Vesvese ve kurtulma yolları
İLAHİ tekliflerin muhatabı olan insanoğlunun; hem üstün meziyetleri, hem de garip zaafları vardır. Zaaflarından birisi; dünyevi ihtirasa kapılması, şeytanın telkinlerine kulak vermesi ve şehvetlerini tatmin için gayr-i meşru yollara tevessül etmesidir. Bazı alimler, insanın manevi kuvvetlerini akıl, gazap ve şehvet olmak üzere üçlü tasnife tabi tutmuşlardır.
Şeytanın İman Hususundaki Telkinleri, Vesvese Hastalığı ve Tedavi Yolları
İLAHİ tekliflerin muhatabı olan insanoğlunun; hem üstün meziyetleri, hem de garip zaafları vardır. Zaaflarından birisi; dünyevi ihtirasa kapılması, şeytanın telkinlerine kulak vermesi ve şehvetlerini tatmin için gayr-i meşru yollara tevessül etmesidir. Bazı alimler, insanın manevi kuvvetlerini akıl, gazap ve şehvet olmak üzere üçlü tasnife tabi tutmuşlardır. Dünyevi ihtiras, şehvet ve gazap gibi duyguların dışa vurulmasını ifade için "nefs-i emmare" tertibi kullanılmıştır. Nefs-i emmarenin meşru sınırları tahrip eden arzularına heva denilir. İnsanın hakkı inkâr etmesi, şeytana uyması, adaleti hafife alması ve batıl olan ideolojileri savunması, hevâsına tabi olduğunun delilleridir. Şeytanın, insanı hevâsına uyması için telkinde bulunmasına istihvâ denilir.
Şeytan ile insanın mücadelesi, yeni bir hadise değildir. İbranice asıllı bir kelime olan 'Satan', rakip, düşman ve muhalif gibi manaları ifade eder. Yeryüzünün halifesi olan insanoğlunun fıtratında kuruntu, haset, cimrilik, nankörlük, öfke, nefsin aşırı istekleri, mala düşkünlük ve dünya sevgisi gibi değişik psikolojik unsurların bulunduğunu gizlemenin bir anlamı yoktur. Ayrıca kalbinin ve zihninin, şeytanın vesveselerine açık olduğu da bir gerçektir. Muhakkak ki derdi veren Allahû Teâla (cc) onun dermanını da yaratmıştır. Dolayısıyla insanı rahatsız eden maddî hastalıkların tedavisi mümkün olduğu gibi, manevî ve psikolojik olan rahatsızlıkların tedavisinin de mümkün olduğu Kur'ân-ı Kerim'de ve O'nu insanlara tebliğ eden Peygamberimiz Efendimizin (s.a.v.) sünnetinde haber verilmiştir.
Hz. Peygamberin (s.a.v.) insan psikolojisini hiçbir zaman dikkatten uzak tutmadığı, gayr-ı meşru olmamak şartıyla, insanların bir takım zaaflarına müsamaha gösterdiği, mümkün mertebe insanları rahatsız eden ve kuşkulandıran durumları izale etmek için gayret gösterdiği malûmdur.
Psikolojik açıdan insanı rahatsız eden vesvese, günümüzde yaygın olan bir hastalıktır.
Vesvesenin mahiyetini, zararlarını ve psikolojik tedavisini, diğer bir ifâdeyle Hz. Peygamber'in (sav) vesvese hastalığının tedavisi ile ilgili tavsiyelerini dikkate almamız gerekir. Önce "Vesvese" teriminin mahiyetini izaha gayret edelim. Vesvese, kelime olarak; saptırmak kastı ile söylenilen gizli söz, nefiste meydana gelen hâtıra (düşünce), kötü hâtıra, içi rahat etmeme, kuruntu, şüphe, tereddüt, hışırtı, fısıltı gibi gizli ses gibi mânâlarına gelmektedir.
Kavram olarak da vesvese: "Nefsin ve şeytanın aslı olmayan, kendisinde bir fayda ve hayır bulunmayan şeyi konuştuğu, insanın gönlüne ilkâ ettiği sözdür. "İrâde dışı gelen, kişiyi tedirgin eden, benliğe yabancı, şuurlu gayretle kovulamayan ve tekrarlayan düşüncelerdir." Bu bakımdan vesvesenin, sistemli bir zihin faaliyetine dayanmayan ve bazı hallerde kendiliğinden ortaya çıkan psikolojik bir hal olduğunu ifâde etmek mümkündür.
Vesvese genel olarak insanı gayr-i meşru davranışlara yönelten bir iç sarsıntısı olarak hissedilir. Bu anlamdaki vesvesenin kaynağı şeytandır. Dolayısıyla şeytan, insanın psikolojik zaaflarını çok iyi şekilde kullanmak suretiyle ve "şuuraltı telkin" şeklinde insanı etkisi altına almaktadır. Şeytanın işinin devamlı vesvese vermek (şuuraltı telkin) olduğu muhkem haberlerle sabittir. Bu sebeple şeytana vesvâs ismi verilmiştir. Kendisine vesvese galip olan kişiye de müvesvis denilir.
Hangi sebeple olursa olsun, insanın maruz kaldığı psikolojik rahatsızlıkların iyileştirilmesi, kaygıların ve vesveselerin giderilmesi, yanlışlıkların düzeltilmesi için kullanılan terapi/tedavi etme yöntemlerinden birisi telkindir.
Telkinin başarısı başlıca iki unsura bağlıdır. Birincisi: telkine muhatap olan kişinin telkine yatkın olması, telkin edilen düşünceyi veya tutumu kabul etme arzusudur. İkincisi: kişiye telkinin sunulma biçimidir. Peygamberimiz Efendimiz (s.a.s.) kendisine müracaat edip kaygılarını anlatanların durumlarına göre, onların bu kaygılarını giderici telkinlerde bulunmuştur.
Bu bakımdan âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber'in (s.a.s.) de, telkin metodu ile insanların hayatlarına girmiş olan ve sıkıntılarının sebebini teşkil eden her türlü ruhî problemleriyle yakından ilgilendiği, o problemleri çözmeye gayret ettiği malûmdur.
Böylece Hz. Peygamber (s.a.s.), telkin metoduyla psikoterapi icra ederek insanları, mâruz kaldıkları manevî buhranlardan, kaygılardan kurtarmaya çalışmış, hayatı boyunca da gerek Kur'ân'la gerekse Sünnetiyle bütün insanlığın huzura ve mutluluğa kavuşması için gayret göstermiştir.
İnsanları kuşkuya ve huzursuzluğa sevk eden en önemli problemlerden birisi de vesvesedir.
ŞEYTANIN TELKİN ETTİĞİ VESVESELER Hz. Peygamber (s.a.s.): "Her insanın (Cin taifesinden bir karini) şeytanı vardır..." (16) "Şeytan, âdemoğlunun kalbinin üzerine hortumunu koyar, âdemoğlu Allah'ı anarsa şeytan gizlenir, Allah'ı anmayı unutursa onun kalbini yutar.", "Kanın damarda dolaştığı gibi, şeytan da âdemoğlunun damarlarında dolaşır..." (17) gibi hadîsleriyle hiçbir insanın vesveseden kurtulamayacağına işaret edilmiştir. Her şeyin meydana gelmesinde bir sebep olduğu gibi vesvesenin sebebi de şeytandır.
Şeytanın bir çok telkinleri vardır. Bu telkinlerden bazıları; iman esasları, temizlik, ibadet, helal şeylerden kaçınılması, haramların işlenmesi vs. konulardaki telkinlerdir. Her insan, şeytanın telkin ettiği vesveselere mâruz kalabilir. Şeytanın bütün gayretinin, inanan kimseleri günahlara düşürmek ve neticede onları imandan çıkarmak olması hasebiyle özellikle de inanan insanlar, dinî konulardaki vesveselere daha fazla mâruzdurlar.
İmam Gazâlî ; "Şeytanların, Allah'ın zât ve sıfatları konusunda insanı küfre veya bid'ate düşürecek vesvese ve şüpheleri verdiği kişilerin, Allah'ın zât ve sıfatları hakkında bilgisi olmayan avamdan insanların olduğunu söyler ve şeytanların, itikat konusunda bir çok hilelerinin bulunduğunu" belirtir.
Sahâbîlerin içlerinde hissettikleri vesveseyi kabullenememeleri ve bunu da söylemeye cesaret bile gösterememe halleri, hâlis ve kuvvetli imanlarının belirtisi olmaktadır ki, "İşte o imanın tâ kendisidir" cümlesiyle, onların bu hallerinin imanlarının göstergesi olduğu bildirilmiştir.
Sahabilerin içlerinde hissettikleri ve söylemeye bile cesaret edemedikleri şey, Allah hakkında olup onu söylemenin büyük vebal gerektiren ve Allah hakkında söylenmesi uygun olmayan vesveselerdir. Onlar böyle bir şeyi düşündüklerinde bundan ıstırap duymaktadırlar. Onu tasdik etmek şöyle dursun, açıktan söylemeye bile cesaret gösteremezler ve böylece şikâyetlerini Hz. Peygamber'e (sav) arz ederler. Hz. Peygamber ettiği bir şüpheyi, aklen tasdik edip kabul etmiş bir hakikat gibi görür. Veyahut inancına aykırı bir şeyi düşünmeyi küfre girmiş gibi zanneder.
Neticede irâdesine bağlı olmayan, cüz'î iradesiyle de üstesinden gelemediği ve düzeltemediği, şeytanın bu gibi vesveselerinden korkarak "Eyvah! Kalbim bozuldu, imanım gitti" diyerek ümitsizliğe düşer, her şeyi bırakır ya da sapık inançlara kapılır.
Hz. Peygamber (s.a.s.), bazı hadîslerinde de, insanın içinden geçirdiği vesvese nevinden olan şeyleri söylemedikçe veya o vesveselere uygun davranışlarda bulunmadıkça, Allah'ın o vesveseleri bağışladığını bildirerek şöyle buyurmuştur:
"Allah, ümmetimin içinden (irâdelerine bağlı olmaksızın) geçirdikleri şeyleri konuşmadıkça ve fiilî olarak yapmadıkça bağışlamıştır."
"Allah şöyle buyurdu: Kulum, herhangi bir iyilik yapmayı ister de onu yapmazsa onu bir iyilik (yapmış olarak) yazarım, eğer yapar (o niyetini fiiliyata dönüştürürse) onu da on katından yedi yüz katma kadar iyilik (yapmış olarak) yazarım. Kulum, herhangi bir günah işlemek ister de onu yapmazsa (uygulamaya koymazsa) onu kuluma günah yazmam, eğer yaparsa bir günah yazarım."
İnsanın aklı Allah'ın Zâtını idrak edebilecek kapasitede değildir. Eğer insan; sınırlı aklı ile, her sıfatıyla sınırsız bir özelliğe sahip olan Allah'ın Zâtını anlamaya çalışırsa hataya düşer. Şeytanın, Allah'ın Zâtı hakkında bazı sû-i edep şeyleri telkin ve tasvir etmesiyle insan vesveseye kapılır. Fakat Allah'ın haddi hesabı olmayan mahluklarının yaratılışları, sevk ve idareleri, var ve yok edilişleri, birbirlerinin hizmetlerine koşturulmaları üzerinde istenildiği kadar düşünülebilir. Bu şekildeki bir tefekkür, insanın ufkunu açar, zihnini genişlettirir, imanını arttırır ve vesveseden kurtarır.
Bir rivayette de; "Şeytan birinize gelir ve şöyle der: 'Şunu kim yarattı? Şunu kim yarattı?' diye öyle çok soru sorar ki hatta 'Rabbini kim yarattı?' der. İş buraya kadar gelince o kişi Allah'a sığınsın ve bu hatıra (düşünce) dan vazgeçsin" tavsiyesinde bulunmuştur. İmam-ı Nevevî, hadîste geçen "Allah'a sığınsın ve bu hatıra (düşünce) dan vazgeçsin
Vesveseden korkulursa insana zarar verir, korkulmazsa zarar veremez. Vesvesenin mahiyeti bilinirse kaybolur, fakat mahiyeti bilinmezse kalbe yerleşir ve etkisini gösterir. Eğer vesvese hastalığı kronikleşirse, uzman psikiyatristlere müracaat edilmesi gerekir. Ancak şifâyı verecek olanın sadece Allahu Teâla (cc) olduğunu bilmek ve O'na tevekkül etmek tedavi için zaruri bir unsurdur.
Vesveseyi şeytan telkin eder, insan ise onun kalbinden geldiğini zanneder. Halbuki kalbin böyle bir durumu kabul etmemesi gösteriyor ki, o kalpten değildir. Dolayısıyla insanın irâdesi ve ihtiyarı haricinde, hayaline gelen bu tasvirlerin hiçbir hükmü yoktur. İmana da bir zararı olmaz. Zarar, sadece onun menfi etkisini düşünmek ve bu düşünce ile zarara düşmektir. Şayet Hz. Peygamber'in sünneti dairesinde hareket edilir ve şeytanın vesvesesine kıymet verilmezse, hayale gelen ve o huzura uygun olmayan kötü hatıralarla meşgul olunmaz ise vesvesenin hiçbir etkisi olmaz. Şeytanın, insanlar üzerinde yaptırım kuvveti yoktur. O sadece uzaktan kumanda ile insanın içinde kalbin yakınında bulunan lemmesine (alıcı merkeze) telkinlerde bulunur. Hakikati bilmeyen insanlar evhamlanır, ne yapacağı konusunda telaşlanır, kalbinin ve imanının bozulduğu tevehhümüne kapılır, zarar eder. Şeytan, insan gaflette olduğu zamanlarda vesvese verir, Allah'ı hatırlama (zikir) esnasında şeytan gizlenir..