum. Çünkü bana verdiği cevap, İslam toplumunun Kur’an ı ve inancını hangi kaynaklardan, nasıl öğrenip yaşadığımıza güzel bir örnek. Önce arkadaşımızın cevabını yazalım.

“Haluk bey hiçbir İslâm âlimi meal ya da tefsir okumayın demez. ÇÜNKÜ HERKESİN ARAPÇA BİLMESİ DÜŞÜNÜLEMEZ. Elbette Allah'ın hangi mesajları olduğunu anlaması için faydalanması lazım. FAKAT MEALİNİN YA DA TEFSİRİNİN KUR'AN IN KENDİSİNE EŞİT OLDUĞUNU SÖYLEMEK KUR'AN A EN BÜYÜK HAKSIZLIKTIR. Çünkü Kur'an hem lafzıyla hem de manası ile Allah kelamıdır ve onun bildiğimiz ya da hala çözemediğimiz birçok özellikleri vardır. ONUN TERCÜMESİNİN YA DA MEALİNİN KUR'AN OLDUĞUNU SÖYLEMEK YA CAHİLLİKTİR YA DA ONA İHANETTİR. Şimdi sana soruyorum İstiklal Marşımızın Fransızca ya da İngilizce tercümesi onun aynısı mıdır? Onun verdiği anlamı duyguyu ruhu ne kadar yansıtır? Bir düşünün.”

Arkadaşımızın Kur’an kelimesinin anlamını, tam anlayamadığı kanısındayım. Önce bir konuyu açıklığa kavuşturmalıyız. Kur’an ın anlaşılır ve açık olan ayetleri, MUHKEM yani dinin anası, temeli bizlerin sorumlu olduğumuz ayetlerdir. Müteşabih ayetler ise zamanla, ilim adamları tarafında ortaya çıkartılacak ayetler olduğunu, yine Kur’an dan öğreniyoruz. Konumuz sorumlu olduğumuz, MUHKEM ayetler. Bir sözü ya da cümleyi, herhangi bir dile çevirdiğinizde anlamı değişmez, lütfen bunu unutmayalım. Yazdığımız bir cümle, hangi dilde olursa olsun her kelime, farklı kalıplarda ama anlamı değiştirilmeden istediğimiz dile çevirebiliriz. Kardeşimiz Allah ın hangi mesajları olduğunu öğrenmek için, Kur’an ın mealini elbette okumalıdır diyor. Ama ilginçtir, bu mesajları alırken okuduğu kitaba, Kur’an diyemiyor. Allah her iman eden kullarının, Kur’an ı okumasını istiyor. Bu durumda Kur’an meali/ tercümesi Kur’an değilse, Müslümanlar Kur’an ı nasıl okuyacak? Hepsinin Arapça öğrenmesi de mümkün olmadığına göre, bakın buna inanırsak, mantıksız bir sonuç çıkıyor ortaya. KUR’AN YALNIZ ARAPÇA HALİMİDİR, YOKSA ALLAH IN KULLARINA BUYRUKLARININ, EMİRLERİNİN TEBLİĞ EDİLEBİLDİĞİ, ANLAŞILIR HALİMİ DİR? Bunu düşünemiyor ve bir sonuca varamıyorsak, bizlerin doğru bir yol üzerinde olmamız mümkün olmayacaktır.

Kur’an OKUNAN kitap demektir. Yani Allah ın Vahiylerinin toplandığı, kitap anlamındadır. Peki, nasıl okunan kitap, yalnız Arapçasından okunan mı? Onu da Kur’an ı eğer anladığımız dilden okursak öğreniyoruz. ANLAYARAK, DÜŞÜNEREK, AKLIMIZI KULLANARAK, YAVAŞ YAVAŞ DİKKATLİ BİR ŞEKİLDE OKUMAK. Eğer anlamını bilmeden okuyorsak, o Kur’an kelimesinin karşılığı asla olamaz. Ancak Kur’an okuyormuş taklidi yapmış oluruz. Kur’an Allah ın kullarına tebliğdir. Okurken tebliği alamıyorsak, O Kur’an bizleri, ulaştırması gereken noktaya ulaştırmaz. Buna istediğimiz kadar Kur’an diyelim. KUR’AN OKUMAK, ANLAŞILMAK, YAŞAMA GEÇİRMEK VE TEBLİĞ EDİLMEK İÇİN İNDİRİLMİŞTİR.

Kur’an ın tefsire ihtiyacı yoktur. Çünkü tefsir anlaşılmayan bir konuyu açıklamak, açığa kavuşturmak anlamındadır. Kur’an ın MUHKEM ayetlerinin, tefsire ihtiyacı olmadığını Allah bizzat söylüyor ve diyor ki, yemin olsun ki sizlere kolaylaştırılmış, anlayacağınız, nice örneklerle izah edilmiş bir kitap gönderdim. Adı üstünde muhkem ayetler, yani şüphe duyulmayacak kadar açık. Bu ayetlerin nesini tefsir edeceksiniz? KUR’AN IN TEFSİRİ ELBETTE KUR’AN DEĞİLDİR, ÇÜNKÜ İÇİNDE KİŞİLERİN ŞAHSİ DÜŞÜNCELERİ VE KENDİ ANLAYIŞI VARDIR. Ama meal yani Allah ın mesajlarının, istenen emirlerin bire bir tercümesine, eğer Kur’an değildir dersek, işte o zaman bizler Kur’an ı hiç anlamamış, ona saygısızlığın en büyüğünü yapmış oluruz. Hâşâ Allah kullarına, başka dillere tam tercüme edilmeyen bir kitap gönderip, daha sonra ruhbanlık olmayan bir inançta, Kur’an ı okumak için başka kişilere muhtaç bırakır mı? Hangi bilim adamının yazdığı kitap için, aynı şeyleri söyleyebiliyoruz.

Hangi bilim adamının kitabı, şu ya da bu dile tam olarak çevrilemez diyoruz. Demiyorsak, Allah ın kitabına yaptığımız saygısızlığın, lütfen farkında olalım. Yazar yazdıklarını okurlarına anlatabiliyorsa, Yüce Rabbimizin mesajları, neden apaçık tercüme edildiğinde ulaşmasın, bunu da mı düşünemiyoruz. Şunu da söylemek isterim. Öyle tercümeler var ki, parantez içine, HÂŞÂ sanki Rabbimiz açıklamayı unutmuş da, onlar açık hale getiriyormuşçasına, amacından saptırılmış tercümelerin, meallerin olduğunu da söylemeliyim. Ama bu yanlışlar var diye, tüm tercümeleri aynı kefeye koymak büyük hata olduğu gibi, din simsarlarının da ekmeğine yağ sürmüş oluruz. Bu yanlış düşünceye inandırıldıkları için halk, İslam toplumunda edindikleri şeyhlere, velilere, cemaat liderlerine yönlendiriliyor ve toplum böylece daha kolay aldatılıyor. Çünkü sen Kur’an ı anlayamazsın, Kur’an ın meali Kur’an değildir, her kelimenin yüzlerce anlamı var düşüncesi, toplumun kafasına yerleştirilmiş.

İmamı Azam, bu konuda yüzlerce yıl önce açıklama yapmış ve “KURAN KÂĞITLARDA YAZILMIŞ VE BİZİM OKUDUĞUMUZ LAFIZLAR DEĞİLDİR. ESAS KUR’AN O LAFIZLARIN TAŞIDIĞI MANADIR” diyerek, günümüzde hala tartışmasını yapmaya devam ettiğimiz konuya, açıklık getirmiştir. Gerçekten de Kur’an da önemli olan, Arapça kelimeler değil anlamıdır, manasıdır. Bu durumda bu kelimelerin hangi dilde olmasının ne önemi var?

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz. Kur’an ın Kur’an oluşu, okunan Arapça metni oluşunda değil, Allah ın tebliğinin bizzat anlaşılır ve O tebliğin kullarına ulaşmasıyla, Kur’an özelliğini kazanacağı çok açıktır. Bir kitap okunduğunda, anlaşılıyorsa ancak amacına ulaşmış demektir. Allah ın kelamı Kur’an da, okunduğunda eğer anlaşılıyor ve fayda sağlıyorsa, işte o zaman Kur’an özelliğini taşıyor demektir. Allah ın dili Arapça değil ki, bu dilde üstünlük ya da özellik olsun. KUR’AN IN KUR’AN OLUŞU, ANLAŞILIR VE TEBLİĞİN ULAŞMIŞ OLMASINDADIR. Kur’an ın neden Arapça indirildiğini Allah izah etmiş Kur’an da. Ama bizler, anlamadan okuduğumuz bir kitap hakkında bilgi sahibi olmadan, işte böyle duyduklarımızla amel etmeye çalışıyoruz. Tabi genel çoğunluk olarak yanılıyoruz. Allah Araplara, neden Arapça indirdiğini açıklarken bakın ne diyor.

Zuhruf 2–3: Apaçık Kitab’a andolsun ki, İYİCE ANLAYASINIZ DİYE biz, onu Arapça bir Kur’an yaptık. (Diyanet meali)

Demek ki Allah Arap toplumuna, kendi içlerinden bir elçi gönderip, daha sonrada özellikle Arapça bir Kur’an indirmesinin nedeni açıklıyor ve diyor ki; İYİCE ANLAYASINIZ DİYE. Buradan da yola çıkarak şunu tekrar söyleyebiliriz. Kur’an ın indirilme amacı, anlaşılması ve tebliğin yerine ulaşması maksadıyla indirilmiştir. Bu durumda nasıl olurda bizler, Kur’an ın tercümesine Kur’an değildir deriz. Bu uyarıları hatırlatanlara, cahil ve ihanet suçlaması yapanları, aynı üslupta suçlamak yerine, bir kez daha düşünmeye davet ediyorum. TÜM BUNLAR, BİZLERİN KUR’AN KELİMESİNİN ASIL ANLAMINI, HALA BİLMEDİĞİMİZİ GÖSTERİYOR.

Verilen İstiklal marşı örneğine gelince. Bu örnek aslında, bizlerin İslam ı hayatımıza geçirirken, çok önemli bir noktada hata yaptığımızı gösteriyor. İstiklal marşını her dile aynı anlamlarını verecek şekilde çevirebilirsiniz. Ama arkadaşımız, onun verdiği DUYGUYU VE RUHU ne kadar yansıtır diyerek, İslam ı anlamaya çalışırken, çok önemli bir hatamıza, aslında farkında olmadan dikkat çekiyor.

Söylediği çok doğru, bizim marşımızı bir Fransız ya da İngiliz okurken, aynı duyguyu alamaz. Bizlerde onların marşlarını okurken aynı duyguyu alamayız. Peki, bu örnek ile Kur’an ı okumak, anlamak arasında, nasıl bir bağ kurmuş olmalı ki arkadaşımız örnek vermiş. İlginçtir Fransız ya da İngiliz Kur’an ı anladığı dilden okursa, farklı mı anlarda, Arapça mı okursa doğru anlar? Bakın verilen örnekle mantıklı bir bağ kurulamıyor. Bu durumda verilen örnek, ne maksatla verilmiş olabilir? Bu konuyu daha iyi anlayabilmemiz için, önce duygu kelimesinin ne anlama geldiğini önce anlayalım.

DUYGU: Olay veya bireylerin, insanın iç dünyasında uyandırdığı izlenim. Önsezi. Nesneleri veya olayları ahlaki ve estetik yönden değerlendirme yeteneği. Kendine özgü bir ruhsal hareket ve hareketlilik.

Bizler ne yazık ki İslam ı, duygularımıza teslim ettiğimiz içindir ki, din konusunda inanılmaz bölündük ve parçalandık. Tabi yetmedi, bir birimizi ihanetle, cahillikle suçlayabiliyoruz. Duygu kişiye has bir özelliktir. Her kişide farklı etki yaratır. Eğer bizler İslam ı anlama yolunu, duygularımıza teslim ettiysek, doğru anlayabilmemiz mümkün olamaz. Duygular, inanılmaz tehlikeli bir şekilde değişkendir, günün her vaktinde farklılık arz edebilir. En sevdiğiniz kişilere karşı bile, duygularınız bir anda değişip, onu kırıp incitebilirsiniz. Şeytanda bizleri zaten, duygularımızla, nefsimizle aldatır. ELBETTE DUYGU İNSANİ BİR ÖZELLİKTİR, YERİ GELDİĞİNDE KULLANILMALI ÇOK DA ÖNEMLİDİR, AMA HER ŞEYİ YERİNDE VE ZAMANINDA KULLANMAK ŞARTIYLA. Unutmayalım Allah bizleri nefsimizle, duygularımızla her an imtihan ediyor. Eğer aklı, düşünmeyi devre dışı bıraktıysak, duygularımızın bizleri nereye götüreceğini, inanın asla hesap edemeyiz.

Peki, Allah Kur’an ı nasıl anlamamızı istiyor bizlerden? Duygularımızla mı? Kesinlikle hayır. Öncelikle aklımızla, mantığımızla yani düşünerek. Allah ayetini indiriyor ve diyor ki bizlere, bu ayetimin üzerinde düşün ve aklını kullan. Peki, bizler ne yapıyoruz? Daha doğrusu bizlere ne yaptırıyorlar, burası önemli. “EĞER SEVAP KAZANMAK İSTİYORSANIZ, KUR’AN I ARAPÇASINDAN OKUMALISINIZ, ÇÜNKÜ ARAPÇASI KUR’AN DIR MEALİ DEĞİL. ARAPÇA BİLMESEN DE OKU ALLAH SEVAP YAZAR.” Bu sözler ve düşünceler, Kur’an ın anlaşılmadan okunmasına bir nedendir, sebeptir, hatta Müslümanlara kurulan bir TUZAKTIR. Bunu ancak Kur’an ı anlayarak okuyan batıl ve hurafeden uzak düşünebilen bir Müslüman fark edebilir.

Kur’an ı anlamadan okumamızı isteyenlerin, bizlerden gizlediği bir şeylerin olduğunu asla unutmamalıyız. Çünkü bu sözler ne akla, mantığa nede Kur’an a asla uymaz. Bizlerin duygularına öyle hitap edecek bir yöntem bulmuşlardır ki, işte bu duygudan ne yazık ki kurtulmak çok zor. Aklını kullanıp düşünebilen elbette müstesna. Kur’an NESİR, yani düz bir yazıdır, şiir de değildir. Nesir yazılar makamla okunmaz bilgi, ilim verir. Şiir istenirse makamla okunur. Allah sizlere şiir indirmedik diyerek, bizlerin dikkatini çektiği halde, bizler ne yazık ki, sanki Kur’an şiirmiş ve bir makamla bestelenebilirmiş gibi, Kur’an ı bir makamla okuyoruz ve anlamını bilmesek de kulağımıza çok hoş geliyor. İlginçtir bu şekilde Kur’an, Allah ın elçisi zamanında asla okunmamıştır. Ayetin Türkçe ye çevrilmiş halini, makamla okuyun lütfen. İşte o zaman ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.

Peki daha sonra, makamla Kur’an okunması yoluna neden gidilmiştir. Bu sorunun cevabını ne yazık ki aramak gibi bir çabamız olmadığından, gerçeklerle de buluşamıyoruz. Çünkü zamanın yöneticileri, toplumu istedikleri gibi yönetebilmek, Kur’an ı yalnız kendilerinin anlayabileceğini topluma anlatıp, toplumu din adına istedikleri gibi şekillendirebilmek ve Kur’an ın Arapça sözlerini bir makamla buluşturup, yalnız MÜSLÜMANLARIN DUYGULARINA HİTAP ETMEYİ BAŞARMIŞLARDIR.  Ne yazık ki bizler Kur’an ı anlamak ve yaşamak için değil, DUYGULANMAK HATTA AĞLAYIP RAHATLAMAK İÇİN GÜNÜMÜZDE OKUYORUZ. Sizce böyle bir okuma ya da Kur’an dinleme şekli, Kur’an isminin manasına, Kur’an ın indirilme amacına, özüne uyuyor mu? Bakın Allah Kur’an ı neden indirmiş.

Sad 29: Sana bu mübarek kitabı, AYETLERİNİ DÜŞÜNSÜNLER VE AKLI OLANLAR ÖĞÜT ALSINLAR DİYE İNDİRDİK. (Bayraktar Bayraklı meali)

Eğer bir Müslüman, Arapça bilmediği halde Kur’an ı okuyor ve hiçbir şey anlamıyor, yalnız duygulanıyorsa, böyle bir insanın, nasıl olurda Kur’an okuduğunu söyleriz. ALLAH IN TEBLİĞİNİ ALAMIYOR, ALAMADIĞI İÇİNDE AYETLER ÜZERİNDE DÜŞÜNEMİYOR. Yani Allah ın Kur’an ı okuyup anlama ve hayata geçirme emrini yerine getiremiyorsa, bu okumanın okuyana ne faydası olur? Hâlbuki anladığı dilden okumuş olsaydı, Allah ın tebliğini alacak ve Kur’an ın indiriliş amacını yerine getirecekti. İşte bizler düşünmeden, aklımızı kullanmadan, öğretilenleri inatla savunmaya devam ediyoruz. Bizler Kur’an dan faydalanma amacımızı unutmuş, kendi nefsimizde farklı amaçlar ve araçlar edinmişiz, böyle olunca da bir türlü KUR’AN GERÇEKLERİ İLE BULUŞAMIYORUZ.

Özet olarak şunu tekrar söylemek isterim. Kur’an Allah ın kullarına direk mesajıdır. Bu mesajı bizzat kendimiz alamadığımız sürece, O okuduğumuz Kur’an değildir. Çünkü Allah tüm kullarına, hatta günümüz şekliyle örnek vermek gerekirse, HER KULUNUN CEP TELEFONUNA MESAJINI, KENDİ ANLAYACAĞI DİLDEN GÖNDERMİŞTİR. Onu okuyalım, anlayalım ve düşünelim hayata geçirelim. İşte bu Kur’an dır, Kur’an olma özüne, amacına en uygun olanıdır unutmayalım.

Allah gönderdiği tüm kitapları, o günkü toplumunun dilinden gönderdiğini söylüyor Kur’an da. Bizlere kurulan tuzağın farkına varalım ve din tacirlerinin tuzağına düşmeyelim. Yakın zamana kadar Hıristiyanlar, Papalığın/kilisenin baskısıyla, bizde olduğu gibi her ülkenin kilisesinde orijinal indirildiği dilden okunurdu, hiç kimse anlamazdı, papazlar anlatırdı topluma. Buradaki amaç aynı bizdeki gibi, Papalık/kilise, istedikleri şekilde toplumu yönetebiliyorlardı. Onlar toplumun bilinçlenmesi ve aklın ön plana çıkmasıyla, bu baskıdan kurtuldular ve günümüzde İncil kiliselerinde, her ülkenin kendi dilinde okunuyor.

Allah elçisine bile şu sözleri söylüyorsa, varın gerisini siz düşünün. “ O HALDE TEBLİĞ ETMEK SANA, HESAP SORMAK BİZE DÜŞER, KULUMLA ARAMDAN ÇEKİL.” Buradan da şunu anlıyoruz. Allah ın elçisinin görevi vahyi tebliğ etmek, iman eden ya da etmeyenle Allah yüzleşecek, cezayı ve mükâfatı da yalnız Allah verecektir. Anlayana çok şeyler anlatıyor, anlamayana zorla hiç kimse hiçbir şey anlatamaz. BİZLER KUR'AN IN ÇEVRESİNDE BİRLEŞMEDİĞİMİZ SÜRECE, DAHA ÇOK AMA ÇOK BU KONULARI TARTIŞIRIZ, AMA ASLA BİR NOKTADA BİRLEŞEMEYİZ. ÇÜNKÜ KAYNAK TEK OLMADIKÇA, BİR OLMAK MÜMKÜN OLMAYACAKTIR. Allah gerçeği fark edebilen, Kur’an ı anlayarak, düşünerek hayatına geçirebilen kulları arasına alsın inşallah bizleri.

Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK

https://hakyolkuran1.blogspot.com/
http://halukgta.blogcu.com/
http://kuranyolu.blogcu.com/
http://hakyolkuran.com/
https://www.facebook.com/Kuranadavet1/

89
CUMA HUTBELERİ / Cenaze Âdâbı-Ahiret Yolcusuna Son Vazifeler
« Son İleti Gönderen: Avon Ekim 05, 2018, 02:40:38 ÖS »
CENAZE ÂDÂBI: AHİRET YOLCUSUNA
SON VAZİFELER

Ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Her can ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.” 

Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Müslüman’ın Müslüman üzerindeki hakkı beştir: Selâmını almak, hastalandığında ziyaretine gitmek, cenazesine katılmak, davetine icabet etmek ve aksırdığında ona rahmet dilemek.”
 
Aziz Müminler!
Hayat, ilahi bir lütuf olduğu gibi ölüm de kaçınılmaz bir hakikattir. Dünyaya gelen her insan kendisine takdir edilen ömrü yaşayacak ve sonunda mutlaka ölecektir. İnsan nerede olursa olsun, ne kadar kaçarsa kaçsın, ne kadar çare ararsa arasın, ölüm onu muhakkak yakalayacaktır.  Dünyadan, anadan, babadan, yardan, evlattan ayrılış gibi görünse de aslında ölüm, mümin kulların Cenab-ı Hakkın huzurunda sevdikleriyle yeniden buluşmalarının adıdır. Allah’a karşı kulluk vazifelerini yerine getirenler için huzur ve mutlulukla dolu yeni ve ebedî bir hayatın başlangıcıdır.
 
Kıymetli Müslümanlar!
Mümin olarak kardeşlerimizi ahiret hayatına uğurlarken yapmamız gereken dini ve insani birtakım sorumluluklarımız vardır. Bunların başında, ölüm döşeğinde olan kardeşimizi yalnız bırakmamak, son nefesine kadar ona yarenlik etmek, duyacağı şekilde kelime-i tevhid getirerek bu ikrar ile ruhunu teslim etmesine yardımcı olmak gelir. Allah Resûlü (s.a.s) bir hadislerinde “Ölmek üzere olanlarınıza   ‘Allah’tan başka ilah yoktur’ sözünü telkin ediniz”  buyurmuştur.

Aziz Müminler!
Sevdiğini kaybedenin kalbinde hüzün, gözünde yaş olur. Nitekim Sevgili Peygamberimiz de henüz bebek olan oğlu İbrahim’i kaybettiğinde gözyaşı dökmüştür. Ama ölümün ibret dolu gerçekliğiyle karşılaştığı o anda Peygamber Efendimizin dilinden şu sözler dökülmüştür: “Göz yaşarır, kalp mahzun olur. Fakat biz Rabbimizin razı olacağı şeylerden başkasını söylemeyiz. Vallahi, Ey İbrâhim, biz senin ölümünden dolayı gerçekten üzgünüz.” 

Ölümü de hayatı da yaratan Allah’tır. Mümine düşen acısı ne kadar taze ve büyük olursa olsun feryat, figan, isyan etmeden, bir gün inşallah cennette buluşmak ümidiyle Allah’ın emrine rıza göstermek, O’ndan sabr-ı cemil niyaz etmektir. Yüce Rabbimizin   “Biz Allah’a aidiz ve sonunda O’na döneceğiz”  ilahi hitabına olan inanç, gönüllerin acısına merhem, kalplerin hasretine ilaçtır.

Muhterem Müslümanlar!
Ölenin ardından yapılması gereken vazifelerden biri de onun teçhiz ve tekfinidir. Bir kişi öldüğünde yakınları, dostları, komşuları ve diğer Müslümanlar haberdar edilir. Cenazesi mahremiyete dikkat edilerek özenle yıkanır ve kefenlenir. Cenazeyi en yakın akrabası veya onun görevlendireceği ehil kişiler yıkar. Ölenin borcu varsa mümkünse namazı kılınmadan önce geride bıraktığı mallardan ödenir, vasiyeti varsa bekletilmeden en kısa zamanda yerine getirilir.

Aziz Müminler!
Ölen kardeşimizin cenaze namazına katılmak, fâni dünyadan ebedi hayata uğurlarken Rabbimizden onu bağışlamasını dilemek, yerine getirmemiz gereken bir diğer dini vecibemizdir. Allah Resûlü (s.a.s), “Cenaze namazı kıldığınız zaman ölen kimseye samimiyetle dua ediniz”  buyurmuştur.

Hüzünler paylaşıldıkça azalır. Ölenin yakınlarına taziyede bulunmak, sabır ve metanet dilemek iman kardeşliğinin bir gereğidir. Taziye geciktirilmemeli, başsağlığı dilerken ölenin yakınlarını üzecek söz ve davranışlardan kaçınılmalıdır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) bir hadislerinde “Ölülerinizin iyiliklerini anınız, kötülüklerini zikretmekten kaçınınız”  buyurmuştur.

Muhterem Müminler!
Hüzün ve kayıp yaşayan cenaze sahiplerinin, ayrıca telaşa ve zahmete girerek taziye için gelenlere yemek hazırlayıp sunması uygun değildir. Akraba ve komşuların cenaze sahiplerine ve misafirlere ikramda bulunmaları ise sünnettir. Nitekim Mûte savaşında amcasının oğlu Câfer’in şehit olduğu haberi gelince Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), “Câfer’in ailesi için yemek hazırlayın, çünkü başlarına kendilerini meşgul edecek bir hâl geldi”  buyurmuştur.

Kıymetli Müslümanlar!
Resûl-i Ekrem (s.a.s) “Lezzetleri yok edeni, yani ölümü çokça hatırlayın”  buyurur. O halde ölümün vaaz veren, nasihat eden ve uyaran bir dili vardır. Cenaze merasimleri, ölene dua etmemize vesile olduğu kadar, kendimize bakmamıza ve hayatımızı gözden geçirmemize de imkân tanır. Bir gün gelecek ömür sermayemiz tükenecek, zerre miktarı da olsa her amelimiz karşılığını görecektir.

Müminler olarak bizler, Rabbimize karşı daima hüsn-i zanda bulunuruz. O’nun affını, mağfiretini ve merhametini bekleriz. Ölümün imanlı gönüllerimize ebedi baharın umudunu bırakacağına inanırız. Ancak bununla beraber İslam’ın dosdoğru yolundan ayrılmamak, hayatımızı istikamet üzere yaşamak için gayret sarf ederiz.  İşte o zaman ölüm bize Allah’tan gelen bir vuslat selamı ve sonsuz barış yurduna açılan kapı olur.
90
CUMA HUTBELERİ / Camiler ve Din Hizmetine Adanmış Ömürler
« Son İleti Gönderen: Avon Eylül 28, 2018, 04:03:40 ÖS »

CAMİLER VE DİN HİZMETİNE ADANMIŞ ÖMÜRLER

Alemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz (s.a.s),  Medine’ye hicretinin ardından ilk iş olarak bir mescit inşa ettirdi. Mescid-i Nebevî adıyla bildiğimiz bu mescidin hemen bitişiğinde kimsesiz fakir sahâbîlerin barınması için bir de gölgelik yaptırdı. Suffe adı verilen bu gölgelikte kalanlar, vakitlerinin büyük kısmını Resûlullah (s.a.s) ile birlikte geçirip ondan İslâm’ı öğreniyorlardı.

Bir gün Peygamber Efendimiz mescide girdiğinde ashabının iki ayrı halka halinde oturduğunu gördü. Bu halkaların birinde Kur’ân okunuyor ve dua ediliyordu. Diğerinde ise ilim öğrenen ve öğretenler vardı. Sevgi ve rahmet dolu bakışlarla bir müddet onları izleyen Peygamberimiz, “Her biri hayır üzeredir. Şunlar Kur’an okuyorlar ve Allah’a dua ediyorlar. Allah dilerse onların istediklerini verir, dilerse vermez. Bunlar ise ilim öğreniyor ve öğretiyorlar. Ben de muallim olarak gönderildim” buyurdu ve ilimle meşgul olanların yanına oturdu. 

Muhterem Müslümanlar!
Asr-ı Saâdetten bugüne mescit ve camilerimiz hem Allah’a ibadet edilen hem de ilim ve hikmet öğrenilen şerefli mekânlardır. Allah katında en makbul yerler olan camiler,   içinde Rabbimizin adını andığımız, kulluğumuzu, dualarımızı, niyazlarımızı O’na arz ettiğimiz mukaddes yerlerdir. Camilerimiz; dil, renk, ırk, makam, mevki farkı gözetmeden mümin gönülleri birleştirir, birliğimizi pekiştirir, imanımızı ve istiklalimizi simgeler. Minâreleri tevhîdin sembolü, ezanları şehâdetin temeli, mihrap, kürsü ve minberleri hak ve hakikatin sesi, safları huzur ve güvenin teminatıdır.

Aziz Müminler!
Ecdadımız başta imam hatiplik olmak üzere cami görevlerini yürütenlere; minberden, mihraptan, kürsüden dîn-i mübîn-i İslâm’a hizmet edenlere “Hademe-i Hayrat” yani hayra hizmet edenler ismini layık görmüştür.
Hademe-i hayrat; ömürlerini din hizmetine vakfetmiş insanlardır. Samimiyetle çalışıp yaptıkları iyiliğin karşılığını sadece Allah’ın rızasında arayanlardır. 

Şehrin manevi hayatına yön veren müftüler, okudukları ezanlarla insanlığı kurtuluşa çağıran müezzinler, mihraba geçtiğinde namaza önderlik eden imamlar, minber ve kürsüden İslam’ın dosdoğru yolunu öğreten vaizlerdir. Çocuklarımızı Yüce Kitabımızla ve Peygamberimizin örnek hayatıyla buluşturan, “En hayırlılarınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretenlerinizdir”  şeklindeki nebevi iltifata mazhar olan Kur’an kursu öğreticilerimizdir. Rabbimizin “Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve ‘Kuşkusuz ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kimdir?”   müjdesine nail olmaya çalışan hocalarımızdır.

Onlar, hayatımızın her safhasında yanı başımızda olanlardır. Çünkü onlar, doğduğumuzda  ezan ve kâmetin ilahi muştusunu kulağımıza okudular. Çocukluğumuzun en unutulmaz anlarında, bir yol gösterene en çok ihtiyaç duyduğumuz gençlik çağımızda bize rehber oldular. Vatan borcumuzu ödemek için yola çıktığımızda, yuva kurmaya adım attığımızda, nihayet ebedi yolculuğa uğurlanırken dualarıyla hep yanımızda oldular.

Muhterem Müminler!
Her yıl 1-7 Ekim tarihleri Camiler ve Din Görevlileri Haftası olarak kutlanmaktadır. Bu yıl “Camiler ve Din Hizmetine Adanmış Ömürler” temasıyla kutlanacak olan hafta boyunca camilerin medeniyetimizdeki yeri ve önemi üzerinde durulacak, din hizmetine emek vermiş örnek şahsiyetler hatırlanacaktır. Aziz milletimizin cami ve Kur’ân kurslarımızın ihyâsı için gösterdiği destek ve fedakârlıklar hayırla yâd edilecektir.

Aziz Müminler!
Bu vesileyle geçmişten günümüze camilerimizin maddi ve manevi îmârı için gayret gösteren hocalarımızdan ve kardeşlerimizden ahirete irtihal edenlere Yüce Allah’tan rahmet, hayatta olanlara sağlıklı ve huzurlu bir ömür diliyorum. Rabbim bizlere de hademe-i hayrat olmayı, insanlığa hayırlı hizmetler sunmayı nasip eylesin!
Sayfa: 1 ... 7 8 [9] 10
Seo4Smf 2.0 © SmfMod.Com | Smf Destek