Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Undefined index: googletagged in /home/tsstfrm/public_html/Sources/GoogleTagged-Integrate.php on line 35
Vesveseden Kurtulmak İçin Ne Tavsiye Edersiniz?

Gönderen Konu: Vesveseden Kurtulmak İçin Ne Tavsiye Edersiniz?  (Okunma sayısı 5002 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı hakkinihelalet

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 2752
  • Canim Oğlum
Vesveseden Kurtulmak İçin Ne Tavsiye Edersiniz?
« : Haziran 23, 2008, 05:21:30 ÖS »
Vesveseye müptela olan bir kişinin bu hastalığından kurtulması için uzman ve dindar bir psikoloğa gitmesi tavsiye edilebilir. Nitekim bu bir tavsiyedir.

Etrafımıza şöyle bir göz atalım; dağlar, taşlar, bitkiler, hayvanlar, ay, güneş ve yıldızlar hayalimizden sıra ile geçsinler. Bunların hepsi maddî varlıklar, ama birbirlerinden ne kadar farklılık gösteriyorlar!?..

Bir de göremediğimiz, ışınlar âlemini, yer çekimini, güneşin cazibesini düşünelim. Bunların da yine birbirinden çok farklı şeyler olacaklarını dikkate alalım.

Ve şöyle devam ettirelim düşüncemizi:
Ateş topraktan ne kadar farklı ise, şeytan da âdemoğlundan o kadar ayrı olmalı.
Karanlık ışıktan ne kadar uzak ise, cinler de meleklere o kadar benzememeli.

İlâhî imtihana tâbi tutulan iki tür varlık: İnsan ve cin.
Her ikisinin de inananları ve inanmayanları var. Her ikisinde de hayırlı ve şerli fertler mevcut. Her iki cinsin de mürşitleri ve müfsitleri bulunuyor.
İşte cin türünün, ALLAH’a isyan eden en şerli ferdi: Şeytan.

İnsanın bedeni topraktan yaratılmış ve o haneye ruh misafir olmuş. Cinler ise doğrudan ateşten yaratılmışlar. Zaten şeytanın kaybettiği ilk ve en büyük imtihan da bu yaratılış farkından kaynaklanmış ve ateşten yaratıldığı için insandan üstün olduğunu iddia etmekle ve Hz. Âdem’e(a.s.) secde etmemekle huzurdan kovulmuş ve lânetlenmiş.

Şeytan, cin türünden olduğu için normal olarak da ömrü insan ömründen fazladır. Bununla birlikte, bu asi cinnîye, kendi isteği üzerine ve gerçekte bir ceza olarak, uzun bir ömür verilmiş ve insanlara kıyamet gününe kadar musallat olmasına müsaade edilmiş.

Hiç şeytan olmadan da Cenâb-ı Hakk insanları sadece nefisle ve dünyanın ahvaliyle, imtihan edebilir ve sonunda onları lâyık oldukları saadete erdirebilir yahut azaba dûçar kılabilirdi. Bu konuda şeytanın da devreye sokulması, gerçekte, ona verilmiş büyük bir cezadır. Çünkü, ne kadar insanı kötü yola sevk etmişse onların işedikleri günahların bir katı da kendisine yazılmakla azabı akıl almaz derecede artmış, Kahhar ismine en ileri mertebede mazhariyete lâyık kılınmıştır.

“İnsanlarda şeytan vazifesini gören cesedli ervah-ı habise bilmüşahede bulunduğu gibi, cinnîden cesedsiz ervah-ı habise dahi bulunduğu, o kat’iyyettedir.” Lem’alar, 82

Birisini görüyorsunuz, karşısındaki insana birtakım yanlış fikirler aşılamaya çalışıyor. Konuşurken muhatabının koluna, ayağına değil, gözüne bakıyor. Göz penceresinden ruha nüfuz etmeye, ona bir şeyler telkin etmeye çalışıyor. Bu iki şahsın bedenlerini hayalen ortadan kaldırırsanız, ortaya iki ayrı ruh çıkacaktır. Ve bunlardan birisi diğerini aldatmak istemektedir.
Hâl böyle olunca, şeytanın, insan ruhunu saptırmak, onu doğru yolan çıkarmak için çalışması akıldan uzak görülmemeli.

Bazı kimselerin şeytanı inkâr ettiklerini görürüz. Nur Müellifinin ifadesiyle, bu, “şeytanın en büyük bir desisesi”dir. Bu inkârda tek temel dayanak, şeytanın gözle görülmemesidir.

Şimdi o şahsa soralım:
Sen şeytanı neyinle inkar ediyorsun? Yani şeytanın varlığını senin ellerin mi kabul etmiyor, kulakların mı; gövden mi kabul emiyor, bacakların mı?
Bu sorumuzu saçma bulacak ve “hiçbiriyle” diyerek ilave edecektir: O’nun varlığını aklım almıyor.
O hâlde, şeytanın varlığını kabul etmeyen, o şahsın aklıdır.
Görünmeyen bir şey, yine görünmeyen bir şeyi inkâr etmektedir; delili ise “görülmemesi.”

Akıl kelimelerle düşünür, ama kalbin bütün işleri kelimesizdir. İnsan bir çiçeği veya güzel bir kokuyu “kelimelerle” sevmez. Bu işi kelimesiz yapar. Ama, bu sevgisini ifade etmek, başkalarına aktarmak istediğinde kelimelere iş düşer.
İşte, kelimesiz seven ve korkan ve yine kelimesiz inanan o insan kalbine, şeytan musallat olmakta, onunla kelimesiz konuşmakta, ona fısıltı kabilinden birtakım telkinlerde bulunmaktadır. İşte şeytanın bu fısıltılarına “vesvese” deniliyor. Vesveseden söz açılmışken şeytanın bu yolla insanoğluna uyguladığı bazı taktiklerden söz etmek isterim:
Şeytanın birinci gayesi, insanın imansız olmasıdır. Bunu başaramadı mı, geri adım atar ve onun ibadet etmemesine çalışır. Kulu bu şerefli vazifeden uzak tutmak için çok uğraşır. Kalbine birtakım kötü şeyler fısıldar. Ve insan bunların kendi kalbinden geldiğini sanarak rahatsız olur.
Bu defa şeytan yeni bir oyun sergiler:
“Böyle karışık bir kalp ile de ALLAH’ın huzuruna durulmaz ki!” der. Kul, bu desiseye kandı mı şeytan zafere ulaşmıştır. Hâlbuki, her akıl kabul eder ki namazda bulamadığı huzuru, namazı terk etmekle yakalayacak değildir. İbadet ve itaati bırakıp günah ve isyan yoluna giren bir insan, ilâhî feyizden gittikçe uzaklaşır. Tek çıkar yol, ibadete devam etmektir.
Bir sohbette, şeytanın bu oyununa maruz kalmış bir gençle dertleşiyorduk. “Ne zaman namaza dursam, aklıma kötü şeyler geliyor, namazdan çıktığımda kesiliyor.” diyor ve bir hâl çaresi arıyordu. Ona, önce, Nur Müellifinin şu harika reçetesini sundum:

“O çirkin sözler, senin kalbinin sözleri değil. Çünki senin kalbin ondan müteessir ve müteessiftir.” Sözler, 275

Sonra şöyle sürdürdüm konuşmamı:
Kendi yüzünü tokatlayan ve ağlayan birini görsen, demez misin ki, bu adam yüzünü kendisi tokatlıyorsa niçin ağlıyor? Yoksa göremediğim bir el mi, onun yumruğunu onun aleyhine çalıştırıyor? İşte senin hâlin o adam gibi.
Üstadın bu reçetesine göre, senin ağlaman gösteriyor ki o sözler senin kalbine ait değil. Namazı terk edip, meselâ, kumarhaneye gittiğinde o kötü sözlerin kesildiğini göreceksin. Demek ki, o sözlerin sahibi namaza düşman, kumara dost.
Hem kumar oynayan birisine şeytan niçin vesvese versin!?... Verse, kumarın haram olduğu aklına gelebilir, bu ise şeytanın işine gelmez. Onu öylece bırakmak şeytan için en geçerli yoldur.
Sonra kendisine Nur Külliyatından şu paragrafı okudum:

“Hem de o gibi vesveselerin, ne hakaik-i ilâhiyeye ve ne de senin kalbine bir mazarratı yoktur. Evet pis bir menzilin deliklerinden semanın güneş ve yıldızlarına, cennetin gül ve çiçeklerine bakılırsa, o deliklerdeki pislik ne bakana ve ne de bakılana bulaşmaz. Ve fena bir tesir etmez.” Mesnevî-i Nuriye, 96

Yine böyle birisine, şöyle bir soru sordum:
Sen ilmihâl okudun mu?
“Evet,” diye karşılık verdi.
İkinci sorum şöyle oldu:
İlmihâlde namazı bozan şeyler içinde “vesvese” de var mı?
Soruma hayretle karışık bir tebessümle karşılık verdi.
“O hâlde,” dedim, “sen namazına devam et.” Namazda aklına ne gelirse gelsin, “Haydin namaza, Haydin felâha” sözlerini işittiğinde Rabbinin seni huzuruna çağırdığının şuuru ile namaza koşmalısın. O anda aklına kötü şeyler gelebilir. Ama, sen aklından ne geçerse geçsin, namaza gitmekle bu emre uymuş olursun. Kalbime kötü şeyler geliyor bahanesiyle namazını kılmasan, emre isyan etmiş olursun ve böyle bir özür seni suçlu olmaktan kurtarmaz. Önemli olan emri tutmak ve namaza koşmaktır. Kalbimizin namaz esnasında ideal bir huzuru yakalaması ayrı bir meseledir.
Bu konuda Nur Külliyatından bir durum tespiti ve teselli cümlesi:

“Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takva bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azîme içinde amel-i sâlihin ihlasla muvaffakıyeti pek azdır. Hem az bir amel-i sâlih, bu ağır şerait içinde çok hükmündedir.” Kastamonu Lahikası, 148

“Bu zamanda” ifadesi aynı mektupta şöyle açıklanıyor:

“Madem her dakikada, şimdiki tarz-ı hayat-ı içtimaiyede yüz günah insana karşı geliyor; elbette takva ile ve niyet-i içtinab ile yüz amel-i sâlih işlemiş hükmündedir.”

Bu iki tespiti birlikte düşündüğümüzde hayalimizde bir harp meydanı canlanır. Her taraftan mermiler yağmakta ve biz bu dehşetli ortamda huzur aramaktayız. Bunu başaramayacağımız açıktır. Ama huzur bulamıyorum diye düşman saflarına iltihak edecek de değiliz.
İşte günahlar birer mermi, birer ok. Bu asrın toplum hayatı bir harp meydanı gibi. Her yandan yüzlerce hücuma uğrayan bir insan, namaza durduğunda ihlâslı, huzurlu bir ibadete zor muvaffak olur. Ama, o zorlukta ayrı bir değer vardır. Harp esnasında ve cephede tutulan bir nöbetle, sulh zamanında çarşı içinde tutulan nöbetin bir olmadığı açıktır. “Hem az bir amel-i sâlih, bu ağır şerait içinde çok hükmündedir” cümlesi bizi bu noktada hem teselli eder, hem de müjdeler.

Aynı mektupta ayrı bir müjde daha veriliyor: bir günahın terki vacip olduğundan, böyle bozuk bir ortamda yüzlerce günahı terk etmekle yüzlerce vacip işlenmiş olacağı müjdesi...
Birkaç asır önce, bu günahların yüzde birisine bile maruz kalmayan insanlar, bu vacipleri işleyemiyorlardı, onun yerine salih amel sahasında yol alıyor, bu yönde ilerliyor, nafile ibadetlerini artırıyorlardı. Şimdi ise, salih amel işlemek zorlaşmış. “Farzlarını yapan, kebireleri (büyük günahları) işlemeyen kurtulur” hükmü bir müjdeli haber olmasının yanı sıra, bu asrın dehşetinin de bir ifadesi, bir göstergesidir.

Biz asrı yargılamakla vakit geçireceğimize, kendi nefsimizle uğraşalım ve onu şeytana uymaktan alıkoymaya çalışalım. Bunda başarılı olanlar çoğaldıkça, asır da bu mutlu insanlara uymak zorunda kalacaktır.


Prof. Dr. Alaaddin Başar
« Son Düzenleme: Şubat 22, 2010, 10:48:24 ÖS Gönderen: gözyaşı »

Çevrimdışı stalker

  • Grupsuz
  • *
  • İleti: 1986
  • Cinsiyet: Bay
Vesvese ve kurtulma yolları
« Yanıtla #1 : Temmuz 27, 2008, 10:58:42 ÖS »

Vesvese ve kurtulma yolları



İLAHİ tekliflerin muhatabı olan insanoğlunun; hem üstün meziyetleri, hem de garip zaafları vardır. Zaaflarından birisi; dünyevi ihtirasa kapılması, şeytanın telkinlerine kulak vermesi ve şehvetlerini tatmin için gayr-i meşru yollara tevessül etmesidir. Bazı alimler, insanın manevi kuvvetlerini akıl, gazap ve şehvet olmak üzere üçlü tasnife tabi tutmuşlardır.

Şeytanın İman Hususundaki Telkinleri, Vesvese Hastalığı ve Tedavi Yolları
İLAHİ tekliflerin muhatabı olan insanoğlunun; hem üstün meziyetleri, hem de garip zaafları vardır. Zaaflarından birisi; dünyevi ihtirasa kapılması, şeytanın telkinlerine kulak vermesi ve şehvetlerini tatmin için gayr-i meşru yollara tevessül etmesidir. Bazı alimler, insanın manevi kuvvetlerini akıl, gazap ve şehvet olmak üzere üçlü tasnife tabi tutmuşlardır. Dünyevi ihtiras, şehvet ve gazap gibi duyguların dışa vurulmasını ifade için "nefs-i emmare" tertibi kullanılmıştır. Nefs-i emmarenin meşru sınırları tahrip eden arzularına heva denilir. İnsanın hakkı inkâr etmesi, şeytana uyması, adaleti hafife alması ve batıl olan ideolojileri savunması, hevâsına tabi olduğunun delilleridir. Şeytanın, insanı hevâsına uyması için telkinde bulunmasına istihvâ denilir.

Şeytan ile insanın mücadelesi, yeni bir hadise değildir. İbranice asıllı bir kelime olan 'Satan', rakip, düşman ve muhalif gibi manaları ifade eder. Yeryüzünün halifesi olan insanoğlunun fıtratında kuruntu, haset, cimrilik, nankörlük, öfke, nefsin aşırı istekleri, mala düşkünlük ve dünya sevgisi gibi değişik psikolojik unsurların bulunduğunu gizlemenin bir anlamı yoktur. Ayrıca kalbinin ve zihninin, şeytanın vesveselerine açık olduğu da bir gerçektir. Muhakkak ki derdi veren Allahû Teâla (cc) onun dermanını da yaratmıştır. Dolayısıyla insanı rahatsız eden maddî hastalıkların tedavisi mümkün olduğu gibi, manevî ve psikolojik olan rahatsızlıkların tedavisinin de mümkün olduğu Kur'ân-ı Kerim'de ve O'nu insanlara tebliğ eden Peygamberimiz Efendimizin (s.a.v.) sünnetinde haber verilmiştir.

Hz. Peygamberin (s.a.v.) insan psikolojisini hiçbir zaman dikkatten uzak tutmadığı, gayr-ı meşru olmamak şartıyla, insanların bir takım zaaflarına müsamaha gösterdiği, mümkün mertebe insanları rahatsız eden ve kuşkulandıran durumları izale etmek için gayret gösterdiği malûmdur.

Psikolojik açıdan insanı rahatsız eden vesvese, günümüzde yaygın olan bir hastalıktır.

Vesvesenin mahiyetini, zararlarını ve psikolojik tedavisini, diğer bir ifâdeyle Hz. Peygamber'in (sav) vesvese hastalığının tedavisi ile ilgili tavsiyelerini dikkate almamız gerekir. Önce "Vesvese" teriminin mahiyetini izaha gayret edelim. Vesvese, kelime olarak; saptırmak kastı ile söylenilen gizli söz, nefiste meydana gelen hâtıra (düşünce), kötü hâtıra, içi rahat etmeme, kuruntu, şüphe, tereddüt, hışırtı, fısıltı gibi gizli ses gibi mânâlarına gelmektedir.

Kavram olarak da vesvese: "Nefsin ve şeytanın aslı olmayan, kendisinde bir fayda ve hayır bulunmayan şeyi konuştuğu, insanın gönlüne ilkâ ettiği sözdür. "İrâde dışı gelen, kişiyi tedirgin eden, benliğe yabancı, şuurlu gayretle kovulamayan ve tekrarlayan düşüncelerdir." Bu bakımdan vesvesenin, sistemli bir zihin faaliyetine dayanmayan ve bazı hallerde kendiliğinden ortaya çıkan psikolojik bir hal olduğunu ifâde etmek mümkündür.

Vesvese genel olarak insanı gayr-i meşru davranışlara yönelten bir iç sarsıntısı olarak hissedilir. Bu anlamdaki vesvesenin kaynağı şeytandır. Dolayısıyla şeytan, insanın psikolojik zaaflarını çok iyi şekilde kullanmak suretiyle ve "şuuraltı telkin" şeklinde insanı etkisi altına almaktadır. Şeytanın işinin devamlı vesvese vermek (şuuraltı telkin) olduğu muhkem haberlerle sabittir. Bu sebeple şeytana vesvâs ismi verilmiştir. Kendisine vesvese galip olan kişiye de müvesvis denilir.

Hangi sebeple olursa olsun, insanın maruz kaldığı psikolojik rahatsızlıkların iyileştirilmesi, kaygıların ve vesveselerin giderilmesi, yanlışlıkların düzeltilmesi için kullanılan terapi/tedavi etme yöntemlerinden birisi telkindir.

Telkinin başarısı başlıca iki unsura bağlıdır. Birincisi: telkine muhatap olan kişinin telkine yatkın olması, telkin edilen düşünceyi veya tutumu kabul etme arzusudur. İkincisi: kişiye telkinin sunulma biçimidir. Peygamberimiz Efendimiz (s.a.s.) kendisine müracaat edip kaygılarını anlatanların durumlarına göre, onların bu kaygılarını giderici telkinlerde bulunmuştur.
Bu bakımdan âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber'in (s.a.s.) de, telkin metodu ile insanların hayatlarına girmiş olan ve sıkıntılarının sebebini teşkil eden her türlü ruhî problemleriyle yakından ilgilendiği, o problemleri çözmeye gayret ettiği malûmdur.

Böylece Hz. Peygamber (s.a.s.), telkin metoduyla psikoterapi icra ederek insanları, mâruz kaldıkları manevî buhranlardan, kaygılardan kurtarmaya çalışmış, hayatı boyunca da gerek Kur'ân'la gerekse Sünnetiyle bütün insanlığın huzura ve mutluluğa kavuşması için gayret göstermiştir.
İnsanları kuşkuya ve huzursuzluğa sevk eden en önemli problemlerden birisi de vesvesedir.

ŞEYTANIN TELKİN ETTİĞİ VESVESELER Hz. Peygamber (s.a.s.): "Her insanın (Cin taifesinden bir karini) şeytanı vardır..." (16) "Şeytan, âdemoğlunun kalbinin üzerine hortumunu koyar, âdemoğlu Allah'ı anarsa şeytan gizlenir, Allah'ı anmayı unutursa onun kalbini yutar.", "Kanın damarda dolaştığı gibi, şeytan da âdemoğlunun damarlarında dolaşır..." (17) gibi hadîsleriyle hiçbir insanın vesveseden kurtulamayacağına işaret edilmiştir. Her şeyin meydana gelmesinde bir sebep olduğu gibi vesvesenin sebebi de şeytandır.

Şeytanın bir çok telkinleri vardır. Bu telkinlerden bazıları; iman esasları, temizlik, ibadet, helal şeylerden kaçınılması, haramların işlenmesi vs. konulardaki telkinlerdir. Her insan, şeytanın telkin ettiği vesveselere mâruz kalabilir. Şeytanın bütün gayretinin, inanan kimseleri günahlara düşürmek ve neticede onları imandan çıkarmak olması hasebiyle özellikle de inanan insanlar, dinî konulardaki vesveselere daha fazla mâruzdurlar.

İmam Gazâlî ; "Şeytanların, Allah'ın zât ve sıfatları konusunda insanı küfre veya bid'ate düşürecek vesvese ve şüpheleri verdiği kişilerin, Allah'ın zât ve sıfatları hakkında bilgisi olmayan avamdan insanların olduğunu söyler ve şeytanların, itikat konusunda bir çok hilelerinin bulunduğunu" belirtir.

Sahâbîlerin içlerinde hissettikleri vesveseyi kabullenememeleri ve bunu da söylemeye cesaret bile gösterememe halleri, hâlis ve kuvvetli imanlarının belirtisi olmaktadır ki, "İşte o imanın tâ kendisidir" cümlesiyle, onların bu hallerinin imanlarının göstergesi olduğu bildirilmiştir.

Sahabilerin içlerinde hissettikleri ve söylemeye bile cesaret edemedikleri şey, Allah hakkında olup onu söylemenin büyük vebal gerektiren ve Allah hakkında söylenmesi uygun olmayan vesveselerdir. Onlar böyle bir şeyi düşündüklerinde bundan ıstırap duymaktadırlar. Onu tasdik etmek şöyle dursun, açıktan söylemeye bile cesaret gösteremezler ve böylece şikâyetlerini Hz. Peygamber'e (sav) arz ederler. Hz. Peygamber ettiği bir şüpheyi, aklen tasdik edip kabul etmiş bir hakikat gibi görür. Veyahut inancına aykırı bir şeyi düşünmeyi küfre girmiş gibi zanneder.
Neticede irâdesine bağlı olmayan, cüz'î iradesiyle de üstesinden gelemediği ve düzeltemediği, şeytanın bu gibi vesveselerinden korkarak "Eyvah! Kalbim bozuldu, imanım gitti" diyerek ümitsizliğe düşer, her şeyi bırakır ya da sapık inançlara kapılır.

Hz. Peygamber (s.a.s.), bazı hadîslerinde de, insanın içinden geçirdiği vesvese nevinden olan şeyleri söylemedikçe veya o vesveselere uygun davranışlarda bulunmadıkça, Allah'ın o vesveseleri bağışladığını bildirerek şöyle buyurmuştur:
"Allah, ümmetimin içinden (irâdelerine bağlı olmaksızın) geçirdikleri şeyleri konuşmadıkça ve fiilî olarak yapmadıkça bağışlamıştır."

"Allah şöyle buyurdu: Kulum, herhangi bir iyilik yapmayı ister de onu yapmazsa onu bir iyilik (yapmış olarak) yazarım, eğer yapar (o niyetini fiiliyata dönüştürürse) onu da on katından yedi yüz katma kadar iyilik (yapmış olarak) yazarım. Kulum, herhangi bir günah işlemek ister de onu yapmazsa (uygulamaya koymazsa) onu kuluma günah yazmam, eğer yaparsa bir günah yazarım."

İnsanın aklı Allah'ın Zâtını idrak edebilecek kapasitede değildir. Eğer insan; sınırlı aklı ile, her sıfatıyla sınırsız bir özelliğe sahip olan Allah'ın Zâtını anlamaya çalışırsa hataya düşer. Şeytanın, Allah'ın Zâtı hakkında bazı sû-i edep şeyleri telkin ve tasvir etmesiyle insan vesveseye kapılır. Fakat Allah'ın haddi hesabı olmayan mahluklarının yaratılışları, sevk ve idareleri, var ve yok edilişleri, birbirlerinin hizmetlerine koşturulmaları üzerinde istenildiği kadar düşünülebilir. Bu şekildeki bir tefekkür, insanın ufkunu açar, zihnini genişlettirir, imanını arttırır ve vesveseden kurtarır.

Bir rivayette de; "Şeytan birinize gelir ve şöyle der: 'Şunu kim yarattı? Şunu kim yarattı?' diye öyle çok soru sorar ki hatta 'Rabbini kim yarattı?' der. İş buraya kadar gelince o kişi Allah'a sığınsın ve bu hatıra (düşünce) dan vazgeçsin" tavsiyesinde bulunmuştur. İmam-ı Nevevî, hadîste geçen "Allah'a sığınsın ve bu hatıra (düşünce) dan vazgeçsin

Vesveseden korkulursa insana zarar verir, korkulmazsa zarar veremez. Vesvesenin mahiyeti bilinirse kaybolur, fakat mahiyeti bilinmezse kalbe yerleşir ve etkisini gösterir. Eğer vesvese hastalığı kronikleşirse, uzman psikiyatristlere müracaat edilmesi gerekir. Ancak şifâyı verecek olanın sadece Allahu Teâla (cc) olduğunu bilmek ve O'na tevekkül etmek tedavi için zaruri bir unsurdur.

Vesveseyi şeytan telkin eder, insan ise onun kalbinden geldiğini zanneder. Halbuki kalbin böyle bir durumu kabul etmemesi gösteriyor ki, o kalpten değildir. Dolayısıyla insanın irâdesi ve ihtiyarı haricinde, hayaline gelen bu tasvirlerin hiçbir hükmü yoktur. İmana da bir zararı olmaz. Zarar, sadece onun menfi etkisini düşünmek ve bu düşünce ile zarara düşmektir. Şayet Hz. Peygamber'in sünneti dairesinde hareket edilir ve şeytanın vesvesesine kıymet verilmezse, hayale gelen ve o huzura uygun olmayan kötü hatıralarla meşgul olunmaz ise vesvesenin hiçbir etkisi olmaz. Şeytanın, insanlar üzerinde yaptırım kuvveti yoktur. O sadece uzaktan kumanda ile insanın içinde kalbin yakınında bulunan lemmesine (alıcı merkeze) telkinlerde bulunur. Hakikati bilmeyen insanlar evhamlanır, ne yapacağı konusunda telaşlanır, kalbinin ve imanının bozulduğu tevehhümüne kapılır, zarar eder. Şeytan, insan gaflette olduğu zamanlarda vesvese verir, Allah'ı hatırlama (zikir) esnasında şeytan gizlenir..

 

Seo4Smf 2.0 © SmfMod.Com | Smf Destek