Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Undefined index: googletagged in /home/tsstfrm/public_html/Sources/GoogleTagged-Integrate.php on line 35
Son İletiler

Son İletiler

Sayfa: 1 ... 3 4 [5] 6 7 ... 10
41
CUMA HUTBELERİ / TİCARET HAYATININ BEREKETİ: İŞ AHLAKI
« Son İleti Gönderen: YOLCU Nisan 26, 2019, 02:06:14 ÖS »
Muhterem Müslümanlar!
İnsanoğlu, kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin nafakasını temin etmek için rızkını arar. Bu gayeyle her bir insan, Yüce Rabbimizin koyduğu sünnetullâha uygun olarak farklı işler yapar. Kimi işçi, kimi işveren, kimi memur, kimi de amir olarak çalışır. Dünya hayatındaki bu zorunlu görev paylaşımında nice hikmetler vardır. Nitekim Yüce Allah, “Rabbinin rahmetini onlar mı bölüştürüyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır”  buyurmaktadır.

Aziz Müminler!
Maddî durumu, makam ve vazifesi ne olursa olsun, insanlar bir tarağın dişleri gibi eşittir. Kul olarak hiç kimsenin diğerinden bir ayrıcalığı veya üstünlüğü yoktur. İş hayatındaki ast-üst ilişkisi Cenâb-ı Hakkın katında insana özel bir konum kazandırmaz. Allah’ın huzurunda insanı değerli kılan ancak imanı, ibadeti, ahlakı ve takvasıdır. Peygamberimiz (s.a.s) bir hadis-i şeriflerinde bizleri şöyle uyarmaktadır: “Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz, ancak kalplerinize ve amellerinize bakar.”
 
Kıymetli Müslümanlar!
Bir kimseye iş temin etmek, rızkını helal yoldan kazanmasına ve ailesini geçindirmesine yardımcı olmak büyük iyiliktir. Ancak bu aynı zamanda karşılıklı hak ve sorumlulukları da beraberinde getirir. Bu sorumluluklara riayet edilip karşılıklı haklar gözetildiğinde hem Allah’ın rızası kazanılacak hem de toplum barış ve refah içinde yaşayacaktır.

Resûlullah (s.a.s), işçi ile işveren, amir ile memur arasındaki bağı “kardeşlik ilişkisi” olarak vasıflandırmıştır. Kardeşler arasındaki ilişkide ise sevgi ve saygı, şefkat ve merhamet, dayanışma ve yardımlaşma esastır.
Allah Resûlü’nün uyarılarını dikkate alan bir işveren, işçisinin haklarını gözetir. Ona huzurlu bir iş ortamı sağlar. İbadet ve dinlenme gibi ihtiyaçları için gerekli imkânları sunar. Hak ettiği ücreti vaktinde öder. Takatinin üzerinde işler yükleyerek onu yıpratmaz. Sağlığını ve hayatını tehlikeye atmaz. İş güvenliğine yönelik bütün tedbirleri alır. İşçisini emanet olarak görür ve onun hakkında Allah’a karşı sorumlu olduğunu bilerek hareket eder. İşçisiyle kardeşçe, insaflı, sıcak ve samimi bir ilişki kurar. Sosyal haklardan mahrum, mağdur ve kayıtsız işçi çalıştırmaz.

Muhterem Müminler!
İş hayatının işçiye de yüklediği sorumluluklar vardır. Mümin, Peygamberimizin tavsiyesine uygun olarak işini sağlam yapar. Çalıştığı mekânı, eşya ve malzemeleri kendi malı gibi korur. İşyerinin imkânlarını şahsi ihtiyaçları için kullanmaz. Verimli ve kaliteli bir iş çıkarmadığında bunun haksız kazanç elde etmesine sebep olacağını bilir.
Kamu görevi yürüten kimse de bu hizmeti milletimizin bir emaneti olarak görmelidir. Her hayırlı işin sevabı olduğu gibi, her ihmal ve hatanın da kul ve kamu hakkı doğuracağını asla unutmamalıdır.

Aziz Müslümanlar!
Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz ona şah damarından daha yakınız. Üstelik biri insanın sağ tarafında, biri sol tarafında oturmuş iki melek de onun yaptıklarını yazmaktadır.”

Rabbimizin bu uyarısı gereği, hayatımızın her alanında olduğu gibi, iş dünyamızda da kulluk bilincine ihtiyacımız vardır. Hepimiz helalinden üretip helal yoldan kazanmaya gayret edelim. Sanat ve zanaat erbabı olarak çırağımıza, kalfamıza, ustamıza sadece meslek öğretmekle kalmayalım. Aynı zamanda erdemi, dürüstlüğü, sadakati, alın terinin ve helal kazancın değerini de öğretelim. Tevazu ve güzel ahlak aşılayalım. Böylece İslâm kardeşliğini ve nebevî hikmete dayalı iş ahlakını nesillerimize aktarmış olalım.

Hutbemi bir kutsî hadis ile bitiriyorum: “Yüce Allah şöyle buyurur: ‘Kıyamet gününde karşısına bir hasım olarak dikileceğim üç çeşit insan vardır: Bunların birincisi, benim ismimi kullanarak söz verip sözünde durmayan kimse, diğeri hür bir insanı köle diye satıp parasını yiyen kimse, üçüncüsü ise bir işçiyi istihdam edip ondan verim aldığı halde ücretini vermeyen kimsedir.’”
42
Bizler günümüzde öyle bir din yaşıyoruz ki,  bizleri adeta şeytanın kucağına doğru itiyor. Allah ın sorumlu tuttuğu Kur’an ı anlayarak okuyan, neredeyse yok denecek kadar az. Anlamını bilmeden, Arapça okuyarak sevap kazandığımızı zannediyoruz. Anlamadan okuduğumuz içinde, Allah ın düşün aklını kullan emrini, ne yazık ki yerine getiremiyoruz. Kur’an Allah ın bizlere tebliğidir mesajıdır. Eğer bu mesajı anladığımız dilden okumadıysak, hayatımızda bizler hiç Kur’an okumamışız, yani Allah ın mesajı aracısız almamışız demektir.

İçimize giren din düşmanları, özellikle Yahudiler ve dini kendilerine menfaat aracı yapan bazı kişiler sayesinde, çok üzgünüm ama bunu söylemek zorundayım, BUGÜN MÜSLÜMAN TOPLUMLARIN GENEL ÇOĞUNLUĞUNUN YAŞADIĞI İSLAM, ALLAH IN EMRETTİĞİ İSLAM DEĞİL, ŞEYTANIN FISILDADIĞI RİVAYET, SANI VE BİRAZ SONRA VERECEĞİM ÖRNEKTE OLDUĞU GİBİ, SAPKIN DÜŞÜNCELERDİR. Bazı Müslüman kardeşlerimiz, ne yazık ki bu kişilerin sözlerine inandıklarından dolayı, din adına ne anlatılırsa kabul etmek zorunda kalıyorlar. Çünkü onlara anlatılan rivayetleri, Allah katından ya da Allah ın elçisinin emirleri, hükümleri zannediyorlar. 

Kur’an ile direk bir bağ kuramadığımız, Kur’an ı anlayarak ve düşünerek okumadığımız için, anlatılan yanlış bilgileri İslam dininden zannediyoruz. Sizlere nasıl bir sapkınlık içinde olduğumuza, çok çarpıcı bir örnek vermek istiyorum. Bu yazacaklarımı Kadir isminde bir arkadaşımız, bana Facebook ta kısa bir konuşmamızda söyledi, doğrusu ben inanamadım, gözlerim faltaşı gibi açıldı. Hatta kendisine, bu sözlerinizden güzel ve ibret verici bir makale çıkacağını da kendisine söyledim. Belki okuduğunuzda sizler de inanamayacaksınız. Ama yemin ederim ki bu sözler, bahsettiğim kişiye aittir. Bakın bana Kur’an ile ilgili, ALLAH DAN KORKMADAN, ŞU SÖZLERİ NASIL SÖYLEDİ.

“KUR AN KONUŞMAZ, YORUMCU ONU KONUŞTURUR. HER EKOLÜN KUR AN I KENDİLERİNİ ONAYLAYAN PASİF BİR KİTAPTIR KUR’AN. KUR’AN ÖZNE DEĞİL ELİ KOLU BAĞLI VE YORUMCUNUN İNSAFINA KALMIŞ CANSIZ BİR NESNEDİR. KUR AN A BİZ ŞEKİL VERİRİZ.”

Ben bunları yazarken ve okurken için titriyor üzüntüden ve yapılan saygısızlıktan. Ama bunu söyleyen, çok rahatlıkla söyleyebiliyor.  Bunları söyleyen bir insanın, akşam yatarken gözlerine uyku girmemesi gerekir. Ama bir insan Kur’an dan uzak batılın etkisinde düşünmeden, aklını kullanmadan imanını yaşıyor da batılı, hurafeyi, sanıyı din zannediyorsa, işte böyle hiçbir şeyden habersiz, şeytan demek ki böyle insanlara cesaret veriyor. Gönül gözleri de Kur’an ile açılmamış bir insanın, elbette Allah ın uyardığı gibi, GÖZLERİNDE PERDE KULAKLARINDA VE GÖNLÜNDE MÜHÜR OLACAKTIR.  Böyle bir insanında inatla batılın ardı sıra gittiğinden, gerçekleri görmesi, fark etmesi mümkün olamaz. ALLAH CÜMLEMİZİ, BÖYLE YANLIŞLARIN ARDI SIRA GİTMEKTEN, BİZLERİ KORUSUN İNŞALLAH.

Bu yazımı da yazmamın nedeni, Allah şahittir ki,  bu yanlışların peşine düşmemeleri adına hem din kardeşlerimi uyarmak, hem de bu sözleri söyleyen kardeşimizi bir kez daha Kur’an ile düşünmeye davet etmek içindir.

Bu arkadaşımızın söylediklerinin tamamı, Kur’an hükümlerinin tamamen tersi. Hangi ayetle uyaracağımı bilemiyorum. Kur’an konuşmaz, yorumcu onu konuşturur demek, Allah katından gelen bir kitap için, aklın ve mantığın ötesinde bir düşüncedir. Beşerin yazdığı herhangi bir bilimsel kitaba bile böyle akılsızca bir düşünce söylenemez. Her kitap, yazarı tarafından aktarılan bilgileri verir okuyana. Hele birde bu kitap Allah katından geliyorsa, nasıl olurda Allah ın HÂŞÂ anlatamadığını her okuyan kendisi yorumlar ona anlamlar verir, yani konuşturur deriz. İŞTE BU ZİHNİYETİN İNANCI, BİZLERİ DİNDE BÖLDÜ, PARÇALADI VE BİRBİRİMİZE DÜŞMAN YAPTI. Kur’an ın muhkem ayetlerine, hiç kimse yorum yapamaz. Yorum açık olmayan, anlaşılmayan sözlere yapılır. Allah MUHKEM yani anlaşılan, açık ayetlerini, tüm kullarının anlayacağı şekilde, nice örneklerle açıkladık dediği halde, bu yanlış düşünceyi Kur’an a nispet eden, Kur’an a iman etmiyor demektir.

KUR’AN A PASİF KİTAP DİYEN, ŞEYTANIN HİZMETÇİSİDİR. Kusura bakmayın, Allah ın kitabına bu sözleri nispet edene,  bunları söylemek zorundayım. Hele hele Kur’an için eli kolu bağlı, yorumcunun insafına kalmış yani açıklamaya izaha muhtaç cansız bir nesnedir demek, yine çok özür diliyorum okurlarımdan, KÂFİRLİĞİN, İNKÂRCILIĞIN TA KENDİSİDİR. Çünkü ben kolay kolay hiç kimseye kâfir sözünü kullanmam, çünkü onu Allah bilir ama bu sözleri söyleyenin sonunu, düşünmek bile istemiyorum. Son cümlesi ise sanırım şeytanın pabucunu dama attıracak kadar zalimce, saygısızca, akılsızca bir söz olduğunu söylemek zorundayım. Şu sözü nasıl söyleriz?” KUR AN A BİZ ŞEKİL VERİRİZ”

NE YAZIK İ BU DÜŞÜNCE,  CEMAAT VE TARİKATLARIN, AÇIKÇA SÖYLEYEMEDİKLERİ, AMA İNANÇLARININ ODAK NOKTASINI TEŞKİL ETMEKTEDİR. Bu toplumların içinde bulunan kardeşlerimizi lütfen uyaralım. Bu yol, düşünce ancak insanı cehennemin kalıcısı yapar Allah korusun. Ne yazık ki Allah ın şekillendirdiği, hadi bir benzerini getirin bakalım diyerek, bizlere meydan okuduğu Kur’an için, bu sapmış arkadaşlarımız neler söylüyor, Allah ın eşi benzeri olmayan NURUNA. Ne yazık i cemaatler ve tarikatlar işte böyle Kur’an ayetlerine, kendi sapkın inançları ile şekiller verdiler ve topluma da, bunlar Allah katındandır dediler.

UYAN EY DİN KARDEŞİM, SENİ ALLAH İLE ALDATANLARIN TUZAĞINA DÜŞME. EĞER ELİNE KUR’AN I ALIP, ANLADIĞIN DİLDEN OKUYUP, ÜZERİNDE DÜŞÜNMÜYOR DA, BU DİN TACİRLERİNİN ANLATTIKLARINI, ALLAH KATINDANDIR DİYE İNANIYORSAN, HESABIN GÖRÜLECEĞİ O ÇETİN GÜN, ÇOK PİŞMAN OLANLARDAN OLUP, MUTLAKA EBEDİ CEHENNEMLİKLERİN SAFINDA BULURSUN KENDİNİ. DİN KARDEŞLERİME HATIRLATMAK İSTERİM.

Bu sözleri söyleyen Kadir Bey, sürekli yazılar yayımlıyor ve yayımladığı bir yazısında, bu seferde Allah ın kitabı Kur’an a yaptığı saygısızlığın yanında, Allah ın elçisine de çok büyük bir iftirada bulunarak, bakın ne diyor.

“23 SENELİK NÜZUL SÜRECİNDE DAİMA SÜNNET ÖNDEN GİTMİŞ, KURAN İSE ARKADAN GELMİŞTİR.”

Bunları söylemek, Allah ın kitabına ve elçisine yapılabilecek saygısızlığın ve sapkınlığın, İFTİRANIN zirve noktası olsa gerek. Benim dilim tutuldu, söyleyecek başka söz bulamıyorum. Kur’an ayetlerini de hatırlatmak hiçbir işe yaramayacak biliyorum. Çünkü bu sözleri söyleyen ve inanan bir insan, KUR’AN I TERK ETMİŞTİR.

DEĞERLİ DİN KARDEŞLERİM. TEKRAR HATIRLATMAK İSTİYORUM, BU DÜŞÜNCE VE İNANÇLAR, HER ZAMAN AÇIKÇA DİLE GETİRİLMEKTEN KORKULAN, AMA CEMAAT VE TARİKATLARIN OLUŞUMUNUN OMURGASINI TEŞKİL ETMEKTEDİR. Lütfen bu uyarıları tüm sevdiklerimize yapalım ve hatırlatalım. Sevdiklerimize yapabileceğimiz en güzel yardım, bu yanlışları yapmalarını engellemek olacaktır. Yakın geçmişte bir cemaatin, istediğinde din kardeşine ve devletine karşı cemaatini,  nasıl isyan ettirip din kardeşini nasıl öldürebileceğinin örneğini gördük. Lütfen bu hain başkaldırı dan ibret alalım ve benzeri cemaatlerden, tarikatlardan uzak duralım ki, ülkemiz böyle bir acıyı bir daha yaşamasın.

ALLAH CÜMLEMİZİN YARDIMCISI OLSUN VE BİZLERİ BÖYLE SAPKIN DÜŞÜNCE VE İNANÇLARDAN KORUSUN İNŞALLAH.

Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK

https://hakyolkuran1.blogspot.com/
http://halukgta.blogcu.com/
http://kuranyolu.blogcu.com/
http://hakyolkuran.com/
https://www.facebook.com/Kuranadavet1/
43
CUMA HUTBELERİ / Bugün Berat Gecesi
« Son İleti Gönderen: YOLCU Nisan 19, 2019, 02:05:52 ÖS »

BERÂT GECESİ
Muhterem Müslümanlar!
Yüce Allah’ın kullarına lütfettiği en büyük nimetlerden biri zamandır. Zaman, insanın hayat hikayesini bütünüyle kuşatan bir imkân ve fırsat alanıdır. Bu sebeple, her ânı kıymetli ve değerlendirilmeye layık eşsiz bir sermayedir. Vaktinin kıymetini bilip onu boşa harcamayanlar, hayatının her safhasında Allah’ın rızasını gözetip Resûlüllah’ın rehberliğine tabi olanlar, Rabbimizin ikramına mazhar olacaktır. Zamanı boşa geçirmek ise bir insan için en büyük ziyan, en büyük hüsrandır.
 
Aziz Müminler!
Yılın hangi ayı, hangi günü ve hangi saati olursa olsun kulluk bilinciyle geçirilen her ânımız değerlidir. Fakat bazı vakitler vardır ki ilâhi lütuf zamanları olarak bahşedilmiş, duaların kabulüne ve günahların affına vesile kılınmıştır. Bu zaman dilimleri Allah’ın insanlara olan sonsuz rahmetinin bir eseridir. İşte böylesine kıymetli zamanlardan biri de bu akşam idrak edeceğimiz Berât gecesidir.

Değerli Müslümanlar!
Üç aylar, bizi hem ruhen hem bedenen Ramazan’a hazırlamaktadır. Bu ayların başı olan Recep ayı, Regâib ve Miraç geceleriyle bereketlenir. Ortası olan Şâban ayı ise Berât gecesiyle af ve mağfirete açılır.  Allah Resûlü (s.a.s) Berât gecesinde yapılacak ibadetin, dua ve niyazın affedilmemize vesile olacağını bizlere şöyle müjdelemiştir: “Şâban ayının on beşinci gününü oruçlu geçirin. Gecesinde ise ibadete kalkın. Çünkü o gece güneş batınca Allah Teala en yakın semaya tecelli ederek fecir doğuncaya kadar: ‘Bağışlanma dileyen yok mu, onu bağışlayayım! Rızık isteyen yok mu, ona rızık vereyim! Musibete uğrayan yok mu, ona afiyet vereyim...’ buyurur.”

Kıymetli Müminler!
Berât gecesi, kalbimizin en derin yerinden Rahmân’a doğru bir yol açma vaktidir. Berât gecesi, tövbe etmenin, Rabbimize yönelip rahmet ve mağfiret dilemenin tam vaktidir.

Bu mübarek geceyi değerlendirmenin en temel şartı; hayatın karmaşasından biraz olsun kendimizi kurtarıp kulluğumuzu sorgulamaktır. Ne ile meşgulüm, hangi uğurda yaşıyorum, niyetlerim ve amellerim beni nereye götürüyor diye kendimize sormaktır. İç dünyamıza dönmek, geçmişimizin muhasebesini yapmak, tefekkür etmektir. Rabbimize itaatkâr bir kul ve iyi bir insan olmaya söz vermektir. Nefsimizin esaretinden kurtulmak, hata ve günahlarımızdan pişmanlık duymaktır.

İşte o zaman bu gece bizim için gerçek manada bir fırsata dönüşecek ve kurtuluş beratımız olacaktır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Cenâb-ı Hak Peygamberimize hitaben şöyle buyurmaktadır: “Ayetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki: ‘Selam size! Rabbiniz merhamet etmeyi bir lütuf olarak kendine yazdı. Gerçek şu ki, sizden kim bilmeyerek bir kötülük yapar da ardından tövbe edip kendisini düzeltirse, bilsin ki Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.’”

Muhterem Müminler!
Ebedi hayatta kurtuluş beratını alabilmek için bu gecenin feyzinden ve bereketinden istifade edelim. Her nefes alıp verişimizde Allah’ın rızasını gözetelim. Ömrümüzü Kur’an ve sünnet ölçüsüne göre şekillendirelim. Unutmayalım ki, kulluk şuuruyla geçirilmeyen her ânımız bize zarar ve ziyan olarak geri dönecektir.

Bu vesileyle Berât gecenizi tebrik ediyorum. Bu mübarek gecenin aziz milletimize, İslam âlemine ve bütün insanlığa hayırlar getirmesini  Cenâb-ı Hak’tan niyaz ediyorum.
44
Kur’an ı dikkatli okuyan bir Müslüman, Allah ın resulü nün bizler için güzel bir örnek olarak Allah ın gösterdiğini anlar. PEKİ ALLAH ELÇİSİNİ, BİZLER İÇİN HANGİ KONULARDA ÖRNEK GÖSTERİYOR VE BİZLERE HANGİ KONULARDA ÖRNEK ALMAMIZI İSTİYOR?  Bu konu geleneksel İslam anlayışında, çok yanlış anlaşılan, hatta Kur’an a taban tabana ters düşen öyle yanlış bilgileri, sözleri topluma kabul ettirebilmek için kullanılıyor ki, bu anlatılanlara inanan bir Müslüman, adeta Kur’an dan uzaklaşır. Hatırlatmak isterim, Allah elçisini bizlere bir insan olarak ÖRNEK GÖSTERİYOR, DİNDE HÜKÜM ORTAĞI OLARAK DEĞİL. Gelin birlikte, Allah ın Resulünü hangi konularda örnek gösteriyor, onu birlikte anlamaya çalışalım.

“Yemin olsun, Allah resulünde sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü arzu edenlerle Allah'ı çok ananlara GÜZEL BİR ÖRNEK VARDIR.”  (Ahzab 21)

Dikkat ederseniz Allah Resulünün, bizler için iyi, güzel bir örnek olduğundan bahsediyor. Yine aynı konuda Kalem 4. ayetinde, SEN ELBETTE YÜCE BİR AHLÂK ÜZERESİN diyerek, elçisinin ahlakını bizlerin örnek almasını istiyor. Aşağıdaki ayetler üzerinde, lütfen birlikte düşünelim.

“Yemin olsun, içinizden size ONURLU BİR RESUL gelmiştir. Sizi rahatsız eden şey onu da üzer. Çok düşkündür size. MÜMİNLERE İSE DAHA ŞEFKATLİ, DAHA MERHAMETLİDİR.” (Tevbe 128)

O zaman Allah'tan bir rahmet olarak onlara YUMUŞAK DAVRANDIN! ŞAYET SEN, KABA VE KATI YÜREKLİ OLSAYDIN, hiç şüphesiz, etrafından ayrılıp giderlerdi. (Ali İmran 159)

Bakın Allah ın elçisinin, bizler için en önemli örnek oluşu konusunda Allah, bizlere onun çok önemli özelliklerinden örnekler veriyor ve ders almamızı istiyor. SİZLERDE BÖYLE OLUN DİYOR. Bizler Allah ın elçisini örnek almak istiyorsak, ONURLU, ŞEREFLİ, DİN KARDEŞİNE ŞEFKATLİ, MERHAMETLİ VE YUMUŞAK BİR ŞEKİLDE İNSANLARA SAYGILI OLMALIYIZ. Asla kaba saba, saygısız bir şekilde onlarla konuşmamalıyız. Hatta karşımızdaki inanmamış bir insan olsa bile onlara saygılı davranmalıyız. Peki, bizler böylemi davranıyoruz? Bizim gibi düşünmeyen ve inanmayanlara karşı, Allah ın elçisinin örnek davranışlarından ders alıyor muyuz? Elbette hayır. Ben Müslüman ım diyen din kardeşlerimize bile bizler, kendimiz gibi düşünmediği ve inanmadığı için, ağza alınmayacak küfürleri eğer söylüyorsak, bizler Allah ın elçisini örnek almıyoruz demektir.  Kur’an da Allah elçisine, deki onlara diye bazı ayetleri tebliğ etmiş ve bir örnek bakın ne demiş.

Enbiya 45: De ki: BEN, SADECE, VAHİY İLE SİZİ İKAZ EDİYORUM. Fakat sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar. (Diyanet vakfı)

Allah ın elçisi özellikle biz ümmetine, ben Allah ın bizleri sorumlu tuttuğuna hükmettiği ve Allah beni uyararak, sana indirdiğim Kur’an ile kullarıma hükmet dediği Kur’an ile sizi ikaz ediyorum dediği halde, eğer bizler hala Kur’an dışından, dini konularda kaynaklar arıyorsak, bunlarda Kur’an dışından Peygamberimizin hükümleridir diyorsak, Peygamberimizi örnek almıyoruz kendi başımıza buyruk uydurulmuş, Allah ın elçisine iftira sözlerin ardı sıra gidiyoruz demektir. Bakın Allah elçisine, görevini yerine getirirken, nasıl bir yol izlemesini istiyor. İŞTE BİZLER PEYGAMBERİMİZİ, BÖYLE ÖRNEK ALMALIYIZ.

Nahl 125: (Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna, HİKMETLE, GÜZEL ÖĞÜTLE ÇAĞIR VE ONLARLA EN GÜZEL ŞEKİLDE MÜCADELE ET. Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir. (Diyanet meali)

Demek ki Peygamberimizin örnek oluşu, İslam ı topluma anlatırken takındığı tavırla da çok önemli. Hangimiz bu yöntemi kullanıyoruz? Hangimiz Peygamberimizin bu huyunu, yöntemini hayatımıza geçiriyoruz. Lütfen bu soruyu kendimize soralım. Allah ın elçisini örnek alan, önce onun Kur’an dan Allah ın elçisine verdiği görev ve sorumluluğunu da doğru öğrenmeli ki, onun adına uydurulan asılsız rivayetlere inanmasın. YANİ ALLAH IN ELÇİSİNİ ÖRNEK ALMAK İSTİYORSAK, RİVAYETLERDEN DEĞİL KUR’AN DAN PEYGAMBERİMİZİ TANIMALI VE ÖRNEK ALMALIYIZ.

RESULE DÜŞEN, TEBLİĞDEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR. Allah sizin açığa vurduklarınızı da gizlediklerinizi de bilir. (Maide 99)

Allah'a itaat edin, resule itaat edin, sakının. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin: BİZİM RESULÜMÜZE DÜŞEN SADECE APAÇIK BİR TEBLİĞDİR. (Maide 92)

De ki: “Ben türedi bir peygamber değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. BEN SADECE BANA VAHYEDİLENE UYARIM. BEN SADECE APAÇIK BİR UYARICIYIM.” (Ahkaf 9)
Bu ayetlerden de çok açık anlaşıldığı gibi, Allah ın elçisinin görevi, Allah dan aldığı vahyi yani Kur’an ı yalnız  tebliğ etmektir. Ayette Peygamberimiz, ben sadece apaçık bir uyarıcıyım, sadece bana vahyedilen Kur’an a uyarım, asla bunun dışında dinde hükümler koymam mümkün değildir diyorsa, işte bizlerin örnek alacağı konulardan biriside, Kur’an ın dışından hiçbir bilgiye inanmamak olmalıdır. Çünkü Allah ın elçisi yalnız Kur’an ı tebliğ etmiş ve yalnız Kur’an ı hayatına geçirmiştir. Allah ın elçisinin çok önemli bir görevi de, bizlere mahşer günü şahit olacağıdır. Bakın Allah bu konuda ne diyor.

İşte böyle! BİZ SİZİ, İNSANLAR ÜSTÜNE TANIK OLASINIZ, RESUL DE SİZİN ÜSTÜNÜZE TANIK OLSUN DİYE, orta yolu izleyen bir ümmet yaptık. (Bakara 143)

Bu ayetten de anlıyoruz ki, Allah elçilerini yalnız ayetlerini, mesajını tebliğ etmek için değil, mahşer günü şahit olarak görev yapacaklarını da söylüyor. Elçiler hangi konuda şahitlik yapacaklar? Elbette Allah ın ayetleri konusunda. Sizce Kur’an da hiç bahsedilmeyen konuları, Allah ın elçisi bunlarda benim dinde koyduğum hükümlerdir der mi? İşte tüm bunların cevabını, Peygamberimizin şahitliğinde göreceğiz. Bu sorunun cevabı Kur’an da çok açık var. Görmek istemeyenler, gözlerini bu ayetlere yumanlar, mahşer günü çok ama çok üzüleceklerini bilmelidirler.

Ahzab 39: ONLAR Kİ ALLAH'IN MESAJLARINI TEBLİĞ EDİP O'NDAN KORKARLAR, Allah'tan gayrı hiç kimseden korkmazlar. Hesap sorucu olarak Allah yeter. (Yaşar Nuri meali)

Fakat O, RESULÜN ÖNÜNDE VE ARKASINDA GÖZETLEYİCİ MELEKLER YÜRÜTÜR ki resullerin, Rablerinin vahiylerini tebliğ ettiklerini bilsin. Allah, onların her hâlini kuşatmış ve her şeyi inceden inceye sayıp dökmüştür. (Cin 27–28)
Bu zamana kadar Allah ın gönderdiği elçiler, Allah ın gönderdiği mesajları yani ayetlerini titizlikle tebliğ edip, yanlış yapmaktan dolayı Allah dan korkarlar diyor. Cin suresinde de Allah, görev verdiği Resullerin, Allah ın vahyini gerektiği gibi tebliğ edip etmedikleri, melekler tarafından izlendiğini bizlere bildiriyor. Böyle izlenen bir Resul, sizce Allah ın vahiylerinin dışında, bunlarda Allah ın emri diyerek, hükümler koyabilir mi? Bizler ise Allah ın bu uyarılarından habersiz, ya da bunca ayetleri görmezden gelerek, hala Allah ın yanında elçileri de dinde hükümler koyar, yalnız vahiyle din yaşanmaz demeye, korkmadan hala devam ediyoruz. Allah ın elçisini örnek almak isteyen, bu yönünü asla göz ardı etmemelidir.

İşte peygamberimizi örnek almak, onun için bu kadar çok önemli. Peki, bizler günümüzde Allah ın elçisini mi örnek alıyoruz, yoksa emin olamayacağımız sözlerin ardından gidip, hesap veremeyeceğimiz sözlere mi inanıyoruz. Sizce Allah ın elçisi, mahşer günü şahit olarak çağrıldığında, onca açık ayetlerde söylediği gibi, ben yalnız Kur’an ı, Allah ın vahyini tebliğ ettim, onun dışında hiçbir söz söylemedim, çünkü ben Allah dan Kur’an ın asla sınırlarını aşma emri aldım derse, BUGÜN ONUN SÖYLEDİĞİNE İNANDIĞIMIZ ONCA YANLIŞ İNANÇLAR KARŞISINDA, HALİMİZ NİCE OLUR DİYE ARAMIZDA DÜŞÜNEN VAR MI?

Allah ın elçisinin örnek almamız gereken bir yönü de, ÜMMİ oluşudur. Peygamberimiz Allah ın dininden sapmış, hurafe ve batılı din edinmiş Ehli kitaba tabi olmayıp, doğruların ve gerçeklerin arayışında olmuştur. Onun içinde Allah, görevlendireceği elçisini, Ehli kitaptan değil, doğruluğu, dürüstlüğüyle yaşayan, toplumda sevilen örnek bir insan olan Hz. Muhammed i elçi olarak seçmiştir. Bundan da alacağımız, çok önemli dersler ve bizler için güzel bir örnek vardır.

Lütfen bu dünyada vaktimiz dolmadan, elde Kur’an tekrar düşünelim. Hesabın görüleceği gün, pişman olmanın hiçbir faydası olmayacaktır. ONUN İÇİN GELİN, ALLAH IN ELÇİSİNİ ÖRNEK ALALIM. O ben yalnız Kur’an a uyarım, benim görevim sadece vahyi tebliğ etmektir, onun için yalnız Kur’an ın ipine sarılın, çünkü yalnız Kur’an dan hesaba çekileceksiniz diyorsa, bizlere öğretilen hurafe yanlış bilgilerin, inançların değil, Allah ın nuru, ışığı Furkan ın ardı sıra gidelim ve Allah ın uyardığı gibi, YALNIZ KUR’AN IN İPİNE SARILALIM. Lütfen unutmayalım Allah verdiği sözü mutlaka tutar.

Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK

https://hakyolkuran1.blogspot.com/
http://halukgta.blogcu.com/
http://kuranyolu.blogcu.com/
http://hakyolkuran.com/
https://www.facebook.com/Kuranadavet1/
45
CUMA HUTBELERİ / İmanın hayatımızdaki yansımaları
« Son İleti Gönderen: YOLCU Nisan 12, 2019, 03:21:55 ÖS »
İçinde yaşadığımız asır, sunduğu maddî-manevî bütün imkânlarıyla insanlığa mutluluk vaat etmektedir. Ancak mutluluk arayışına bir cevap olarak sunulan şeylere ve elindeki tüm imkânlara rağmen çağımız insanının mutlu olduğu, maddenin onu mesut ve bahtiyar ettiği de söylenemez. Bunun en önemli göstergesi, ruhsal bunalımların ve intihar vakalarının yoğun biçimde yaşanmasıdır. Hatta ilginçtir ki bu gerçekle, gelişmiş olarak nitelenen, maddi refah seviyesi yüksek ülkelerde daha çok karşılaşılmaktadır.

İnsan hayatının düzenli biçimde akışını tehdit eden birtakım unsurlar vardır. Bunlar ya insanın kendinden/iç dünyasından ya da başkasından/dış dünyadan kaynaklanır. İnsanın ruhsal ve bedensel sağlığının bozulması, arzularını tatmin edememenin verdiği çöküntü, sapkın inanç ve ideallerinin etkisine açık olma, bunalımın iç dünyadan kaynaklanan sebeplerdendir.

Allah’a iman etmek, O’na bağlanmak ve güvenmek, Ondan sakınıp çekinmek, insan hayatını olumlu yönde etkileyen en güçlü dinamiktir. Buna ilaveten dünyada yaptıklarının melekler tarafından kaydedilip ahirette bütün gizli yönleriyle ortaya konacağına ve iyi ya da kötü, bunların karşılıklarını göreceğine inanma, öncelikle istenmeyen durumlara düşmeyi ve kötülükleri önlemede en önemli destek noktasıdır.

İman insanda yaşama sevgisi, hayata bağlanma duygusu meydana getirir. İman eden insan, hayata ve varlığa hoş bakar, hayatın Allah’ın bir lûtfu olduğuna inanır, dahası sosyal ve tabiî çevresini Allah’ın sanat eserleri ve kendini de onları bütünleyen bir parça gibi görür. Dolayısıyla vazifesi bitinceye kadar hayatına devam etmeyi bir görev sayar ve hayatta kalmanın mücadelesini verir.

Müslüman toplumda hayatı düzenleyen en önemli manevî temellerden biri yine imandır. Allah’ın emir ve yasakları, iman eden insanda makes bulur.

Allah’a îman eden kimse ise, yalnızlıktan kurtulur; her an Onun sonsuz rahmeti, ilmi, hikmeti, koruması ve gözetimi altında olduğunu bilir. Her an Ona sığınır, Ondan yardım bekler, kolaylık görür. Hareketlerini kontrol altında tutar, daima iyiye, doğruya, mükemmele yönelir; kötülüklerden uzaklaşır.

Allah’a inanan insan, her şeyin dizgininin Onun elinde, her şeyin hazinesinin Onun yanında olduğunu, her şeyin Onun emri ve izniyle halledileceğini bilir. Sadece Ona güvenir, Ona bağlanır, Ondan yardım bekler. Hiçbir varlıktan da korkmaz, hiçbir şeye boyun eğmez, minnet etmez. Böylelikle iman, maddeye kul ve köle olmaktan kurtarır. İnsana gerçek şahsiyet kazandırır.

İnsan, âciz ve zayıf bir varlıktır, ihtiyaçları sonsuzdur. Sonsuza dek yaşamak ister. Bu ihtiyaçlarını karşılayacak, arzularını yerine getirecek sonsuz bir kuvvet, kudret, ikram sahibi birine mutlaka iman etmesi gerekir. Aksi halde sıkıntılardan ve taşkınlıklardan kurtulamaz.

Allah’a inanan kimse, onun bütün sıfatlarına da inanmış demektir. Onun her sıfatının hayatımıza bakan yönleri vardır. Bu nedenle Allah’ın her sıfatına ve her ismine inanmak, mümine ayrı bir saadet ve huzur verecektir.
Örneğin "Beka" sıfatına inanan bir kimse, kendisinin de Onun beka vermesiyle, baki ve ebedi olacağını düşünür, ölümden korkmaz ve yok olma endişesi taşımaz.
Zulme uğrayan bir kimse Allah’ın Adil ismine yapışır ve kendine yapılan zulmün karşılığını alacağını, zalimin de cezasını çekeceğini bilir.

Bunun gibi hayatımızın her safhasında Allah’ın sıfatlarının ve isimlerinin tesirini görmek mümkündür.
Nitekim, Allah`a inanan ve O`na sevgiyle bağlanan insanın mânevî ufku kâinat kadar geniş, huzûru ve neş`esi cennet bahçesi gibi daima taze ve ölümsüzür. Gözlerinde îman nuru parlar, sözlerinde hakikat, sevgi ve neş`e çağlar. İş ve hareketlerinde ahlâk, vekar ve isabet göze çarpar. O, insanları hilkat itibariyle kardeşi bilir, onlara lütuf ve merhamet gözüyle bakar. Şefkatlidir, insanların dertlerine bir karşılık beklemeden koşar. Boynu büküklerin gönlünü alır, yetimleri bağrına basar. Kâinatla ve içindeki varlıklarla ünsiyet içindedir. Tanış gibidir. Hiçbir hâdise, onu korkutmaz, gözünü yıldırmaz. Kalbindeki îman kuvveti ile kâinata bile meydan okuyabilir. Allah`ın kendisine bahşettiği nimetlerden O`nun iradesine uygun şekilde faydalanır ve tadar.

Allah'a inanan kimse ölümden korkmaz. Zira, ölümü bir hiçlik ve yokluk kuyusu değil, hakikî hayatın ve ebedî saadetin başlangıç kapısı kabûl eder. Dünyada kendini misafir bilir. Misafirhane sahibi olan Allah`ın rızâsı ve izni dairesinde yer, içer ve rahatla yaşar. Misafirlik müddeti bitince de bu misafirhaneden huzurla ayrılıp ebedî mekânına gider. Allah`a inanan ve sevgiyle bağlanan kimse, inançsızlığın verdiği korkunç ızdırap ve elemlerden kurtulur.

Allah`a inanan kimsenin, kendine de, başkalarına da hiçbir zararı dokunmaz. Kanunun olmadığı yerlerde bile Allah`ın onu her an gördüğü inancı, işlediği kötülüklerin cezasız kalmayacağı korkusu, onu kötülüklerden alıkor. Değil kötülük, bil`akis elinden geldiğince herkese iyilik yapmaya, faydalı olmaya çalışır. Ruhunu iyi düşüncelerle doldurur, yüksek ahlâka erer, içinden kötü hisleri kovar.

Allah`a inanmak ve O`na bağlanmak, insanı aynı zamanda gerçek hürriyetine kavuşturur. Zira her şey`in Allah tarafından yaratıldığını bilen insan, yaratıklara değil, yaratana kul olur. Mahlûkattan değil, Hâlık'dan korkar. Yalnız Allah`a güvenir, dayanır, O`ndan ister, O`na sığınır. Kula kul olmaz. Kimseye el açıp dilencilik ve dalkavukluk yapmaz.

Allah’a inanan bir insan aynı zamanda, hayatın bir imtihan, karşılaştığı sıkıntıların da bu imtihanın bir parçası olduğuna inanır ve bu noktada sıkıntılara göğüs germeyi, acı veren durumlara karşı sabretmeyi, hayatın zorluklarına karşı mücadele etmeyi temel karakteri haline getirir. Zira bunlar, Allah’a tam olarak inanmanın ve güvenmenin en önemli alametidir.

Ayrıca iman insana çok yüksek bir kanaat duygusu verir ve onun, dünya metaı ile mesafeli bir ilişki kurmasını sağlar. İmanın insanda kanaat etme duygusunu geliştirmesi, onun azla yetinmesine, ihtiyaçlarını üst seviyede olmasa bile asgari seviyede karşılamayla iktifa etmeye motive eder. Böylece kişiyi bunalıma itecek durumlara düşmekten kurtarır.

Allah’ı tanıyıp seversek, mutlu ve huzurlu oluruz. Bu da Allah’ın bizi sevmesine neden olur. Böylece içimiz rahatlar, huzur duyarız. Yüce Allah Kur’an’da,
اَلاَ بِذِكْرِ اللهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
 “Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”   buyurmaktadır. Allah’a olan sevgimizden dolayı insanları ve onun yarattığı bütün varlıkları severiz. İnsanlar da bizi sever ve sayarlar.

İçimizi dolduran Allah sevgisi, bizi daima güzel işler yapmaya yöneltir. Allah’a inanan kişi kendisini sürekli görüp gözeten bir yüce yaratıcının bulunduğunu düşünür. Yaptıklarından sorumlu olacağını ve bir gün hesap vereceğini düşünür. Bu düşünce onu kötü şeylerden uzaklaştırır. Kimsenin gönlünü kırmaz. Herkese sevgiyle yaklaşır. Kendisi için istediğini başkaları için de ister. İyiliksever, dürüst, hoşgörülü, merhametli olur.

Sorumlulukların bilir, ona göre davranır. Böyle duygu ve düşüncelere sahip olan insanları herkes sever. Bu sevgi onlara huzur ve mutluluk verir.

İnsan hayatında mutlu, neşeli, sevinçli anlar olduğu gibi, huzursuz anları da vardır. İnsana bu mutluluğu Allah verdiği gibi, onu sıkıntıdan, üzüntüden kurtaracak yine Allah’tır. Allah’a inanan kimse başına bir sıkıntı geldiğinde, bunlardan kendisini kurtaracak olanın Allah olduğunu bilir ve huzurlu olur. Kendini yalnız hissetmez. Hep güven duygusu içinde yaşar. Allah Kur’an’da şöyle buyurmaktadır:
وَمَنْ يَتَّقِ اللهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجًا
وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لاَ يَحْتَسِبُ وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللهِ فَهُوَ حَسْبُهُ اِنَّ اللهَ بَالِغُ اَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللهُ لِكُلِّ شَىْءٍ قَدْرًا
 “Allah’a gönülden bağlanıp, ona karşı gelmekten sakınan kimseye, Yüce Allah sıkıntıdan çekip kurtaracağı bir yol gösterir. Ve ona hiç beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah’a dayanıp güvenirse Allah ona yeter. Şüphesiz Allah dilediği şeyi sonuca ulaştırır. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.”

İman aynı zamanda insandaki yalnızlık duygusunu gideren bir hususiyete de sahiptir. İman vasıtasıyla Allah’ı dost edinen insan, sıkıntılı durumlarında Ona sığınarak yardımına müracaat eder. Zaten ihtiyacı olduğunda insana yardım edecek yegâne kudret sahibi, bütün varlığa hükmü geçen, biricik sığınılacak yer, Onun dergâhı değil midir? İşte imanın yalnızlık duygusunu gidermesi, onu bunalım ve intihara karşı koruyan bir unsurdur.

Salih amel ve ibadetler imanın kalpte yerleşmesiyle başlayan bir hareket, imanın bir meyvesidir, ancak kalpte imanı besleyen de bunlardır. İyilik yapmak, ibadet etmek insana huzur verir, iç dünyasındaki sıkıntıları yok eder, bunalıma düşmesini engeller. Ayrıca salih ameller insanı kötülük yapmaktan, hatta kötü işlerin içine düşmekten korur. Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:

وَاَقِمِ الصَّلَوةَ اِنَّ الصَّلَوةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِ
 “Şüphesiz ki namaz fuhşiyat ve münkerattan alıkor.”
Dolayısıyla salih ameller insan üzerinde, bir taraftan imanı kuvvetlendirirken, diğer taraftan kişiye huzur bahşedip, kötülüklerin içine düşmesini engelleyerek çift yönlü bir etki meydana getirirler.

Allah’a İnanmak İnsanları Mutlu ve Sağlıklı Yapıyor
Araştırmalar, dinî, manevî bir yolu takip eden insanların daha uzun ve güçlü bir sağlığa sahip olma ihtimallerinin etmeyenlere oranla, belirgin ölçüde fazla olduğunu gösteriyor. Dua, meditasyon, ibadet ve diğer ‘zihin-beden’ yaklaşımları tedavi etme süreçlerinde yararlı gözüküyor.
Dinin psikolojik faydaları giderek daha çok anlaşılıyor. Daha yüksek seviyelerdeki dinî inanç ve maneviyat strese karşı daha çok dayanıklılık, daha düşük seviyelerde anksiyete, daha iyi yetenekler, güçlü sahiplenme duygusu ve genellikle daha berrak, aydınlık bir hayat veriyor.
Mutluluk Hissini Veren Allah’tır

Allah’a iman, insanları başka hiçbir koşulda elde edemedikleri huzurlu ve mutlu bir yaşama iletir. Mutluluğu ruha hissettiren Allah’tır ve Allah bu hissi yalnızca razı olduğu kullarına verir. Allah’ın rızasından uzak yaşayan birisi kendisini maddi sebepler kullanarak mutlu etmeye çalışabilir ve geçici bir süre için kendini mutlu hissettiğini de zannedebilir. Ancak bu kişi gerçekte bir aldanma içerisindedir. Çünkü duyduğu mutluluk hissi, iman sahibi bir insanın yaşadığı mutluluk ile aynı değildir. Kelime olarak aynı kelime ile isimlendirilse bile, bu durum ömründe hiç tatlı yememiş bir kişinin ekşi tadını ‘tatlı’ zannetmesine benzer. Bu kişi yediği yiyeceğin şekerli olduğunu iddia etse de, gerçek şeker tadını bilen bir insana göre yediği yiyecek ekşidir. Mutluluk kavramı da bu örnekteki gibidir. Allah’a iman edip, Allah’ın kalplerine indirdiği huzura kavuşmuş olan müminler, ‘gerçek’ mutluluğu yaşamaktadırlar ve diğer kişilerin mutluluk zannettikleri hislerin anlık ve geçici heyecanlar olduğunun bilincindedirler.

Müminlerin kalbinde, Allah’ın rızasını kazanma umudunun ve bu yolda çaba harcamanın verdiği bir sevinç ve huzur vardır. Yaşadıkları bu neşe ve sevinç, onları hem dünya hayatında mutlu ve huzurlu kılar hem de Allah’ın rızasını daha fazla kazanmalarını sağlayacak olan şevklerinin en önemli kaynağını oluşturur. Bu sevinç ve mutluluk, iman etmeyen insanların asla ulaşamayacakları ve taklit edemeyecekleri bir sevinçtir. Çünkü bu, Allah’ın yalnızca müminlere hissettirdiği ve Allah’ın rızasını, rahmetini ve sonsuz cennetini ummanın verdiği mutluluk ve huzurdur.
Asıl Mutluluk Yurdu:

Cennet
Allah müminleri dünyada güzel ve mutlu bir yaşamla yaşatırken ahirette de cennetle müjdelemiş, yaptıkları tüm salih amelleri kabul edeceğini ve kavuşacakları güzelliğin ve mutluluğun ise pek yakın olduğunu bildirmiştir. Allah’ın sonsuz rahmetini ve sevgisini hissetmek ve sonsuz cennetle mükafatlandırılmayı ummak müminin kalbine büyük bir ferahlık ve huzur verir. Allah Kur’an’da müminlerin dünyada ve ahirette güzel bir yaşam süreceklerini şöyle müjdelemektedir:

اِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلَئِكَةُ اَلاَّ تَخَافُوا وَلاَ تَحْزَنُوا
وَاَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّتِى كُنْتُمْ تُوعَدُونَ
“Şüphesiz 'Bizim Rabbimiz Allah’tır.' deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki) 'Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vadolunan cennetle sevinin.' ” 

Bir insanın imansız ve ibadetsiz huzurlu olması mümkün değildir. Nasıl ki, vücudumuz için, A,B,C,D, gibi vitaminlere ihtiyacımız vardır. Bunları temin eden bir insan, maddi vücudunu sağlığa ve huzura kavuşturur. Aynen öylede Rabbimizin ruh ve kalp huzuru için bize sunmuş olduğu bir vitamin reçetesi vardır. Bunların başında iman geliyor. Allah’a imanı olup her yerde hazır ve nazır olduğunun keyfiyetini ruh ve kalbinde yaşayan bir insanın nazarında, dünya küçülür, ehemmiyetsizleşir. Bundan sonra namaz başta olmak üzere ibadetler vitamin vazifesini görür.
İnancın ve ibadetin sağlığımız üzerinde olumlu etki yaptığı, daha uzun ve sağlıklı yaşamamıza katkıda bulunduğu artık kanıtlanmış durumda.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, bunalımlar insanın doyumsuzluğundan, hadiselere karşı dayanma gücündeki zayıflığından, iman şuurundaki eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Bunun yegâne çaresi, ferdi olarak tahkikî bir iman seviyesine, iman vasıtasıyla fikir ve duygu terbiyesine, dünya metaına karşı yüksek bir kanaat zenginliğine ulaşmaktır.
46
CUMA HUTBELERİ / Müslüman Hayırlı Bir Komşudur
« Son İleti Gönderen: YOLCU Nisan 05, 2019, 02:39:25 ÖS »
MÜSLÜMAN HAYIRLI BİR KOMŞUDUR

Muhterem Müslümanlar!
Âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Allah’a kulluk edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara iyi davranın. Allah kendini beğenen ve böbürlenip duran kimseyi asla sevmez.” 
Okuduğum hadis-i şerifte ise Resûl-i Ekrem (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Allah katında komşuların en hayırlısı, komşusuna en güzel davranandır.”

Aziz Müminler!
Komşuluk, sosyal hayatımızın ayrılmaz bir parçasıdır. Komşularımız, her gün karşılaştığımız, huzur ve güven veren selamına alıştığımız, ihtiyaç duyduğumuzda yanı başımızda bulduğumuz insanlardır. Köyümüzün, mahallemizin, ilçemizin, şehrimizin ve ülkemizin de komşuları vardır. Her türlü komşuluk ilişkisinde esas olan ise, hakkaniyet, nezaket, saygı ve merhamettir. Ahlakî erdemlere sahip, insanî değerlere saygılı, komşusunun şeref ve haysiyetini koruyan bir komşu, dünya hayatının en büyük nimetlerinden birisidir.

Kıymetli Müslümanlar!
Komşuların birbiri üzerinde öyle çok hakkı vardır ki, Sevgili Peygamberimiz “Cebrâil, bana komşu hakkından o kadar çok bahsetti ki, neredeyse komşuyu komşuya mirasçı yapacak zannettim”  buyurur. Komşuya iyilik yapmak ve güzel davranmak, Peygamberimizin ifadesiyle, mümin olmanın gereğidir. 

Mümin, imanından aldığı olgunlukla, komşusunu yalnız ve yardımsız bırakmaz. Maddi ya da manevi her türlü ihtiyacında komşusuna destek olur. Öyle ki, mümin bir kadın, yemek yaparken bile çorbanın suyunu biraz fazla koyarak komşusunu gözetmenin Peygamber tavsiyesi olduğunu bilir. Acı tatlı gününü paylaşmak, hastalandığında ziyaret edip, öldüğünde cenazesinde bulunmak, aile fertlerine sahip çıkmak her müminin komşuluk vazifesidir.
   
Değerli Müminler!
Ne hazin bir durumdur ki, günümüzde aynı apartmanın çatısı altında yaşayan, akşam olunca aynı duvara sırtını yaslayan nice komşu, birbirini tanımamaktadır. Komşular birbirlerinden bir selamı bile esirgemekte, yaşanan acılar günlerce sonra duyulmakta, sevinçler dört duvar arasında kalmaktadır. Günümüz insanı, dünya telaşı içinde koşarken ruhunu ve gönlünü ihmal etmekte, dertlerine derman olabilecek komşuluk ilişkilerini gözden kaçırmaktadır. Komşuluğun zayıflamasıyla birlikte, maalesef birbirimizi tanıma, anlama, hoş görme, affetme gibi güzel vasıflarımız da kaybolmaktadır.

Aziz Müminler!
Geliniz bu Cuma vakti, müminler olarak komşuluk ahlakına ve hukukuna ne derece riayet ettiğimizin muhasebesini yapalım. Komşularımıza sıcak ve samimi bir selam verip, çocukların hatırını sormayı, gençlere güler yüz göstermeyi ihmal etmeyelim. Komşularımızın kederine ve sevincine ortak olalım. “Komşusunun, şerrinden emin olmadığı kimse cennete giremez”  buyuran Peygamber Efendimizin ne kadar ciddi bir uyarıda bulunduğuna dikkat kesilelim. Elimizden ve dilimizden komşularımızın zarar görmemesi için azami derecede hassasiyet gösterelim.

Peygamberimizin “Komşusu açken tok yatan kimse hakkıyla iman etmiş sayılmaz”  hadisini mihenk kabul edelim. En son hangi komşumuzu ziyaret ettik ya da hangi komşumuzu evimizde ağırladık? Kendimize soralım.

Aziz Müslümanlar!
Komşularla iyi ilişkiler kurmak, tıpkı ibadet etmek gibi, imanımızın gereğidir. Komşuluk ilişkilerimizde sevgi, saygı, yardımlaşma ve dayanışma duygusunu hâkim kılmak, ahlakımızın gereğidir.

Kendimiz için iyilik adına ne istiyorsak komşumuz için de onu isteyelim. Kendimize yapılmasını arzu etmediğimiz kötülükten komşumuzu da muhafaza edelim. Bedenlerimizle birlikte kalplerimiz de komşu olsun.
47
CUMA HUTBELERİ / Miraç Gecesi İçin Hazır mısınız?
« Son İleti Gönderen: YOLCU Mart 29, 2019, 03:02:53 ÖS »
MİRAÇ GECESİ

Muhterem Müslümanlar!
Tarihin her döneminde olduğu gibi Mekkeli müşrikler de İslam davetini engellemek için işkence ve eziyette sınır tanımamış, Müslümanlara karşı sosyal ve ekonomik boykot uygulamıştı. Tam boykot sona ermişti ki, bu sefer de Peygamber Efendimiz (s.a.s), kendisini daima himaye eden amcası Ebu Talib’i ve en sıkıntılı zamanlarında destekçisi olan sevgili eşi Hz. Hatice annemizi kaybetti.

Peygamberimizin himayesiz kaldığını düşünen müşrikler, O’na reva gördükleri eza ve cefayı daha da artırdı. Bir çıkış yolu arayan Allah Resûlü (s.a.s) İslam’ı tebliğ etmek için Taif’e gitti. Ancak orada da hakaretlere maruz kaldı. Hatta taşlandı ve mübarek ayakları kan revan içinde kaldı. İşte teselliye en çok muhtaç olduğu böyle bir zamanda Cenâb-ı Hak, Habibi’ni himaye ederek O’na İsrâ ve Miraç mucizesini lütfetti.

Kıymetli Müminler!
Hutbemin başında okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu Mescid-i Harâm’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. Hiç şüphesiz o, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”
İsrâ, Sevgili Peygamberimizin bir gece, Mekke’deki Mescid-i Harâm’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya yolculuğudur. Miraç ise Mescid-i Aksâ’dan en yüce makama kabulünün adıdır.

Değerli Müslümanlar!
Allah Resûlü (s.a.s), Miraç’tan ümmetine üç büyük hediyeyle dönmüştür.  Bu hediyelerin birincisi Peygamberimizin “Gözümün nuru”  dediği beş vakit namazdır. Namaz, Allah’la kul arasındaki güçlü iman bağının tezahürüdür. Namaz, yönünü kıbleye dönen, alnını secdeye koyan müminin manevi yükselişidir. Namaz sadece şekilden ibaret değildir. Aksine namaz, bedenen olduğu kadar zihnen ve kalben de insanı kuşatan bir ibadettir. Namaz kılan insan aynı zamanda güzel ahlaklı, dürüst, mütevazı, merhametli, adil olması beklenen insandır. İşte bu yüzden âyet-i kerimede “Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar”   buyurulmuştur.

Mirac’ın bir diğer hediyesi “Âmenerresûlü” olarak bildiğimiz ve her gün yatsı namazından sonra okuduğumuz Bakara Sûresi’nin son iki âyetidir. Bu âyet-i kerimeler bize iman esaslarını, kulluk şuurunu ve sorumluluk bilincini hatırlatır. Dünyada yapıp ettiğimiz her şeyin bir hesabı olduğunu bildirir. Rabbimize içtenlikle nasıl dua ve yakarışta bulunacağımızı öğretir.

Mirac’ın son hediyesi ise ümmet-i Muhammed’den Allah’a ortak koşmayanların günahlarının bağışlanacağı ve sonunda cennete girecekleri müjdesidir.

Muhterem Müslümanlar!
Miracın yüreğimizde kanayan emaneti ise Kudüs ve Mescid-i Aksâ’dır. Asırlar boyunca Müslümanların idaresi altında “barış ve selamet yurdu” olarak anılan Kudüs, bugün işgalin, zulmün, şiddetin ve acının toprağı haline getirilmiştir. İbadet özgürlüğünü hiçe sayanlar, mabet dokunulmazlığını ihlal edenler, bir yandan müminlerin Mescid-i Aksâ’da ibadet etmesine engel olmakta, diğer yandan bir cuma vakti Yeni Zelanda’da camide ibadet eden masum Müslümanları hunharca katletmektedir.
Unutulmamalıdır ki hiçbir zorbalık, Müslümanların Kudüs’te, Mescid-i Aksâ’da, bütün yeryüzü camilerinde birlik ve huzur içinde ibadet etmelerine engel olamayacaktır. Huzura, barışa ve umuda kasteden zalimler kendi yaktıkları ateşin kurbanı olacaklardır. Nitekim Cenâb-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

“Allah’ın mescidlerinde O’nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olması için çalışandan daha zalim kim olabilir? Aslında bunların oralara ancak korka korka girmeleri gerekir. Böyleleri için dünyada rezillik, âhirette de büyük bir azap vardır.” 


Aziz Müminler!
Miraç gecesi zihinlerimizde berraklığa, kalplerimizde ferahlığa, hayatımızda huzura vesile olsun. Allah’tan gelen namaz davetine yürekten icabet edip omuz omuza kıyama duralım. Miracın bereketiyle secdeye varalım. İmanın onurunu, kul olmanın sorumluluğunu bir kez daha hatırlayalım. Kudüs ve Mescid-i Aksâ’nın özgür olduğu Miraç gecelerine kavuşmak için umudumuzu ve duamızı eksik etmeyelim.

Önümüzdeki Salı gününü Çarşamba’ya bağlayan gece idrak edeceğimiz Miraç Gecesi’nin İslam âleminin birlik ve beraberliğine, yükselmesine ve yücelmesine vesile olmasını Yüce Rabbimizden niyaz ediyorum.
48
Avon Parfümleri / Avon Surrender Parfüm Satışı Durduruldu
« Son İleti Gönderen: YOLCU Mart 23, 2019, 03:28:21 ÖS »
Değerli arkadaşlar severek, beğenerek kullandığınız parfüm tekrardan satışa çıkıyor. Konudaki yer alan link güncellenmiştir. Satın almak için tıklayabilirsiniz.
49
CUMA HUTBELERİ / Kur'an ve Sünnet Bir Bütündür
« Son İleti Gönderen: YOLCU Mart 22, 2019, 03:16:40 ÖS »
KUR’AN VE SÜNNET BİR BÜTÜNDÜR
Okuduğum âyet-i kerimede Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: “Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle ve iyi kimselerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!”

Okuduğum hadis-i şerifte ise Resûl-i Ekrem (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Sözün en güzeli Allah’ın kitabıdır. Rehberliğin en güzeli ise Muhammed’in rehberliğidir.”
 
Muhterem Müslümanlar!
İnsanoğluna karşı çok merhametli olan Rabbimiz, onu dünya hayatında yalnız ve desteksiz bırakmamıştır. Kullarına doğru yolu göstermek üzere peygamberler göndermiş, hidayet rehberi kitaplar indirmiştir. İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem ile başlayan peygamberlik vazifesi hâtemü’l-enbiyâ Muhammed Mustafa (s.a.s) ile sona ermiştir. Hz. Âdem ile başlayan ilâhî mesaj, Peygamberimize indirilen Kur’an-ı Kerim’le taçlanmıştır.

Kıymetli Müminler!
Kur’an-ı Kerim, Allah tarafından bütün insanlığa gönderilen son ilâhî hitaptır. Cenâb-ı Hakkın sözü, kelâmıdır. Okunması ibadet olan Kitâp’tır. Hak ile bâtılı, doğru ile yanlışı, helal ile haramı birbirinden ayıran Furkân’dır. Ruha ve bedene şifa, ahlâkî hastalıkları tedavi eden devadır. Dünya ve ahiret mutluluğunun yollarını gösteren hüdâdır. İnsana yaratılış gayesini hatırlatan Zikir’dir.

Muhterem Müminler!
Sünnet, Sevgili Peygamberimizin hayat tarzı, sözleri, fiilleri ve onaylarıdır. Kur’an, bize imanı ve yalnızca Allah’a kul olmayı emretmiş; sünnet, imanın hakikatlerini öğretmiştir. Kur’an, bize imanımızın gereği olan ibadetleri emretmiş; sünnet, bu ibadetleri nasıl yapacağımızı göstermiştir. Kur’an, bize güzel ahlâkı emretmiş; sünnet ise erdemli bir hayata model olmuştur.
Değerli Müslümanlar!
Peygamber Efendimiz (s.a.s), âlemlerin Rabbinden aldığı vahyi insanlara hem tebliğ etmiş hem de açıklamıştır. Onun güzide yaşantısı, Allah’ın rızasına uygun yaşayan iyi bir Müslüman olmak için önümüzdeki en güzel örnektir. Şu geçici dünyada ve kalıcı ahiret yurdunda huzura ermek istiyorsak, tek çaremiz Peygamberimizin sünnetine uymak, onun gibi yaşamaya, onun gibi düşünmeye ve onun gibi davranmaya çalışmaktır. Kur’an-ı Kerim’de bu durum şöyle ifade edilmiştir: “Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.”

Kıymetli Müslümanlar!
Resûl-i Ekrem Efendimiz, O’na peygamberlik görevi veren Rabbimizin kontrolü altında yaşamış, bir insan olarak kimi zaman en küçük bir hata işlediğinde bile Rabbimiz tarafından hemen uyarılmıştır. Kur’an’ın ifadesiyle Peygamberimiz (s.a.s) asla heva ve hevesine göre konuşmamış, vahye uymuştur.  Ashâb-ı kirâm onun mübarek sözlerini ve davranışlarını büyük bir dikkatle izlemiş ve derin bir hassasiyetle genç kuşaklara aktarmıştır.

Kur’an ve sünnet ayrılmaz bir bütündür. Dinimizin esasını teşkil eden Kur’an’ı, Peygamberimizin sünnetinden ayrı düşünmek imkânsızdır. Kur’an ile sünnet arasına mesafe koymak, “Kur’an bize yeter” diyerek sünnetin dindeki yerini hafife almak, Peygamberimizden bize ulaşan sahih bilgi hakkında şüphe uyandırmak, iyi niyetten uzak büyük bir vebaldir. Zira Kur’an’a iman eden Müslüman toplumların geleneği sünnet ile yoğrulmuş, İslam medeniyetinin temelleri Kur’an ve sünnet üzerine kurulmuştur. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s) Veda Hutbesi’nde şöyle buyurmuştur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” 

Aziz Müminler!
O halde Yüce Kitabımız Kur’an’a sımsıkı sarılalım ve onun emri üzerine Sevgili Peygamberimizin sünnetine uyalım. Dinimizi en doğru şekilde öğrenme ve yaşama konusunda Kur’an’ın rehberliğinden ve sünnetin izinden ayrılmayalım. Kur’an ve sünneti birbirinden ayırarak din istismarına kapı aralayanlara, şöhret ve çıkar devşirmeye çalışanlara karşı uyanık olalım. Sünneti bugünlere taşıyan hadis külliyatımızın güvenilir olmadığını iddia eden bir zihniyete asla itibar etmeyelim. Sahih sünneti Peygamberimize ait olmayan sözler ve hurafelerle istismar edenlere karşı da uyanık olalım. Allah’ın kitabı Kur’an’la, Peygamberimizin nezih sünnetiyle hayatını şekillendiren evlatlar yetiştirmek için gayret sarf edelim.

Aziz Müslümanlar!
Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı öncülüğünde cami inşaatlarımız devam etmektedir. Âli cenap milletimizin destekleriyle inşa edilen camilerimizde ezan-ı Muhammedi gök kubbede yankılanmakta, müminler omuz omuza saf tutarak birlik ve beraberliklerini kuvvetlendirmekte, inanmış gönüller ilim ve irfanla buluşmaktadır. Cuma namazından sonra yurt içinde özellikle üniversitelerimizde ve yurt dışında muhtelif ülkelerde yapımı devam eden camilerimiz için yardımlarınıza müracaat edilecektir.

Bu vesileyle geçmişten günümüze camilerimizin inşa ve ihyasına katkı sunan siz aziz cemaatimize teşekkür ediyor, yapacağınız yardımların dergâh-ı ilâhîde kabul olmasını Rabbimizden niyaz ediyorum.
50
Bizler batıl inançlarımızı yaşayabilmek adına, Allah ın ayetlerini görmezden gelerek çarpıtmaktan, anlamlarını değiştirmekten ne yazık ki korkmuyoruz. Kur’an ı tarafsız okumayıp, inandığımız batıl ve rivayet inançlarla anlamaya çalıştığımız içinde, Allah bizleri NURUYLA, buluşturmuyor, gerçekleri görmemizi engelliyor. Bunun nedeni, Allah ın kitabına şirk koştuğumuz içindir. 

Allah ın kitabını din ve iman adına yeterli görmeyenleri, o zalim din tacirlerine elbette muhtaç edecektir. Böyle olanların sonunu hep birlikte görüyoruz. Bu makalemde,  Allah ın kitabını yeterli görmeyen, her bilginin detayın olmadığını iddia edenlerin, yanlış inançlarını savuna bilmek adına, Allah ın ayetinin anlamını nasıl çarpıtmaya çalıştıklarına, güzel bir örnek vermek istiyorum.

Bir arkadaşımız, kendisi gibi düşünmeyen topluma hitap ederek, mealcilerin en çok örnek verdiği ayet, Enam suresi 38. ayette geçen, “BİZ KİTAPTA HİÇBİR ŞEYİ EKSİK BIRAKMADIK”. Sözleridir diye başlıyor ve bu ayette geçen kitabın, Kur’an olmadığını, Allah ın katındaki ana kitap Levh-i Mahfuz da ki kitaptan bahsediyor diyerek,  ayeti saptırmakta, adeta Kur’an da sorumlu olduğumuz her şeyin olmadığını, yani detaysız olduğunu, DİNİ YAŞAYABİLMEMİZ ADINA, BAŞKA BEŞERİ KAYNAKLARA MUHTAÇ OLDUĞUMUZU KANITLAMAYA ÇALIŞMAKTADIRLAR. Hâlbuki Allah Kur’an ın nereden geldiğini, Büruç suresi 21–22. ayetlerinde açıklarken bakın ne diyor.

Büruç 21–22: Hakikatte o, korunmuş levhada/Levh-ı Mahfûz'da bulunan şerefli Kur'ân'dır. (Bayraktar Bayraklı)

Kur’an, Allah katındaki korunmuş kitaptan bizlere gelen bilgiler, tebliğ ve uyarılar olduğunu açıkça bildiriyor. Ama batıl savunucuları, hurafe ve rivayet inançlarını kabul ettirebilmek adına, elimizdeki Kur’an ın değil, Allah katındaki kitabın eksiksiz olduğunu savunabilmektedirler. İLGİNÇ VE DİKKAT ÇEKİCİ OLAN İSE ALLAH TARAFINDAN KUR’AN IN, KORUMA ALTINA ALINDIĞI AÇIKÇA BİZLERE BİLDİRİLMİŞTİR. Bu düşünceyi savunanlara sormak isterim, birilerinin gücümü yetiyor da, Allah ın nurunun HÂŞÂ eksiği varda tamamlamaya kalkıyor. Bu ne hadsizlik ve cahilliktir böyle. ALLAH GÖRMEDİĞİMİZ, ŞAHİT OLMADIĞIMIZ, ALLAH KATINDAKİ KİTABIN EKSİK OLMADIĞINI NEDEN SÖYLESİN, BİZLERİ İLGİLENDİREN BİZLERE TEBLİĞ EDİLEN VE SORUMLU OLDUĞUMUZ KUR’AN DEĞİL Mİ? ALLAH IN KATINDAKİ KİTAPTA EKSİK YOKTA, GÖNDERDİĞİ KUR’AN MI EKSİK HER BİLGİ YOK? Bu nasıl bir mantık ve akıl tutulması ki, batılı aklayabilmek adına, Allah ın kitabına saygısızlık yaparak onu yetersiz görüyoruz. Konu üzerinde daha iyi düşünebilmemiz için, Enam suresini önce yazalım.

Enam 38: Yerde yürüyen ne kadar hayvan, kanatlarıyla uçan ne kadar kuş varsa, bütün bunlar sizin gibi birer topluluktur. BİZ KİTAPTA HİÇBİR ŞEYİ EKSİK BIRAKMADIK. Onlar sonunda RABLERİ ÖNÜNDE TOPLANIRLAR. (Bayraktar Bayraklı meali)

Bakın Allah biz kitapta hiçbir eksik bırakmadık dediği ayetinde, Büruç suresinde açıklama yaptığı gibi, Kur’an benim katımdaki kitaptandır demeden, direk BİZ KİTAPTA EKSİK BIRAKMADIK diyor.  Sizce bu kitabın hangi kitap olduğu, çok ama çok açık belli değil mi? Sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum, sizin bütün şan ve şerefiniz ondadır diyecek Allah, ama hiçbir eksiği olmayan kitap Kur’an olmayıp, Allah katındaki kitap olacak öylemi? Ne dediğimizin farkında mıyız? Hiç sanmıyorum. Toplumun kafasında şüphe uyandırmaya çalışıp, kendi batıl inançlarına kanıt arayanlar, işte bu ayet bilmem şu zaman inmişti, bundan sonrada birçok ayet indi, demek ki Kur’an dan bahsedilmiyor diyerek, toplumun kafası karıştırılıyor.

Hâlbuki Allah birçok ayetinde, Kur’an ın ipine bizlerin sarılmasını, emin olmadığımız bilgilerin ardına düşmememizi isterken, HİTAP EDİLEN TOPLUM YALNIZ O GÜNKÜ TOPLUM DEĞİL, DÜNYA DURDUKÇA TÜM TOPLUMLARA DA HİTAP ETTİĞİNİ, NE YAZIK Kİ ANLAMAK İSTEMİYORLAR. Biz vahyimizi tamamladık dedikten sonra, din ve imanımız adına Kur’an da hiçbir eksiğin olmadığını, ayetten anlamamız gerektiği çok açık anlaşılıyor. Lütfen şöyle düşünün,  Zuhruf 44. ayette Allah, SİZLERİ KUR’AN DAN SORUMLU TUTUYORUM demiştir. Ama bu ayet Kur’an ın son ayeti değildir ve bu ayetten sonrada birçok ayet inmiştir. Hatırlatmak isterim, Nahl 89. ayette Allah, bakın Kur’an hakkında ne diyor. “Ayrıca bu kitabı da sana, HER ŞEY İÇİN BİR AÇIKLAMA, BİR HİDAYET ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.”

Allah ın kitabına gözlerini kapatmış rivayet yolcuları Ehli kitap, Allah ın daha önce göndermiş olduğu kitaplarını yetersiz görüp, atalarının inançlarını da Allah ın emri gibi yaşıyorlardı. Allah onları uyarıyor ve geleceği bilen yüce Rabbimizde bu uyarılarla bizlere, aynı hataları yapmayın diyor ve BİZ KİTAPTA HİÇ BİR EKSİK BIRAKMADIK, HER SORUNUZA CEVAP VERİYORUZ, VERMEYE DE DEVAM EDECEĞİZ. ONUN İÇİN ALLAH IN YANINDA SAKIN VELİLER, EFENDİLER EDİNMEYİN, GÜVENİLECEK VELİNİZ YALNIZ BENİM UYARISINI YAPIYOR. Yoksa Allah Zuhruf 44. ayetinde, SİZLERİ KUR’AN DAN SORUMLU TUTUYORUM DERMİYDİ?

Allah her bilginin olmadığı, açıklanmamış, detaysız bir kitap gönderip, ondan sonrada kullarını nasıl sorumlu tutar? Bizlerin yaptığı yanlış, beşeri fıkıh inancının her konuda Allah ın emirlerine yaptığı ilavelerini, Kur’an da göremediğimizde, takındığımız yanlış tavırdan kaynaklanıyor ve diyoruz ki, bakın namazın kaç rekât olduğu bile yazmıyor. Namazda hangi duaların okunacağı da yok diye yüzlercesini sıralıyoruz. Hâlbuki bu saydıklarımız konusunda Allah, bizleri bağlayıcı bir hüküm vermemiştir. Üzücü olan, Allah ın yemin ederek kolaylaştırdığı kitabı bizler, bu kadarda kolay olur mu deyip, ellerimizle ilavelerle zorlaştırarak, Allah ın kitabını yetersiz görebilme cehaletini gösterebiliyoruz. Enam 38. ayetin devamındaki ayetler üzerinde düşünelim şimdide. Biz kitapta eksik bırakmadık derken, aslında Allah neleri kast ediyor ona bakalım.

Enam 39: Bizim ayetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklara gömülmüş sağır ve dilsizlerdir. Allah, SAPMAYI DİLEYENİ SAPTIRIR; doğru yola girmeyi dileyeni de doğru yola yöneltir. (Bayraktar Bayraklı)

Enam 40: De ki: “Ne dersiniz, SİZE ALLAH'IN AZABI GELSE VEYA O KIYAMET GELİP ÇATIVERSE SİZ, ALLAH'TAN BAŞKASINA MI YALVARIRSINIZ? Doğru sözlü iseniz söyleyin bakalım!” (Bayraktar Bayraklı)

Bakın Allah bir ayet öncesi ne demişti kullarına. “Biz kitapta hiçbir eksik bırakmadık.” Bakın devamındaki ayetlerde, bu uyarıyı neden yaptığı aslında anlaşılıyor. Batılı, hurafeyi aklayabilmek adına, Allah ın ayetlerine yanlış anlamlar vermeyelim. Bizim ayetlerimizi yalanlayanlar var diyor. Lütfen bu uyarıyla Allah, Kur’an ı tamamıyla kabul etmeyenleri kast ediyor diye anlamayınız. Bakın bu insanların sağır ve dilsiz olduklarını söylüyor.  Kur’an ın birçok ayetinde de buna benzer uyarılar var. Hatta gözleri var görmezler diye de uyarıyor, atalarının inançlarından vazgeçmeyenlerden bahsediyordu. Dikkat ettiyseniz önce iman etmiş olmalı ki bu kişiler, sapmayı dileyen sapıtır diyor. Doğru yola girmek isteyende doğru yola yönelir diyerek, böyle ikilemde kalmış kullarına Allah, BİZ KİTAPTA HİÇ BİR EKSİK BIRAKMADIK, YALAN, YANLIŞ, HURAFE, RİVAYET SÖZLERİN ARDINA DÜŞMEYİN, SİZLERİN SORUMLU OLDUĞU BÜTÜN BİLGİLERİ, KİTAPTA YANİ KUR’ANDA BULACAKSINIZ DİYOR. Ehli kitap, Allah ın kitabını yeterli görmeyip, atalarından intikal eden batıl, rivayet inançlarda ediniyorlardı.

Enam 40. ayette ise o gün cahiliye toplumunun ve günümüzde bizlerin yaptığı çok büyük yanlışa dikkat çekiyor.  Verdiği örneğe bakar mısınız lütfen. Size Allah ın azabı gelse veya kıyamet gelip çatsa, siz Allah dan başkasına mı yalvarırdınız diyor. Sanırım bu sözler sizlere, bugün bizlerin yaptığı çok büyük yanlışlarımızı hatırlatmıştır. Ne yazık ki bizler namazlarımızda her gün, YALNIZ SENDEN YARDIM İSTERİZ dediğimiz halde,  edindiğimiz veliler, şeyhler ve efendilerinde bizlere yardım ve şefaat edeceğine, inanmıyor muyuz?

Yaradan o günkü toplumu uyardığı gibi, bugünde Kur’an da her bilgi, detay yoktur diyenleri de uyarıyor ve şefaatçiler, yardımcılar sakın edinmeyin, bu uyarıyı da kitapta yaptık diyor. Sizlere indirdiğimiz ve indireceğimiz Kur’an da hiçbir eksik bırakmadık, sorunlarınız ile ilgili her konuda nice örnekleri, değişik ifadelerle verdik, açıkladık ki, kimseye muhtaç olmayasınız diye belirtiyor. Allah Enbiya 10. ayetinde: “ANDOLSUN, SİZE ÖYLE BİR KİTAP İNDİRDİK Kİ SİZİN BÜTÜN ŞEREF VE ŞANINIZ ONDADIR. “ dedikten sonra, hala hangi kitapta eksik bırakmadık tartışması yapabilir miyiz? Ne yazık i bizler cahiliye toplumunun yaptığı yanlışların aynısını yapıyoruz, sırf atalarının batıl, rivayet inançlarını yaşayabilmek adına, ayetlerin anlamları ile oynamaktan korkmuyorlar. Allah böyle insanları, bakın nasıl uyarıyor.

Ali İmran 78: Onlardan bir zümre vardır, aslında Kitap'tan olmayan bir şeyi SİZ KİTAP'TAN SANASINIZ DİYE, DİLLERİNİ KİTAP'LA EĞİP BÜKERLER. O, ALLAH KATINDA OLMADIĞI HALDE, "BU, ALLAH KATINDANDIR." DERLER. Bilip durdukları halde, Allah hakkında yalan söylerler.  (Yaşar Nuri meali)

Allah boşuna dinde zorlama yoktur demiyor. Aklını kullanan, zere kadar zorlanmadan, Allah ın Kur’an da verdiği örneklerini anlayacaktır. Yazdığım gibi, bazı arkadaşlarımız Enam suresi 38. ayette geçen; “BİZ KİTAPTA HİÇBİR ŞEYİ EKSİK BIRAKMADIK.” Sözünden kast edilen, hangi kitap olduğu konusunda şüphe uyandırmaya çalışanlara, ilkokul öğrencisinin anlayabileceği bir örnek vermek istiyorum.
 
Okulda öğretmen öğrencilerine şöyle sesleniyor. “ ÇOCUKLAR YARINKİ AYNI DERSİMİZDE, SİZLERİ KİTAPTAN İMTİHAN EDECEĞİM, DERSİNİZİ İYİ ÇALIŞIN.” Demiş olsa. Sizce öğrenciler öğretmenine, Öğretmenim hangi kitaptan imtihan edeceksiniz diye sorar mı? Cevabını herkes kendi nefsine vermelidir. Bu sorunun cevabı çok açıktır. Allah da kullarına aynı uyarıyı yapıyor ve diyor ki;

Zuhruf 44: Şüphesiz bu Kur’an, sana ve kavmine bir öğüt ve bir şereftir, ONDAN HESABA ÇEKİLECEKSİNİZ. (Diyanet meali)

Ne dersiniz, Allah ondan hesaba çekeceğim dedikten sonra, hala hangisinden diye bir soru sormaya gerek var mı? Var diyenler, varsın kendi yollarına gitsinler. Ama lütfen unutmasınlar, Allah her bilginin olmadığı, izah edilmeyen, açıklanmayan bir kitaptan, asla kullarını sorumlu tutmaz, hesaba çekmez. Şöyle düşünün lütfen, Allah hayatımıza geçirmemizi istediği emirleri verip, nasıl yaşayacağımızı izah etmeden, detayını rivayet yolla öğrenmemizi ister mi? Bunun yorumunu sizlere bırakıyorum. Lütfen Allah ın adaletini küçümsemeyelim, kendi nefislerimize uydurmaya çalışmayalım, pişman oluruz. Mahşer günü tüm gerçeklerle elbette yüzleşeceğiz. Allah cümlemizi, hesabını verebilenlerin safında olmamızı nasip etsin inşallah.

Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK

https://hakyolkuran1.blogspot.com/
http://halukgta.blogcu.com/
http://kuranyolu.blogcu.com/
http://hakyolkuran.com/
https://www.facebook.com/Kuranadavet1/

Sayfa: 1 ... 3 4 [5] 6 7 ... 10
Seo4Smf 2.0 © SmfMod.Com | Smf Destek