Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Undefined index: googletagged in /home/tsstfrm/public_html/Sources/GoogleTagged-Integrate.php on line 35
Vahhabilik Tarihi

Gönderen Konu: Vahhabilik Tarihi  (Okunma sayısı 10125 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı SüKuT-u HaYaL

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 448
  • Cinsiyet: Bay
  • Harca(ya)madığım zamanları buldum zaman içinde
Vahhabilik Tarihi
« : Eylül 13, 2008, 01:14:01 ÖÖ »

Vahhabilik anlayisi 'gelenegi' reddetti



Vahhabiliğin kurucusu Muhammed bin Abdül-vahhab, dini yaşayışta ortaya çıkan tüm gelenekleri küfür saydı. İmanın amelde gizli olduğunu, iman sahibi olmak için kelime-i şehadet getirmenin yetmeyeceğini, imanını ameli ile ispatlamayanın canı ve malının helal olduğunu ileri sürüyordu.

Şu yaşadığımız günlerden iki asır doksan dokuz yıl önce, 1703'ün baharında Arab Yarımadası'nın ortasındaki Necid bölgesinde, bugünkü Riyad'a 70 kilometre uzaklıkta, Uyayne kasabasında, bir erkek çocuk doğdu. Yüzyıllar boyu bu yörede yaşayan Beni Teym kabilesinden Süleyman bin Abdülvahhab'ın oğlu olarak dünyaya gözlerini açan bu çocuğa Muhammed adını koydular.

Muammed bin Abdülvahhab (Abdülvahhab'ın oğlu Muhammed) olgunluk çağında Mekke'ye gitti. Medine'de iki yıl kaldı. Bu sırada İbni Teymiyye'nin (1263-1328) eserlerini okudu ve tesirine girdi. Muhammed bin Abdülvahhab ailece Hanbeli mezhebindendi. Bu yolda bilgilerini ilerletti ve Hanbelî hukuk ve dünya görüşü ile hayat tarzı konusunda mertebe kazandı.

Abdülvahhab dört yıl Basra'da kaldı. Daha sonra Hureymile'ye geldi. Burada Kitab-el Tevhid isimli eserini yazdı. Abdülvahhab bu eserde Kur'an ve Hadis dışındaki herşeyi reddetti. Din'e sonradan sokulan tüm gelenekleri tartışmasız küfür saydı. Bunların er veya geç yıkılacağını ilan etti. Dinin emirlerine uymayanı, bid'atlere sapanı, ibadette kusur edeni Müslüman saymayacağını ileri sürerek gereğinde bu gibilere karşı silah kullanacağını açıkça belirtti. İmanın amelde gizli olduğunu, iman sahibi olmak için kelime-i şehadet getirmenin yetmeyeceğini ve ameli ile imanını ispatlamayanın, canı ve malının helâl olduğunu açıkladı. Böylece ibadet etmeyen ve ameli zayıf olan kişinin dinden çıkmış sayılamayacağını, sadece kusurlu olduğunu öne süren ehli sünnet anlayışına ters düştü.

Çevrimdışı SüKuT-u HaYaL

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 448
  • Cinsiyet: Bay
  • Harca(ya)madığım zamanları buldum zaman içinde
Vahhabilik Tarihi
« Yanıtla #1 : Eylül 13, 2008, 01:14:26 ÖÖ »
Melekle şeytanı ayıramıyorlardı"

Muhammed bin Abdülvahhab bir Necid'liydi. Arabistan'ın ortasında Medine'nin kuzeyinden Bahreyn'e uzanan bu bölge tarih boyunca doğudan batıya pek çok kavmin gelip geçtiği yerdi. Yörede eski yeni pek çok gelenek birbirine karışmış, birbirini etkileyip çökertmiş ve anlamsız kılmıştı. Sahte ve yalancı peygamberlerin kaynaştığı, sahte kurtarıcıların rahatça cirit attığı bu yerde insanlar abid ile mabud'u karıştırmış, mabud mabede dönmüştü. İnsanoğlu bu ülkede melekle şeytanı ayıramıyor, İmanla küfrü birbirinden farkedemiyordu. Madde ile mânâ çelişkisini bilmez olmuşlardı. İyiliği kötülük, kötülüğü iyilik zannediyorlardı. Yaşamda en büyük felaketin içine düşmüşlerdi.

Muhammed bin Abdülvahhab ve O'nun yolu, böyle bir cenderenin içinden çıktı. O bütün bunları reddetti. Öncelikle, ibadet yeri iken yanlışlıkla put'a dönüşen mezarların ve türbelerin yıkılmasını istiyordu.

Çevrimdışı SüKuT-u HaYaL

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 448
  • Cinsiyet: Bay
  • Harca(ya)madığım zamanları buldum zaman içinde
Vahhabilik Tarihi
« Yanıtla #2 : Eylül 13, 2008, 01:14:53 ÖÖ »
İlk yıkılan türbe


Muhammed bin Abdülvahhab Hureymile'de tanındı, az zamanda etrafına pek çok mürid toplandı, ancak kendisine bir fenalık yapılabileceğından kuşku duyan yakınları onu doğduğu şehir Uyayne'ye götürdüler. Muhammed bin Abdülvahhab burada bölgenin emiri Osman bin Hamr bin Muammer'in himayesine girdi. Bu sırada kadılık yapıyor, fetvalar veriyor, davet işine devam ediyordu. Bir süre sonra Emiri, Halife Ömer bin Hattab'ın 634'te Yemame harbinde şehit düşen kardeşi Zeyd'in, Der'iyye ile Uyayna arasındaki el-Cabila isimli köyde bulunan türbesini yıkmak için ikna etti. Zeyd'in türbesi yanında bulunan diğer şehitlerin mezarları ile birlikte yıkıldı, ağaçlar kesildi. Yakınlarda bulunan bir mağaranın girişi tahrip edildi.

İslam dünyasında Vahhabi'lerin ilk yıktıkları türbe ve mezarlık budur. Emire sözünü geçiren Abdülvahhab'ın şöhreti artmıştı. Ancak verdiği sert fetvaları ve aldığı katı kararlarıyle korku ve kuşku uyandırmaya başladı. Halk Necid'in güçlü kabilelerinden Beni Halid'in emirine şikayette bulununca bu kabilenin emiri yardımda bulunduğu Uyayna emiri Osman'dan Abdülvahhab'ı hemen bölgesinden uzaklaştırmasını istedi.

Muhammed bin Abdülvahhab Uyayna'dan ayrılarak Der'iyye'ye geldi. Burada Emir Muhammed bin Suud'la tanışarak O'nun himayesine girdi. Bu karşılaşma ve tanışma daha sonra krallığa dönüşerek ikiyüz elli yıl sürecek ve günümüze kadar ulaşacak Vahhabî-Suudî emirliğinin başlangıcıdır.
Bu tanışma ile Muhammed bin Abdülvahhab fikirlerine, amacına ve siyasi savaşına askeri destek bulmuş, yüzyıllardır çölde yaşayan bir Necid kabilesinin emiri olan Muhammed bin Suud'ta Abdülvahhab'ın desteğiyle pek çok kanlı iç mücadeleler, dalgalanmalar ve kesintiler arasında devamlı şekil değiştirerek iki buçuk asır sonra dünya siyasetinde denge unsuru olacak bir devlet görüşünün temelini atmıştı.

Çevrimdışı SüKuT-u HaYaL

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 448
  • Cinsiyet: Bay
  • Harca(ya)madığım zamanları buldum zaman içinde
Vahhabilik Tarihi
« Yanıtla #3 : Eylül 13, 2008, 01:15:30 ÖÖ »
Suudi Devleti Kuruluyor

Abdülvahhab, ibni Suud'la 1744 yılında bir araya gelmişti. Araştırmacılar bu tarihi Suudî ailesinin siyaset sahnesine çıkışı sayarlar. Nitekim aynı yıl sözkonusu beraberlik aile bağları ile de güçlenmiş ve ibni Suud, Abdülvahhab'ın kızı ile evlenerek O'na damat olmuştur. Bir başka rivayete göre de Abdülvahhab, ibni Suud'un kızkardeşiyle evlenmiştir. Muhammed bin Abdülvahhab Der'iyye'den Necid bölgesi emirlerine, din bilginlerine ve Medine ileri gelenlerine davet mektupları gönderiyor ve mezhebini savunan kitaplar yazmaya devam ediyordu. Bu arada Osmanlı Sultan III. Selime de bir mektup gönderdi. O çağda iç meselelerle uğraşan Osmanlılar buna pek aldırmadılar. Abdülvahhab Mısır'ı ele geçiren Napolyon Bonapart'a da yazmıştı. Bonapart'ın Akka savaşı sırasında Vahhabî'lerle ilişki kurduğu söylenir. Ancak bu konu Fransız ordu arşivi dosyaları arasında kaybolup gitmiştir.

Çevrimdışı SüKuT-u HaYaL

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 448
  • Cinsiyet: Bay
  • Harca(ya)madığım zamanları buldum zaman içinde
Vahhabilik Tarihi
« Yanıtla #4 : Eylül 13, 2008, 01:15:54 ÖÖ »
Bir tepki hareketi

"Osmanlı İmparatorluğu'-nun uzak eyaletlerinde ve Hindistan'da görülen dini ahlaki gevşeklik ve çürüme karşısında sürekli gelişen bir ihya hareketinin varlığını gösteren delillerin sayısı oldukça çoktur. Bu hareket 18 ve 19. yüzyıllarda açıkça görülmeye başlandı. En şiddetli patlama tarihte "Vahhabi hareketi" diye bilinen ve 18. yüzyılda bizzat Arabistan'da ortaya çıkan hareketti... Bu hareket genellikle İslam dünyasını hayrete düşüren ani bir olay olarak gösterilmektedir. Fakat az önce söylediğimiz gibi Sünni İslamın yeniden dirilişiyle ilgili genel bir manevi birikim daima faaliyet halindeydi. Vahhabiliğin patlaması bu dirilişin çarpıcı bir görünümünden ibarettir. Vahhabilik İslam ümmetinin basamak basamak içine düştüğü ahlaki çöküntüye karşı ortaya çıkan şiddetli bir tepki hareketiydi. Vahabiliğin ilk musamahasız ve dar görüşlü günleri geride kaldıktan sonra bile bu ahlaki saik Vahhabi isyanının genel bir mirası olarak yaşamaya devam etti."
Prof. Dr. Fazlurrahman, İslam, İstanbul 1980, shf. 246

Çevrimdışı SüKuT-u HaYaL

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 448
  • Cinsiyet: Bay
  • Harca(ya)madığım zamanları buldum zaman içinde
Vahhabilik Tarihi
« Yanıtla #5 : Eylül 13, 2008, 01:16:20 ÖÖ »
Tenkidin olmayışı şiddeti doğurdu


"Sunni İslam genel prensipler üzerinde gelişmesini devam ettirirken gerekli islahat hareketleri için yeterli olabilecek bir sistem ortaya koymadı. Nitekim ortaçağ boyunca geliştirdiği ve faaliyet gösterdiği şekliyle, Sunni İslam elde edilmiş olan dengeyi sürdürebilmek için hemen-hemen bütün ağırlığını koydu.Yani korumayı ön plana alırken toplumda tenkidi ve gelişmeyi sağlayan hususlar için yeterli imkan ve şartlar hazırlamadı... Böylece ilerleme ancak şiddet usüllerine baş vurmakla mümkün olabilirdi."
Prof.Dr. Fazlul Rahman, İslam, İstanbul 1980, shf. 250-252

Çevrimdışı SüKuT-u HaYaL

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 448
  • Cinsiyet: Bay
  • Harca(ya)madığım zamanları buldum zaman içinde
Vahhabilik Tarihi
« Yanıtla #6 : Eylül 13, 2008, 01:16:47 ÖÖ »
Abdülvahhab'a kardeşi karşı çıktı


Vahhabiliğin kurucusu Abdülvahhab'ın kardeşi Süleyman bin Abdülvahhab bilgin bir adamdı. Bir gün kardeşine sordu: Erkânı İslam kaçtır? O da beştir, cevabını verdi. O da, sen bunlara altıncısını ilave ediyorsun, sana tabî olmayı din erkânından sayıyorsun dedi. Bir diğeri ona, İslam'ın şartı müslümanları tekfir etmek değildir demişti"
Ziya Yörükan, Vahhabilik, İstanbul 1953, shf. 61-63

Çevrimdışı SüKuT-u HaYaL

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 448
  • Cinsiyet: Bay
  • Harca(ya)madığım zamanları buldum zaman içinde
Vahhabilik Tarihi
« Yanıtla #7 : Eylül 13, 2008, 01:17:30 ÖÖ »
Dedelerimiz İmansız Öldü


Vahhabî-Suudî isyanı Osmanlı Devleti'ne karşı yapılmıştı. Kutsal topraklarda yapılan bu başkaldırı hem devlet otorisine hem de Müslümanlar'ın halifesine karşı idi. Buna İstanbul'un sessiz kalması düşünülemezdi. Ama yine de Sultan I.Mahmut öncelikle nasihat edilmesini istedi. Arabistan'ın Necid bölgesinde Vahhabi isyanı patlak verdiğinde bu yörenin bağlı olduğu Osmanlı İmparatorluğu bir dünya devleti olarak rakipleri olan Rusya, Avusturya, Fransa, İngiltere gibi buyük devletlerle boğuşuyor, o çağa kadar görülmemiş bir hız kazanan küresel değişimin yeni fırtınaları içinde kendine yarar dengeler arıyordu. Arap çöllerinde alışılmış biçimde baş kaldıran bir emir, imparatorluğun önemli bir konusu değildi. O nasıl olsa altedilirdi. Ayrıca altı asırlık mağrur Osmanlı siyasi yapısı, teolojik devlet sisteminin merkezi olan Haremeyn-i Şerifeyn'e herhangi bir yerli saldırısına ihtimal vermiyordu. Osmanlı dört asır kutsal yerlere hizmet etmiş, kanı ve canıyle bu toprakla bütünleşmişti. Kim onu bu yerlerden sökebilirdi ki... Bu yüzden işi hafife aldı. Ancak bedelini çok ağır ödedi.
Sultan I. Mahmud'un Vahhabîler'i sindirmesi için Cidde Valisi Osman Paşa'ya gönderdiği ferman hiçbir işe yaramamıştı. Valinin elinde yeterli askeri gücü yoktu. Başarısız kalan Osmanlılar eski bir devlet geleneğine baş vurarak işi nasihatle halletmeyi düşündüler. Müderris Adem Efendi 23 Kasım 1802'de Kudüs Kadısı tayin edilip sadrazamın mektubuyla Necid'e gönderildi. Abdülaziz ibni Suud, Adem Efendi'yi Mekke'de kabul etti. Başlangıçta ona saygı gösterdi, ancak 6 Mayıs 1803 günü aralarında geçen sert münakaşalardan sonra ibni Suud eline hediyeler vererek Adem Efendi'yi İstanbul'a geri gönderdi. Vahhabi-Suudi devletini resmen tanımayarak ona bir diplomat yerine bir müderris gönderen Osmanlı Devleti'nin barış girişimi neticesiz kalmıştı. Suudîler artık "idare-i maslahat" cinsinden sözlerle yola gelecek gibi değillerdi.

Çevrimdışı SüKuT-u HaYaL

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 448
  • Cinsiyet: Bay
  • Harca(ya)madığım zamanları buldum zaman içinde
Vahhabilik Tarihi
« Yanıtla #8 : Eylül 13, 2008, 01:17:50 ÖÖ »
Osmanlı sertleşiyor

Aradan üç yıl daha geçti. O sırada İstanbul'da II. Mahmut tahta çıkmış, devlet yenilenmeye yüz tutmuştu. Mahmut sert bir hükümdardı. İmparatorluğun geniş toprakları üzerinde halkın güvenliği, Yunan İsyanları döneminden beri devletin en önemli konusuydu. Devlet, Vahhabî meselesinin hallini 1805'te Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'ya ısmarladı. Paşa, bu nazik görevi oğlu Ahmet Tosun'a verdi. Tosun'un kumandasındaki Mısır Ordusu 1 Mart 1811'de gemilerle Yanbu limanına vardı.
Mısırlılar 2 Kasım 1812'de Medine'ye, 23 Şubat 1813'te Mekke'ye girdiler. Kavalalı Paşa Suudîler'den geri aldığı Kâbe'nin anahtarlarını 2 Mayıs 1813'te İstanbul'a gönderdi. O sırada Vahhabî-Suudî emirliğinin başında bulunan ibni Suud 1814'te öldü. Yerine oğlu Abdullah ibni Suud geçti.

Çevrimdışı SüKuT-u HaYaL

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 448
  • Cinsiyet: Bay
  • Harca(ya)madığım zamanları buldum zaman içinde
Vahhabilik Tarihi
« Yanıtla #9 : Eylül 13, 2008, 01:18:14 ÖÖ »
Darağacında bir emir

Suudîler'in yeni lideri Abdullah sakin bir adamdı. Savaş ve cidâl onu fazla ilgilendirmiyordu. Aciz ve silik bir kişiliğe sahipti. Ancak Mısırlılar'ın hışmından kurtulamadı. Savaşta ölen Kavalalı Mehmet Paşa'nın büyük oğlu Tosun'un yerine kumandayı ele alan küçük oğul İbrahim Paşa, Abdullah ibni Suud'u Eylül 1818'de yakalayarak dört gün Mekke'de halka teşhir ettikten sonra İstanbul'a gönderdi. Suud bütün ailesi ve yakınlarıyle birlikte Osmanlı başkentinde görüldü.
Devlet-i Aliyye'ye baş kaldırmış bir emir, zaptiyelerin arasında, mevkufen, tüm kalabalığı ile birlikte yollardan geçiyordu. Abdullah İstanbul'da zamanın şeyhülislamı Mekkizade Mustafa Asım Efendi'nin fetvasıyle idam edildi.

Çevrimdışı SüKuT-u HaYaL

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 448
  • Cinsiyet: Bay
  • Harca(ya)madığım zamanları buldum zaman içinde
Vahhabilik Tarihi
« Yanıtla #10 : Eylül 13, 2008, 01:18:51 ÖÖ »
İsyanı Kavalalı Bastırıyor

Vahhabî-Suudî isyanı Osmanlı Devleti'ne karşı yapılmıştı. Kutsal topraklarda yapılan bu başkaldırı hem devlet otorisine hem de Müslümanlar'ın halifesine karşı idi. Buna İstanbul'un sessiz kalması düşünülemezdi. Ama yine de Sultan I.Mahmut öncelikle nasihat edilmesini istedi. Arabistan'ın Necid bölgesinde Vahhabi isyanı patlak verdiğinde bu yörenin bağlı olduğu Osmanlı İmparatorluğu bir dünya devleti olarak rakipleri olan Rusya, Avusturya, Fransa, İngiltere gibi buyük devletlerle boğuşuyor, o çağa kadar görülmemiş bir hız kazanan küresel değişimin yeni fırtınaları içinde kendine yarar dengeler arıyordu. Arap çöllerinde alışılmış biçimde baş kaldıran bir emir, imparatorluğun önemli bir konusu değildi. O nasıl olsa altedilirdi. Ayrıca altı asırlık mağrur Osmanlı siyasi yapısı, teolojik devlet sisteminin merkezi olan Haremeyn-i Şerifeyn'e herhangi bir yerli saldırısına ihtimal vermiyordu. Osmanlı dört asır kutsal yerlere hizmet etmiş, kanı ve canıyle bu toprakla bütünleşmişti. Kim onu bu yerlerden sökebilirdi ki... Bu yüzden işi hafife aldı. Ancak bedelini çok ağır ödedi.

Sultan I. Mahmud'un Vahhabîler'i sindirmesi için Cidde Valisi Osman Paşa'ya gönderdiği ferman hiçbir işe yaramamıştı. Valinin elinde yeterli askeri gücü yoktu. Başarısız kalan Osmanlılar eski bir devlet geleneğine baş vurarak işi nasihatle halletmeyi düşündüler. Müderris Adem Efendi 23 Kasım 1802'de Kudüs Kadısı tayin edilip sadrazamın mektubuyla Necid'e gönderildi. Abdülaziz ibni Suud, Adem Efendi'yi Mekke'de kabul etti. Başlangıçta ona saygı gösterdi, ancak 6 Mayıs 1803 günü aralarında geçen sert münakaşalardan sonra ibni Suud eline hediyeler vererek Adem Efendi'yi İstanbul'a geri gönderdi. Vahhabi-Suudi devletini resmen tanımayarak ona bir diplomat yerine bir müderris gönderen Osmanlı Devleti'nin barış girişimi neticesiz kalmıştı. Suudîler artık "idare-i maslahat" cinsinden sözlerle yola gelecek gibi değillerdi.

Çevrimdışı SüKuT-u HaYaL

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 448
  • Cinsiyet: Bay
  • Harca(ya)madığım zamanları buldum zaman içinde
Vahhabilik Tarihi
« Yanıtla #11 : Eylül 13, 2008, 01:19:26 ÖÖ »
İkinci ve üçüncü Suudî Devletleri

Muhammed ibni Abdülvahhab ve Muhammed ibni Suud'un 1744'te kurdukları ilk Suudî Devleti 74 yıl sürmüştü. O sırada devlet merkezi Derî'yye kasabasıydı. Bu devleti yeniden şekillendiren Turkî ibni Suud, Riyad'ı merkez yaptı. Suudiler'in ikinci devleti 1891'e kadar 61 yıl devam etti. Bu tarihten sonra geçen on yıl karışıktır.
Suudî-Vahhabî Devleti'nin son ve bugüne kadar devam eden siyasi birliği Turkî'nin torunlarından Abdülaziz bin Abdurrahman bin Faysal bin Türkî tarafından kuruldu. 1902'den sonra ailenin başına geçen Abdülaziz'i, Sultan II. Abdülhamid Necid Valisi yapmıştı. 1918'de Osmanlı Devleti Mondros Mütarekesi'yle Hicaz'dan çekilince Vahhabîler 1924'te Mekke ve Taif'e son defa girdiler.
Abdülaziz bin Abdurrahman bin Faysal bin Türkî, Hicaz Kralı oldu, 18 Eylül 1932'de Necid Meliki olarak bugünkü Suudî Arabistan Krallığı'nın başına geçti.

Çevrimdışı SüKuT-u HaYaL

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 448
  • Cinsiyet: Bay
  • Harca(ya)madığım zamanları buldum zaman içinde
Vahhabilik Tarihi
« Yanıtla #12 : Eylül 13, 2008, 01:19:46 ÖÖ »
İslam kültürüne bedevi başkaldırısı

Miladın 18. yüzyılında Arap Yarımadası'nın Necid Çölü'nde ortaya çıkan Vahhabî direniş hareketi, o sırada dünyanın orta kuşağında, Atlas Okyanusu'ndan Pasifik Adaları'na kadar uzanan ve eski yeni pekçok yerel kültürden etkilenen İslam Dünyası'nda bir bedevi başkaldırışıydı. Bedeviler kendi içlerinde doğan bu dinin temsilciliğini başkalarına bırakmak istemiyorlardı... Vahhabîler bu ilkel ve gizli duygunun açık tetikçisi oldular. İlk çatışma alanı Osmanlı toplumu ve onun idaresiydi. Osmanlılar Yavuz Sultan Selim zamanı 1517'de Mısır'ı fethetmişler ve hilafet makamını İstanbul'a taşımışlardı. O tarihten sonra İslam'ın manevi merkezi Mekke, siyasi merkezi İstanbul'du. Bu geo-politik denge Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 3 Mart 1924'te hilafeti kaldırışına kadar 372 yıl sürdü. Bu zaman içinde, Asyalı Müslüman bir ulus olan Türkler, geniş bir imparatorluk kurarak, özünü bozmadan, İslam dinine bir Horasan neş'esi kattılar. Yüzyıllar boyu Çin'in aklı ve Hindistan'ın mistiği ile yoğrulmuş yeşil Asya gizemini, Ortadoğu'nun çöllerine taşıdılar...

Çevrimdışı SüKuT-u HaYaL

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 448
  • Cinsiyet: Bay
  • Harca(ya)madığım zamanları buldum zaman içinde
Vahhabilik Tarihi
« Yanıtla #13 : Eylül 13, 2008, 01:20:07 ÖÖ »
VAHHABİLER NE DEDİLER NELER YAPTILAR?

"Vahhabîler'in ana muhalifi Osmanlı hükümetiydi. Çünkü onlar bu hükümetin yetkisine meydan okumuş ve onu bir tarafa itmişlerdi. Nitekim Vahhabi isyanında İslam'ın ilk yıllarındaki Harici isyanını hatırlatan, izlere rastlanmaktadır. Bir başka deyişle onlar da bir idealizmin zorlayıcı etkisiyle kaba ve dar görüşlü usullere baş vurarak islahat yapmak istemişlerdi. Fakat alışılagelmiş olan İslam geleneği daha önceleri Hariciler'in usûllerine nasıl karşı koymuşsa Vahhabi usüllerine de öylece karşı koydu. İslam tarihinde görülen birçok aşırı muhafazakar ıslahat hareketlerinin yol açtığı ilginç ve sık görülen bir garabet vardır. Onlar ıslahatçı bir gaye için bütün ümmeti birleştirmek amacında yola çıktıkları halde, çok geçmeden mevcut birliği bile bozmaya ve ona karşı silaha sarılmaya yönelmişlerdir. Mesela Abdülvahhab önemli tenkitlerinden birinde İslam öncesi Arap toplumunun-zımnen de kendi yaşadığı devirdeki İslam toplumunun- yeteri kadar birlik içinde olmadığını ve baştaki yöneticiye itaat edilmediğini ifade etmektedir. Buna rağmen kendi başlattığı hareket daha ilk safhalarında bile silahlı başkaldırmalara yöneldi ve toplumun birliğini daha çok bozdu..." Prof. Dr. Fazlul Rahman, İslam, İstanbul 1980, Shf. 252

Çevrimdışı SüKuT-u HaYaL

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 448
  • Cinsiyet: Bay
  • Harca(ya)madığım zamanları buldum zaman içinde
Vahhabilik Tarihi
« Yanıtla #14 : Eylül 13, 2008, 01:20:51 ÖÖ »
İngilizler Şerif Hüseyini Nasıl kandırdı?

Arap dünyasını Osmanlı'dan koparmak isteyen İngiltere, önce Vahhabi akımını teşvik etti. Daha sonra, Mekke Şerifi Hüseyin'e Ortadoğu'da kurulacak büyük Arap devletinin liderliğini vaadederek kandırdı. Şerif Hüseyin'in İngilizler'le pazarlıklarını, oğlu Emir Faysal yürütüyordu. Sonunda, Şerif Hüseyin hiç bir şey elde edemedi. Kıbrıs'ta sürgünde öldü. Büyük Arap devleti de kurulmadı. Şerif Hüseyin, hatıratında, İngilizlerle işbirliği yapmaktan pişman olduğunu yazdı. İngiliz yetkililer mazeret olarak, Şerif Hüseyin'le temas kuran görevlilerin, 'yetkilerini aşan' vaadlerde bulunduğunu söylediler.

 

Seo4Smf 2.0 © SmfMod.Com | Smf Destek