Batı'nın İslamı Yok Etme Projesi
XIX. yüzyılda İslam’a karşı yürütülen çok cepheli savaşın koordinatörü olan Büyük Britanya, kendisini Hristiyan dünyasının hâmisi görmekte ve onlar adına Müslümanlardan intikam aldığına inanmakta idi.
İngilizler, sömürü sistemlerinin kapsamlı ve etkin bir şekilde işleyebilmesi için İstanbul başta olmak üzere birçok İslam beldesine şehirlerin dîni, kültürel, ve etnik haritalarını çıkaracak “barış gönüllüleri” kisvesi altında küfrünü gizleyen antropolog, tarihçi, mühendis unvanlarını haiz casuslar gönderdi.Sömürüyü, bekasının vazgeçilmez unsuru olarak gören Büyük Britanya, bunun için Sömürgeler Bakanlığı adı altında bir kurum da ihdas etmişti. Bakanlık, ilgili bölgelerden elde ettiği istihbarî rapor ve dokümanları haber havuzlarında toplayıp Britanya’nın menfaatleri doğrultusunda kullanmakla meşguldü.
İngilizler gerçek kimliklerini gizleyen elemanlarıyla, geçmişte meydanlarla sınırlı olan Haçlı savaşlarını hayatın bütün şubelerine yaydılar. Ahtapot gibi İslam coğrafyasını saran casuslar, gittikleri yerlerde kabile reisi, alim, şeyh gibi unvanları haiz nüfuzlu kişileri özgürlük vaadiyle Osmanlı Devleti’ne karşı isyana teşvik ettiler. Bunda etkili olabilmek içinde Şiî nüfusun hakim olduğu bölgelerde tam bir Hz. Ali hayranı, Sünnîlere ait şehirlerde ise yerine göre ya Maturidî ya da Eşarî gibi davrandılar.
Büyük Britanya XVIII. yüzyılda İslam coğrafyasında 5 bin ajanla faaliyet göstermekte idi.[1] Zamanla bu rakam on binlere ulaştı. Ümmetin direniş gücü arttıkça ajan sayısı da çoğaldı. Direnişin önünde ise müstakim duruşlarıyla halk nezdinde kahramanlaşan alimler vardı.[2]
Artan ajan sayısı İngilizlerin hedeflerini gerçekleştiremeyince bakanlık, personelin niteliği hususunda daha titiz davranma kararı aldı. Çünkü sıradan bir Müslüman bile “inanç bakımından bir Hristiyan papazıyla mücadele edebilecek”[3] donanımı haizdi.
İslam coğrafyasında faaliyet gösteren ajanların sömürü bakanlığına gönderdikleri raporlar, kurulan ve yıkılan devletlerin hayatı kadar Müslümanların hayatlarıyla da alakalı olduğundan hep merak konusu olmuştur. Ajanların kaleme aldıkları hatıratın tab edilmesi birkaç asır devam eden İngiliz oyununun dehşetini gözler önüne sermiştir.
Bu makalede İngiliz ajan Hampher’in hatıratı özelinde İngilizlerin İslam Coğrafyası üzerindeki saklı planları teşhir ve tahlil edilecektir.
İstanbul
Birkaç ay süren gemi seyahatinden sonra İstanbul’a ulaşan Hampher, şehirde ilk olarak gittiği camide gördüğü manzara karşısında hayrete düşer. Müslümanların düzen ve temizliği karşısında şöyle demekten kendini alamaz: “Neden biz bu temiz insanları incitmeye çalışıyoruz? Neden huzurlarını ve güvenliklerini sarsıyoruz? Acaba bu tür pis işleri Mesih (Hz. İsa) caiz kılmış mıdır?” (s. 18)
İstanbul manzaraları, Ona Hristiyan Batı’nın yalan üzerine ibtina eden bir medeniyet olduğunu gösterir. Hampher, Batı’nın Müslümanlar aleyhinde kurguladığı yalanları tahlil ederken bir an yaptıklarından pişmanlık duymaya başlar. Ne var ki bir müddet sonra toparlanıp; “Büyük Britanya sömürgeler bakanlığının memuru olduğunu ve her şeye rağmen görevini ifa etmesi gerektiğini” düşünür. Hampher, vicdanıyla daha fazla yüzleşmeye cesaret edemez ve hakikate “vesvese” yaftasını vurarak yaptıklarına kendini ikna etmeye çalışır.
Bütün ajanlar Hampher gibi mutaassıp değildir. İçlerinde Müslüman olan (s. 25) ya da yapılanlara isyan edip bakanlıktan ayrılanlar da vardır. Mesela Hampher’in 9 kişilik arkadaş grubundan sadece 5 kişi Londra’ya dönmüştür. Ajanların sömürü bakanlığı ile irtibatlarını koparmalarından ya da Müslüman olmalarından endişe eden İngilizler, aynı bölgede birbirini tanımayan ajanlar görevlendirip, her bir ajanı izlemek üzere de özel memurlar tayin etmişlerdir.(s. 57)
İstanbul Sonrası
İstanbul’da iki yıl kaldıktan sonra Londra’ya dönen Hampher, Osmanlı Devleti’nin zayıf noktalarını tespit edip merkeze bildirme hususunda başarısız görüldüğünü öğrenir. Bu yüzden görev yeri değiştirilir. Yeni yeri olan Basra için Londra’dan ayrılırken sömürü bakan yardımcısı görevinin; “Müslümanlar içerisine nüfuz ederek, aralarında ayrılık oluşturabilecek zayıf noktaları bulmak ve bu noktalardan hareketle tefrika ve anlaşmazlık icat etmek.” (s. 27) şeklinde iki ana başlık altında toplandığını söyler.
Hampher, yorucu olduğunu söylediği 6 aylık bir seyahatten sonra tefrika faaliyeti için uygun bir yer olan Basra’ya ulaşır.
Hampher, Basra’da Mürşit Efendi’ye ait bir kervansaraya yerleşir. Fakat Onun ikametiyle Mürşit Efendi’nin işlerinde bir bereketsizlik baş gösterir. Bu durumdan rahatsız olan Mürşit Efendi açıkça kendisine; “Sen buraya geldiğin günden beri işlerim ters gitmekte, bu da senin ne kadar kötü bir adam olduğunu göstermektedir.” (s. 34) diyerek tavır koyar. Bu şartlar altında kervansarayda daha fazla kalamayacağını anlayınca Horasanlı bir Şiî olan Abdurrıza’nın marangoz dükkanına gider ve orada işe başlar.
O yıllar itibariyle Basra’da, aralarında derin farklılıklar olmasına rağmen huzur içerisinde yaşayan Sünnî ve Şiî oluşumların müntesipleri vardır.
Hampher, Müslüman kimliği (!) ile her iki grup içerisine girmeyi başarır. Kısa zaman sonra gruplar arasındaki kadim anlaşmazlıkları güncelleyerek Basra gündemine taşır. Hafıza-i beşere, geçmişte yaşadığı acı olayları hatırlatır. Hz. Ali’den Kerbela olayına, Hz. Muaviye’den Yezid’e kadar birçok kişi ve olay üzerinden spekülasyon yapar.[4]
Muhammed b. Abdulvehhab
Hampher, Abdurrıza’nın marangoz dükkanında Farsça, Türkçe ve Arapça bildiğini söylediği Muhammed b. Abdulvahhab adında bir gençle tanışır. Hampher’in özgür bir genç olarak nitelediği Muhammed, hiçbir mezhebe bağlılığı olmayan ve “Kur’an’da olan bize yeter.” anlayışına sahip biridir. Hampher, Büyük Britanya’nın bölge üzerindeki amaçlarını hayata geçirecek yegane şahsiyet olarak gördüğü Muhammed’le (s. 39) hem dostluğunu tahkim eder, hem de idealleri doğrultusunda onun düşüncelerine yön verir. Bu çerçevede Muhammed’i “özgürlük kavramı” çerçevesinde sürekli tahrik eder. Ehl-i Sünnet ile Şia arasında üçüncü bir mezhep kurmaya teşvik eder.(s. 45).
Hampher, mut’a nikahı başta olmak üzere çeşitli şehevi unsurlarla günaha sürüklediği Muhammed’i, yalan rüyalarla da iğva etmekten geri durmaz. Onlardan bir tanesini Muhammed’e şu şekilde anlatır: “Rüyamda gördüm ki; peygamber hatiplerin anlattığı gibi bir heyet ile kürsüde oturuyordu. Etrafını da benim hiçbirini tanımadığım alimler sarmıştı. Aniden sen meclise girdin. Ve sen Muhammed b. Abdulvahhab, yüzünden nur saçıyordun. Peygamberin yanına vardığında o, sana saygı göstererek yerinden kalktı, alnından öptü ve şöyle dedi: ‘Ey benim adaşım, sen ilmimin varisisin. Müslümanların din ve dünya işlerinde benim vekilimsin!’ Sen dedin ki: ‘ Ya Resulellah! Ben ilmimi halka açıklamaktan korkuyorum.’ Peygamber sana: ‘Gönlünde korkuya yer verme, sen sandığından daha büyüksün.” buyurdu. (s. 46)
Hampher, yalanlarıyla iğva ettiği feraset fukarası müminler hakkında daha sonra değerlendirmede bulunurken şöyle der: “Nasıl da bahtı karadır bunlar. Dünya uyanmışken, hala derin uykudadırlar. Ancak yıkıcı bir sel bunları tatlı uykularından uyandırabilir.” (s. 50)
Sömürü Bakanlığının Kitabı
Sömürü Bakanlığı gelişen ve değişen şartlara paralel olarak çeşitli yayınlarla ajanlarının bilgi ve görgülerini artırdı. Bu yayınların önemli bir bölümü bütün ajanlara hitap ederken bir kısmına ise sadece kıdemli ajanlar ulaşabildi. Batı’nın İslam coğrafyası üzerinde oynadığı oyunların neler olduğunu, nasıl tezgahlandığını, oyun sahiplerinin ne tür sonuçlar beklediklerini ihtiva eden özel yayınlara ulaşan ajanlardan biri de Hampher’dir.
Hampher hatıratında, sömürü bakan yardımcısı tarafından kendisine verilen ve bugün için hâlâ özel kabul edilecek bilgiler içeren bir kitaptan bahseder.
İki ciltten oluşan bu kitabın birinci cildinde İslam dünyasındaki sahte ve gerçek şahsiyetler ile yapılan konuşmaların karşılaştırılmasından elde edilen sonuçlar vardır. Birinciye nispetle daha güncel bilgiler içeren ikinci ciltte ise Müslümanların güçlü ve zayıf noktalarının neler olduğu; zayıf noktalarından nasıl yararlanılabileceği ve güçlülerin nasıl zayıflatılabileceği gibi hususlar üzerinde durulmuştur.
Kitabın, zayıf noktalar başlığı altında tadat ettiği hususların önemlileri şunlardır: “Sünnî ve Şiî ihtilafı, umumi cehalet ve okuma yazma bilmeme, fikri donukluk, maddi yaşamı önemseme, istibdat, ulaşım problemi, sağlık sıkıntıları, şehirlerin harabe olması, bürokraside başıbozukluk, kötü bir ekonomi, güçsüz bir ordu, kadınların tahkir edilmesi, şehir ve köylerin pislik içinde olması…”
Kitap, İslam şeriatının gerçekte bütün bu zafiyetlere karşı olduğunu belirtikten sonra şöyle bir ihtarda bulunur: “Müslümanların İslam gerçeğinden habersiz tutulmaları gerekir.” (s. 67)
TEDBİRLER
Hampher’in deşifre ettiği kadarıyla kitapta ayrıca İslam’ın hassas bazı noktalarının nasıl yaygın hale getirileceği ve güçlü noktalarının da nasıl zayıflatılarak ortadan kaldırılacağı ile ilgili tedbirler de vardır. Bunların önemlilerini, tarafımızdan belirlenen başlıklar altında tırnak içerisinde verip sonra da tahlil edelim:
Sünnî ve Şiî İhtilafı
“Sünnî ve Şiî Müslümanlar arasında kötümserlik ve su-i zan gibi bir kısım kötü duyguları ihdas ederek, mezhebî ihtilâfları körüklemek. Bunun için büyük meblâğda para sarf etmekten çekinmemek.”
Kitabın hazırlandığı tarihten günümüze kadar, İslam coğrafyasında ihtilaflardan kaynaklanan çatışmaların olmadığı hemen hiçbir zaman dilimi yoktur. Bu çatışmaların en güncel ve kapsamlı olanı ise bugün Irak’ta yaşanmaktadır. ABD’nin bölgeyi işgali ile başlayan çatışmalar yukarıdaki plan dahilinde değerlendirildiğinde beşinci Roma İmparatoru Neron (Lucius Domitus Ahenobarbus)’un Roma’yı zevkine göre yeniden inşa edebilmek için önce meşhur Roma yangınını başlatıp, daha sonra da Yahudi ve Hristiyanların şehri yaktıklarını iddia ederek halkı Roma’yı kurtarmaya çağırmasına benzemektedir.
Emevi ve Abbasi devletleri zamanında yaşanan siyasi kargaşa ve örtülü İslam karşıtlığından beslenen ehl-i sünnet dışı akımların çoğu, Kur’an ve Sünnet’in yanlış anlaşılmasını önleyen usul kitaplarının telif edilmesi ve ulemanın müstakim duruşuyla etkisiz hale getirilip tarihi birer vakıa olarak “el-Milel ve’n-Nihal” kitaplarında yerlerini almaktan öte geçememiştir. Ne var ki yukarıdaki projenin sonucu olarak eski ihtilaflara ilaveten farklı içerikleri haiz çok sayıda yeni hareketler teşekkül etmiştir.
Alimleri Karalama
“Müslümanların bilgisizliğini korumak, her türlü eğitim merkezlerinin kurulmasını ve halkın çocuklarını dînî okullara göndermesini önlemek. Basın ve yayının gelişmesine mani olmak. Büyük din alimleri ve müçtehitler aleyhinde ithamlarda bulunmak.”
İslam dünyasında yaşanan siyasi kaosun yanı sıra derin bir şekilde varlığını hissettiren içtimai ve ilmi bedbahtlık Müslüman zihinlerde adeta akıl tutulmasına neden olmuştur. Neticede gelişmelerden korkan, korktukça da içine kapanan, tutulan aklı yerine geleneği suçlayan bir nesil oluşturulmuştur.
Yürüyerek geçebileceği bir nehirde paniklemesinden dolayı boğulma tehlikesi yaşayan insan gibi, son iki asırdır istidat sahibi müminler dahi sorunlar karşısında geri çekilip “ilmihal” hocalığı ile yetinmeyi yeterli görmüştür.
Akılların tutulması ya da ulemanın içe kapanıp hayatı sorgulamaktan imtina etmesi şüphesiz ki tek bir nedene bağlı değildir. Fakat bu durumun oluşmasında en büyük müessir İngilizlerin planlı bir şekilde medreseleri etkisiz hâle getirmeleridir. Medreselerin karşısında yeni okulların açılması, medreselerden mezun olan öğrencilerin bürokraside yer alamamaları gibi nedenler de medreseye olan rağbeti azalttığı gibi, zeki öğrencilerin de medreselerden uzaklaşmasına zemin hazırlamıştır.
İngilizler, basın-yayının gelişmesine de engel olmuşlardır. Çünkü basın-yayın vasıtaları yeryüzünün habercileridir. Onlar adeta hadiselerin ve ilmi verilerin müvezzileridirler. Bu yüzden basının su-i niyetli kişilerin elinde olması, bilgi anarşisinin oluşması ve yayılmasına, hiç olmaması da bilgi körlüğüne neden olmaktadır.
Bilgi kirliliği insanların muvazenesini olumsuz yönde etkilediğinden, birkaç hadisi senediyle okumaktan aciz yığınla insan kendini hadis alanında İmam-ı Malik’ten daha muhaddis, fıkıh alanında da Ebu Hanife’den daha fakih görebilmektedir.
Tanzimattan günümüze kadar neşriyatta belirgin bir şekilde ulemaya karşı istihzaî ve istismarî yazıların çıkması onların saygınlıklarını dolayısıyla da söz ve amellerinin tesir gücünü zayıflatmıştır.