Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Undefined index: googletagged in /home/tsstfrm/public_html/Sources/GoogleTagged-Integrate.php on line 35
Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri

Gönderen Konu: Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri  (Okunma sayısı 4477 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı stalker

  • Grupsuz
  • *
  • İleti: 1986
  • Cinsiyet: Bay
Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri
« : Ocak 22, 2009, 06:41:28 ÖS »
Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri
(1541 - 1628) 


Celveti târîkatinin feyiz, ilim ve ask ehli büyük pîri olup Sivrihisar’lidir. Bir müddet seyahat ettikten sonra Bursa’ya gelisinde Seyh Üftade Hazretlerinin velâyet tuzagina yakalanarak, kisa zamanda hakikate erismis, irsada memur edilerek Üsküdar’a gönderilmis ve burada vefatina kadar irsâd ve hilafet vazifesi görmüstür. 48 zevattan ibaret olan halifelerinin isimleri bir risalede kayitlidir. Kabr-i Serîfleri Üsküdar’daki meshur tekkelerindedir. Tekkesi, ziyaretçisi eksik olmayan bir mübârek yerdir. Gül gibi kokar. (Rahmetullahi aleyh)

Dergâh kapisi üzerine su beyit yazilmistir:


"Eger vasil olam dersen dilâ sen sirri maksûda
Gel âdâb ile yüz sür âsitân-i Seyh Mahmud’a"


Divaninda mürsidâne ve âsikâne ilâhî, gazel ve siirleri mevcuttur. Bir kismi Arapça olan 29 adet eseri bilinmekte olup bunlardan Târîkatname, Divan-i Ilâhiyyat, Necatül Gârik isimli eserleri eskiden basilmistir. Divan-i Ilâhiyyati yeni harflerle de nesredilmistir. Cem ve fark makamlarini beyân eden, Türkçe manzum bir risale olan Necatül Gârik’in matla’i (ilk beyti) söyledir:

Hüdâ’ya hamd-ü minnet evvel ve âhir
Ki oldur zâhir ve bâtinda zâhir
Zuhûru perde olmustur zuhûra
Gözü olan delil ister mi nûra
Günes zâhir degil midir karindas
Ne var görmezse ani çesm-i huffas*


Aziz Mahmud Hüdâî Hazretlerinin ilâhî olarak bestelenmis meshur bir siiri ise, asagidaki "Bana Allah'im Gerek" isimli siiridir:


Bana Allah'im Gerek


Neyleyim ben dünyayi, bana Allah'im gerek

Gerekmez mâsivâsi, bana Allah'im gerek

Ehli dünya dünyada, ehli ukbâ ukbâda

Her biri bir sevdada, bana Allah'im gerek

Dertli dermanin ister, kullar sultanin ister

Âsik cananin ister, bana Allah'im gerek

Fâni devlet gerekmez, türlü ziynet gerekmez

Haksiz Cennet gerekmez, bana Allah'im gerek

Mecnûn ister Leylâ’yi, Vâmik özler Azrâ’yi

Nidem gayri sevdayi, bana Allah’im gerek

Bülbül güle eder zâr, pervâneyi yakmis nâr

Her kulun bir derdi var, bana Allah'im gerek

Beyhude hevâyi ko, Hak’ki bulagör yâhu

Hüdâî’nin sözü bu, bana Allah'im gerek



***************

Şerefli Koçhisar'da doğdu. Çocukluğu Sivrihisar'da geçti. Medrese eğitimini istanbul'da tamamladı. Edirne, Mısır, Şam ve Bursa'da Kadılık ve Müderrislik yaptı. Bursa'da Üftade Hazretleri'nin müridi ve halifesiydi. İstanbulda halka şeyh, sultanlara mürşid oldu. Üsküdar'da vefat etti. Külliyesi içinde bulunan bu türbeye defnedildi. Eserleri,Sohbetleri, Şiirleri, Vaaz ve nasihatları ile padişahtan herkese yol gösterdi. Devrini idrak ettiği sekiz padişahtan bilhassa Sultan III. Murad ve I. Ahmed'in saygısını kazandı.
   Yedisi Türkçe, otuz kadar eser yazdı. Zengin vakıflar ve manevi miraslar bırakarak ebediyet alemine göçtü.

   Sevenleri için şu duası meşhurdur: "Sağlığımızda bizi, vefatımızdan sonra kabrimizi ziyaret edenler ve türbemizin önünden geçtiğinde Fatiha okuyanlar bizimdir. Bizi sevenler denizde boğulmasın ahir ömürlerinde fakirlik çekmesin, imanlarını kurtarmadıkça göçmesin.


Mahmud Hüdayi hazretleri buyurdu ki: "Ey oğul! Bir mecliste bulunduğun zaman az konuş. Sana sorulmayan şeye cevap verme.
Bir şey sorulursa cevâbını bilmiyorsan, bilmiyorum de. Bilmediğine, bilmem demek ilmin yarısıdır. Eğer cevâbını biliyorsan, kısa cevap ver. Sözü uzatma.
Mecliste bulunanlara imtihân için bir şey sorma. Onlarla münâzara ve münâkaşa etme. Kendini beğenerek en başa, yukarıya oturma.
Edebe çok riâyet eyle. Edepsizlik her zaman ve her yerde yasak ve sevimsizdir. Her yerin kendine mahsus bir edebi vardır.
Arkadaşlarına cömertlik et ve iyi muâmelede bulun. Dünyâ sevgisini gönülden çıkar. Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak yolunda senin önüne ve yoluna bir şey engel olursa onu terk eyle.

Ey oğul! Dünyâ ve dünyâ nîmeti hayaldir. Gök kubbesi altında hiçbir şey aynı hal üzere kalmaz, hep değişir. Onun için dünyâ malına, makâmına ve dünyâ hayâtına güvenme. Biz bu dünyâda misâfiriz, yolcuyuz. Sonunda ayrılıp gideceğiz. Sıkıntın varsa üzülme. Bir an sonra ne olacağımız belli değil."

Çevrimdışı stalker

  • Grupsuz
  • *
  • İleti: 1986
  • Cinsiyet: Bay
Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri
« Yanıtla #1 : Ocak 22, 2009, 06:45:17 ÖS »
Sivrihisar o yılların kültür merkezlerinden biridir. Yeni nesiller sağlam bir tedrisattan geçirilir. Ancak içlerinden biri dikkat çeker. Bu çocuk okuduğunu hafızasına nakşeder ve akıllara durgunluk veren bir seziş kabiliyeti vardır. Hocaları "Oğlum Mahmud!" derler, "Senin önün açık, hiç buralarda durma, doğru İstanbul'a!"

Mahmud çeker çarığını, Dersaadet'e koşar. Zamanın gözde medreselerinden Ayasofya'nın kapısını çalar. Osmanlı'da istidadı olanların önü açıktır. Nitekim İmparatorluğun âlimleri bu pırlantayı keşfeder, hususi bir eğitimden geçirirler. Hele müderris Nasır zade hususi bir ihtimam gösterir ona.

Genç Mahmud, Edirne'de, Şam'da, Kahire'de kalır, çok âlim tanır. Eşi zor bulunan sohbetlere katılır. Nitekim Ferhadiye Medresesine müderris atanır. Derken genç yaşta kadı olur Bursa'ya.

GARİP DAVA
Üftade Hazretleri'nin dergâhına devam eden bir garip vardır. Bunu öyle bir Haremeyn hasreti sarar ki sormayın. İşini gücü bırakır, hacı uğurlar, hacı karşılar. Onlara sarılır, koklar, ayaklarının tozuna sürer yüzünü. Bir tek hurmayı, bir yudum zemzemi saklar yıllarca. Söz Mükerrem Mekke ya da Münevver Medine'den açılmaya görsün, aha şuracığını bir ılıklık basar, gözleri dolar.

Ama paranın gözü kör olsun Meret bir türlü denkleşmez ki. İşte o yıl da hacılar denklerini hazırlar, yola çıkarlar. Garibin hayvanı yoktur, uzun süre peşlerinden koşar, ancak ilk molada böyle olamayacağını anlar, döner geri. Yemeyi içmeyi unutur, uykuyu dağıtır. O Hicaz sevdası ile yanıp tutuşadursun arefe gelir çatar. Milletin bayram neşesiyle sağa sola koşturdukları demlerde iyiden iyiye mahzunlaşır.

OLUR, MU OLUR
Üftade Hazretleri onu bir kuytuda hıçkırırken görür. "Sen Eskici Mehmed Dede'yi bul" der, "selâmımı söyle, seni hacca götürsün!"

Garip adam "Öyle şey olur mu?" demez. Eğer Üftade Hazretleri diyorsa olur, mutlaka olur. Zerre kadar 'acaba'sı yoktur. Sevinçle Mehmed Dede'yi bulur. Büyük veli, garip aşığın elinden tutar ve göz açıp kapayıncaya kadar Arafat'a uçarlar.

Orada hemşehrilerini bulurlar. Birlikte konaklar, birlikte otururlar. Hatta emanet alır, emanet bırakırlar. Sonra geldikleri gibi dönerler geri. Karısı adama inanmaz. O, üç günün hesabını sorar. Hatta işi büyütür, kadıya çıkar. "Bu yalancıyla yaşamak istemiyorum!" der. "Yok, efendim hacca gitmiş de, tavaf etmiş de, zemzem içmiş de... Bir sürü maval işte!"

Kadı Mahmud önce adamcağızı, sonra Eskici Mehmed Dede'yi dinler. İkisi de üç aşağı, beş yukarı aynı şeyleri söylerler. "Bir anda şeytanı iklim, iklim dolaştıran Allah, sevdiklerini de gezdirmeye kadirdir!"

TEKKEYE GELEN KADI
Nihayet Bursalı hacılar döner, hadiseyi doğrularlar. Kadı Mahmud bir hoş olur. Makam, mertebe gülünç gelir gözüne. O saatte gemileri yakar, niyetlenir dervişliğe. Önce Eskici Mehmed Dede'nin kapısını çalar. Ama mübarek "senin nasibin bizden değil!" der, "Üftade hazretlerine gitsen gerek!"

Kadı Mahmud adamlarına "tiz atım hazırlansın!" der, kurulur eyere. Üftade Hazretlerinin dergâhına yaklaştığı sırada atının ayakları kayalara saplanır. Gelgelelim, henüz yaşadıklarını muhakeme edecek halde değildir. Atı bırakır, yürür kapıya. Karşısına ilk çıkana "Ben!" der, "Bursa kadısıyım. Geldiğimi söyleyin, Şeyh Üftade'yi göreceğim!" Kapıdaki yaşlı derviş önce acı, acı güler, sonra "Üftade benim evladım!" der, "Ama bu kapı yokluk kapısıdır, eğer malını, mülkünü, itibarını, rütbeni silemeyeceksen var git işine." Kadı Mahmut mahçup ve pişmandır. Üftade Hazretleri kadife gibi yumuşak bir sesle devam eder: "Bak yavrum bu yol çilelidir, görmüyor musun atın bile döndü geriye!"

ZOR İMTİHAN
Bunlar ne manalı sözler, bu ne içe işleyici sestir. İşte o an tevhid denizine yelken açar, sıyrılır yalan dünyanın girdaplarından. "Bu huzur hiç bitmese" der. Ama şimdi çetin imtihanlar bekler onu.

Koca Kadı, denilen her şeyi yapar, mesela sırmalı kaftanıyla mahalle, mahalle dolaşır ciğer satar. Peşinde yalınayak veledler, arsız kediler.

Alay edenler, fıkır, fıkır gülenler. Eski memurları "deli mi ne?" derler. Ama o direndikçe üstüne yürür, nefsinin burnunu sürter yerlere.

İşte helâları temizlediği günlerden birinde avluyu bir davul sesi doldurur, sonra tellâlın gür sesi duyulur. Bursa'ya atanan yeni kadıyı ilan ederler. Bir şaşaa, bir debdebe, bir gulgule...

Alçak nefis diklenmek ister. "Sen sürün bakalım" der, "Elin oğlu bıraktığın makama oturdu bile!" Ama o vesvelere güler geçer, "Boş versene!" der, "Sen buna lâyıksın. Hatta buna bile lâyık değilsin ama..."

İşte, tam o an ufuklar görünür, gökler duvak, duvak açılır. Kalbine anlatılmaz bir huzur ve sürur dolar. Üftade hazretleri develer yükü kitabın veremeyeceğini bir bakışıyla talebesinin kalbine nakşeder. Artık bulutların üstünü, yerin altını görür, zikreden zerreleri işitir. İşte bu yüzden çimlere basamaz, çiçekleri koparamaz.

Ve Sivrihisarlı Kadı Mahmud, Aziz Mahmud Hüdayi olur. Aziz Mahmud Hüdayi hazretleri, hocasına çok hizmet eder, ömrünün son demlerinde yanında olur, duasını alır. Üftade Hazretleri öylesine hoşnut olurlar ki anlatılamaz. Hatta açar ellerini "Allah ne muradın varsa versin" der, "Padişahlar ardınca yürüsün e mi?"

'Hocamın duası yerine gelsin'
Bir gün Sultan Ahmed Han yolda Hüdayi Hazretlerine rastlar, derhal atından inip eyeri gösterir. "Efendim buyurmaz mısınız?" Talebeleri Hüdayi Hazretleri gibi mütevazı bir velinin bu teklifi reddedeceğini sanır. Ancak Hüdayi Hazretleri hayvana biner, Koca Padişahı ardından yürütür. Ama birkaç adım ya gider, ya gitmez iner.

"Bunu sırf hocamın duası yerine gelsin diye yaptım" der, "Yoksa Padişahımın atına binmek ne haddime!"


Hüdayi Hazretleri hocasının vefatı üzerine Hoca Saadettin'in tavsiyelerine uyar, İstanbul'a yerleşir. Küçük Ayasofya tekkesinde talebe okutur. Sonra Fatih Medreselerinde fıkh, hadis, tefsir dersleri verir. Ama onun gönlünde sevenleri ile baş başa olacağı bir tekke yatar. Üsküdar'da bir arazi alır ve gönlüne göre bir dergâh kurar. İstanbullular akın, akın sohbetine koşar, himmetine kavuşurlar. Gel zaman, git zaman namı ötelere yayılır. Tam dört sultan (III. Murat, III. Mehmed, II. Osman ve IV. Murat Han) eşiğine gelir, diz çökerler yanı başına. Mübarek, o güçlü feraseti ile onlara gölge olur. Kâh tedbir gösterir, kâh hedef çizer. Ferhat Paşa ile birlikte İran seferine katılır, askeri zafere inandırır.

Gün gelir Hüdayi dergâhı Hakk âşıklarına yetmez olur. Mübarek derslerini Sultanahmet Camii'ne taşır. Ancak koca cami dahi dar gelir. I. Ahmed Han bir gece çok sıkıntılıdır. Rüyasında Avusturya kralı ile güreşir, lâkin sırt üstü yere düşer. Görünüşte kâbus gibi bir şeydir. Büyük bir telâşla rüyasını yazar ve Hüdayi dergâhına yollar. Ancak Aziz Mahmud Hazretleri ulağı kapıda karşılar pusulayı okumadan cevabi mektubu sıkıştırır eline. Onun tabirine göre toprak "kuvvet" demektir. Sırtının yere değmesi arkalarında ki himmete işarettir. Hulasa zafer bizimdir. Nitekim zaman büyük veliyi haklı çıkarır. Osmanlı muzaffer olur.

ALTIN MI İSTİYORSUN, AL!

Aziz Mahmud Hazretlerine Hanım olmak kolay değildir. Zira mübarek elindekini avucundakini dağıtır ve fukara gibi yaşar. Kadıncağız hamiledir ama karnını bile doyuramaz. Ev rutubetli ve soğuktur, dahası ne yemek yağı vardır, ne kandilin yağı. Bir gün kadının gırtlağına gelir. "Yetti gayri!" der, "sen tut Bursa Kadılığı gibi bir makamı bırak, malını mülkünü ona, buna dağıt. Sonra köleler gibi sürün. Bebeğimizi saracak çaputumuz bile yok. Yaptığın iş mi yani?" Aziz Mahmud Hüdayi sesini çıkarmaz, sadece manalı manalı güler. İşte tam o sıra kapı çalınır. Saray ağaları altın dolu torbaları eşiğe bırakırlar. "Sultanımız Efendimiz, ellerinizden öpüyorlar" derler, "Hadiseler aynen tabirinizdeki gibi gelişti. Lütfen, bunları kabul edin, sevindirin bizi!" Hanımı mahçup ve pişmandır. Eh, o altınlar da geldiği gibi gider tabii, anında bulur yerini. Üsküdar garibi bol semttir, fukara bol bol sebeplenir.

DALGALAR KUBBE, KUBBE

Sultanahmet Camii'nin açılacağı gün cuma hutbesini okuma şerefi Aziz Mahmut Hüdayi Hazretlerine verilir. Ancak o gün deniz kabına sığmaz, rüzgâr kamçı, kamçı dolanır. Dalgalar kubbe, kubbe gelir, sahili döverler. Sular zeminde patlarlar gülle gibi. Ama Hüdayi Hazretleri fırtınaya aldırmaz, Sarayburnu'na doğru açılırlar. Teknenin geçtiği yerde derya sütliman olur. Talebeleri ardı sıra ilerler, adeta tünelden geçerler.

İşte bu ehline aşikâr yol zaman, zaman sandalcılar tarafından kullanılır. Hoş, Üsküdarlı kayıkçıların tamamı ona intisaplıdır. Netameli havalarda "Ya Rabbi şeyhimin hatırına" der, sığınırlar Hüdayi yoluna. Söz konusu geçit daima sakin, daima emindir.

İŞTE KERAMET
Hüdayi Hazretleri bir gün saraydadır. Feyzli bir sohbetin ardından namaz vakti girer. Mübarek taze bir abdest almaya niyetlenirler. Sultan Ahmet koşar ibrik getirir. Şehzadeler seccadeleri sererler. Valide Sultan kafes arkasında peşkir hazırlar. Kadıncağız kalbinden "Ah" der, "Ah mübareğin bir kerametini göreydim." Aziz Mahmud Hüdayi Hazretlerine malum olur. "Hayret!" buyururlar, "Bazıları hâlâ keramet görmek istiyor. Koca Halife-i rûy-i zemin bizim gibi bir garibe ibrik tutsunlar, muhterem anneleri peşkir hazırlasınlar. Bundan âlâ keramet mi olur."

ÖLECEKLERİNİ BİLSİNLER
Bir gün padişah, Aziz Mahmud Hüdayi Hazretlerinden dua ister. Mübarek ellerini açar "Ya Rabbi bizi sevenler, denizde boğulmasınlar, yaşlılıklarında muhtaç olmasınlar, imanlarını kurtararak ölsünler ve öleceklerini bilsinler!" diye dua eder.

Ahmed Han, ömrünün son günlerinde meçhul kimselere selam vermeye başlar. "Neler oluyor?" diye soranlara, "Hayret!" der, "Görmüyor musunuz? Sahabenin büyükleri ve Hülefa-i Raşidin yanımızdalar. Bana hazırlan diyorlar. Yarın Efendimize gidecekmişiz".

Mübarek nice hazırlanır, onu bilemiyoruz. Ama bildiğimiz o ki ertesi gün kavuşur özlediklerine.

Aziz Mahmud Hüdayi hazretleri Üsküdar'da kendi adını taşıyan dergâhın bahçesinde medfundur.
« Son Düzenleme: Ocak 22, 2009, 06:46:12 ÖS Gönderen: stalker »

Çevrimdışı Kelebekler Diyarı

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 5131
  • ...
Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri
« Yanıtla #2 : Ocak 22, 2009, 06:46:33 ÖS »
“Günahım hadden efzûndur
Bana rahmeyle Allah’ım”
Dikençoğlu

İnsan nisyanla mâlûl! Lâkin unutulan, Kâinatın Yaratıcısı,
âlemlerin asıl varlık sebebi Cenâb-ı Hak olunca; netice hüsran,
netice figân…
* * *
Allâh’ım, nefsimizin fısıldadığı her kötülüğü, Sen hakkıyla bilensin,
Sen «el-Alîm»sin.
“Sizler içinizdekini açığa vursanız da gizleseniz de Allah ondan
yine sizi hesâba çeker.” (el-Bakara, 284)
Allah’ım, ruhumuzun arayışındaki incecik yönelişlerden
Sen haberdarsın, Sen «el-Habîr»sin.
“Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir.” (Hadid, 4)
Allâh’ım, damarlarımızda dolaşan her zerreye Sen şâhitsin.
“Biz insana şah damarından daha yakınız.” (Kâf, 16)
* * *
Yâ Rab!..
Hangi köşeye gizlensem, hangi karanlığa hapsetsem günahımı,
Sen’in nazarından, Sen’in nûrundan kaçıramam nefsimi ve nefsimin fısıldayışlarını!.. Güneşin ziyâsına dağ bile zevâl veremezken,
bu âciz varlığımı Zât’ından nasıl gizli tutayım? Varlığım,
Sana bunca yakınken, hangi ırak beni Sen’den uzak kılsın ki?
Buna rağmen günahkârım; bunca “âşikâr”a karşı günahlardayım…
Yûnus Emre Hazretleri, gönlünde «el-Basîr» olanın tecellîsi,
boynunda şeyhinin emrini yerine getirememenin ağırlığı,
elinde kalbî sâfiyetinin işareti olan tavuk ile çıkarken
Taptuk Emre’nin karşısına, nasıl bir nasihat bırakıyor bizlere;
düşündükçe utanırım her hâlimden! Allah’ın Basar sıfatını
zerrelerinde hissederek mübah olanı dahî terk eden
Yunuslar’a mukabil, bizler Allâh’ın rızasına muhâlif
hatalara -kimselerin görmediği zannıyla- nasıl bir
gafletle râm oluveriyoruz?..
İşte günâhın sırrı, unutmak!..
“Allâh’ı unutan ve bu yüzden Allâh’ın da onlara kendi
nefislerini unutturduğu kimseler gibi olmayın! Onlar yoldan
çıkan kimselerdir.” (el-Haşr, 19)
Allah’ım, nefislerimizi Sen’den gâfil olmaktan koru!..
Yoldan çıkanlardan değil, yola revân olanlardan eyle bizi!
Hatalarımıza bakıp da, bizleri gözden çıkarılanlardan eyleme!
“Rabbim! Eğer Sen’in merhametini yalnız sâlih kullarının ümid etmesi gerekiyorsa mücrimler kime gidip sığınsınlar? Ey ulu Allâh’ım!
Eğer Sen yalnız has kullarını kabul ediyorsan mücrimler
kime gidip yakarsınlar?”
Ve:
“Çiçekler güneşli ve ıslak yerlerde açar.” derken Hz. Mevlânâ,
nasıl davetkâr hüznün ve ümidin iç içe dönüp durduğu tevbe kapısına:
«Gel!...» demede, «Ne olursan ol, gel!»
Zira tevbe kapısı açık herkese… Tevbe edeceksen gel…
O kapıya gelmek de bir nasib işte!
* * *
Allâh’ım, yazmak, söylemek kolay; hatanın yangınını yürekte
hissetmeyi lutfeyle! Gözyaşlarıyla günah yangınlarını söndürüp
kalp bahçemizi yeşertebilmekle ikram et, şu âciz kullarına!
Ve rahmet ümidinin sıcaklığıyla cennet iklimlerinden
bereketlendir kalplerimizi!
Günahımız çok, nisyânımız haddinden efzûn!...
Lâkin ümidimiz, rahmetin!
«Ârif olan, kusur ve kirlerini, kişinin önüne sermez.»
(F. Attar) diyor velî kulun!..
Yâ Rab, âriflerde tecellin bu ise, Zât’ındaki «es-Settar»
sıfatının gölgesi altına al bizleri… Hani çocuk hatasını anlar da
dudağını büker, bakamaz annesinin yüzüne; benim de yüzümü
kaldıracak yüzüm yok… Lâkin:
“-Kulumun zannı üzereyim!..” buyuran Yâ Rahmân, Yâ Settâr!
Ve Rahîm olan Allâh’ım, îmansızlara dahî merhamet edip cömertçe
nîmetler lutfeden Allâh’ım!.. Zâtından rahmet ümidi bekleyen
şu âciz kullarını mahzûn eyleme.
“Ey Rabbimiz, unuttuğumuz yahud hata ettiğimiz şeylerden
dolayı bizi muâheze etme! Ey Rabbimiz bizden evvelkilere
yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme! Ey Rabbimiz, tâkat
getiremeyeceğimiz bir şeyi bize yükleme! Bizleri af et, mağfiret et,
bizleri rahmetin içine al! Sen bizim Mevlâ’mızsın! Artık kâfirler
güruhuna karşı bize yardım et!” (el-Bakara, 286)
Sana, yine Sen’in öğrettiklerinle sığınmadayız. Âciziz, câhiliz,
nefsimize karşı zâlimiz… Sen her birimize ilim, amel ve nusret ihsan et,
ey yüce Allah’ım!..
Alan Sen’sin, veren Sen’sin, kılan Sen!
Ne verdinse odur, dahî nemiz var?!

(Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri)

teşekkür ederim Allah ım razı olsun...

Çevrimdışı stalker

  • Grupsuz
  • *
  • İleti: 1986
  • Cinsiyet: Bay
Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri
« Yanıtla #3 : Ocak 22, 2009, 06:56:36 ÖS »

Amin.Allah cümlemizden razı olsun.Değerli katkınız için teşekkür ederim.

Çevrimdışı stalker

  • Grupsuz
  • *
  • İleti: 1986
  • Cinsiyet: Bay
Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri
« Yanıtla #4 : Ocak 23, 2009, 06:13:28 ÖÖ »
Alan sensin veren sensin kılan sen
Ne verdinse odur dahi nemiz var
Hakîkat üzre anlayıp bilen sen
Ne verdinse odur dahî nemiz var
Tutan el u ayak senden gelüpdür
Gören göz u kulak senden gelüpdür
Efendi dil dudak senden gelüpdür
Ne verdinse odur dahî nemiz var

Hudâyâ biz bu zâtı kanda bulduk
Neye ef'âl sıfâtı kanda bulduk
Fenâyı yâ sebâtı kanda bulduk
Ne verdinse odur dahî nemiz var
Bizim ahvâlimiz ey Hayy-u Kayyûm
Cenâb-ı Pâkine hep cümle mâlûm
Buyurdun oldu illa kaldı mâdûm
Ne verdinse odur dahî nemiz var
Hüdâyî'yi sen eriştir murâda
Senindir çünkü hükm arz u semâda
Efendi dahli yok ğayrın arada
Ne verdinse odur dahî nemiz var

 

Seo4Smf 2.0 © SmfMod.Com | Smf Destek