kitaptan bazı alıntıları sizinle paylaşıyorum
Havva dünde kalsa da Âdem onu hep bugünmüş gibi bildi.
Hiçbir şey giderek uzaklaşmadı. Hiç olmamış gibi olmadı. Artık zaman vardı ve Âdem’in istemediği kadar çoktu. Lâkin Havva yoktu ve bir tek Havva’nın hasretinin üzerinden zaman geçmiyordu.
Yeryüzünün o zamanları bu zamanlarına uysaydı, Âdem’in kırk yıl ağladığı, seksen yıl beklediği, Havva’nın yüz yıl gelmediği bile söylenebilirdi. Ama mutlak olan sadece kalbin zamanı.
Kalbin zamanı: Cennet zamanı.
Canlıydı orada her hatıra. Onda unutuş yoktu.
Aşkın zamanı: Ân-ı ebedi: Bitimsiz şimdi.
Âdem kalbinin zamanında o kadar bekledi. Havva o kadar gelmedi.
BANA BİR İSİM VER, VARLIĞIM OLSUN
Öyle bir çığlıkla attı ki kendini Âdem uykusundan, gerçekte çığlık atıp atmadığını bile bilmedi. Ama iki uyku arasında rüyasının bölündüğü gün gibi gerçekti. Ve başına bir şey gelmiş gibiydi.
O zamansızlık zamanında, cennet ırmağının kıyısında Âdem onunla göz göze geldi. Kuşları, tüyleri ürkütmekten korkarcasına elini uzattı yavaşça. Parmaklarının ucundan dökülen yaseminleri gösterdi. İçine dolan ses ve ışığa, sevince sarmaşığa, usulca, sen kimsin, dedi. Bildiğini bir kez daha bilmek, kelimesini bir de ondan duymak istedi.
Ben kadınım, dedi Havva, ama bu benim sıfatım. Adımı henüz bilmiyorum.
Sonra döndü Âdem'e,
aklına bir şey gelmişti.
Sesi, bengisular gibiydi.
Bana, dedi, bir isim ver,
varlığım olsun.
Durdu, aklından yeni bir şey geçti. Bana, dedi, sen isim ver, varlığım senin olsun.
Bana öyle bir isim ver ki senin adının yanında dursun.
Seni anan beni de ansın. Seni hatırlayan beni hatırlamadan olmasın.
Bir "ile" koy aramıza
bizi birbirimize bağlasın. ''LA''