Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Undefined index: googletagged in /home/tsstfrm/public_html/Sources/GoogleTagged-Integrate.php on line 35
Ailede Huzur mu, Şiddet mi?

Gönderen Konu: Ailede Huzur mu, Şiddet mi?  (Okunma sayısı 2053 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı xxpınar

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 556
  • Cinsiyet: Bayan
  • Neyseler birikti içimizde...
Ailede Huzur mu, Şiddet mi?
« : Kasım 04, 2008, 03:17:07 ÖS »
Şiddet, toplumda her alanda sokakta, iş yerinde, okulda…
Toplum ailelerden oluştuğuna göre, “Şiddetin tohumları ailede mi atılıyor?” diye insan düşünmeden edemiyor.
Aile: İnsanın sığınağı, eğitim yuvası, cennetten bir köşe olmalı. Şiddetin olduğu bir yerde sığınmaktan, sağlıklı eğitimden söz edilebilir mi? Şiddetin olduğu bir yerde insan cennet hayatı yaşayabilir mi?


ŞİDDETİN MÂNÂSI

Şiddet mânâ olarak şu şekillerde ifade edilebilir:
1. Sertlik, katılık,  peklik.
2. Fazlalık, çokluk, ziyadelik.
3. Sıkılık.
4. Kuvvet ve güç derecesi.
5. Hız.
6. Duygu ve davranışlardaki  aşırılık.
7. İnandırma, ikna etme, sözle yola getirme yerine kaba kuvvet kullanma.


Bu konuda Risale-i Nur’da çok çarpıcı tespitler var.  Bediüzzaman Hazretleri insanda akıl, gadap ve şehvet duygularına had konulmadığını belirtiyor. (İşaratü’l-İcaz, s.29) İnsan bu durumda sınırı nasıl belirleyecek? İşte bu noktada şeriat bize yol gösteriyor. Haram-helâl sınırlarını belirterek insanlara yardımcı oluyor. Bir insanı öldürenin bütün insanlığı öldürmüş gibi olacağını bildiriyor. Hatta kalp kıran kimsenin Kâbe’yi yıkmış gibi günah işlediğini anlatıyor. Değil insanlara, hayvanlara bile eziyet etmememizi söylüyor. Helâli olan eşiyle geçirdiği zamanı ibadet sayıyor. Çoluk çocuğuna harcadığı nafakayı sadaka kabul ediyor. İslâmın çizdiği bu gibi sınırlar olmasa bugün dünya yaşanılmaz bir hal alırdı.



Ülkemizde Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırma Genel Müdürlüğünün yaptığı  son araştırmalar, toplumumuzda aile içi şiddetin  var  olduğunu ve çoğunlukla erkek tarafından uygulandığını gösteriyor.

Bu arada kadın hem fiziksel, hem de ruhsal olarak yara alıyor ve çocuklarının yanında küçük düşüyor. Onların yanında aşağılanması çocukların anne veya kadın imajına yanlış bakış açılarıyla bakmasına ve ilerde şiddet uygulamayı öğrenmelerine neden oluyor.

Uzmanlar çocuğunuza yapacağınız en büyük iyiliğin eşinizi sevmek olacağını bildiriyorlar.
Neden? Çünkü ancak o zaman çocuk kendini güvende ve mutlu hissediyor. Karısını ve çocuklarını döven bir erkeğin ise mutlu olacağını herhalde kimse söyleyemez.

*********

DÖVÜLEN KADIN NE HİSSEDER?

Kocam beni dövdüğü zaman…

“Kendimi çok değersiz hissediyorum. Diğer insanların yanında kendimi çöpe atılmış bir paçavra sanıyorum. Kendime güvenim hiç yok. Yapabileceğim işleri de yapamaz hale geliyorum.

“Her şeyi bir hiç uğruna yapmışım diyorum. Derin bir üzüntüye gark oluyorum. Bu üzüntüden ölecek gibiyim.”

“Ona karşı çok hırslanıyorum. Dilime ne gelirse söylüyorum. Bu sefer ikimizin nefreti de çoğalıyor. Ya onu, ya kendimi öldürsem rahatlayacak gibiyim.”

“Akşam geleceği saatler başıma ağrı saplanıyor. Yüzüm hiç gülmüyor. Bu sefer o şikâyet ediyor, yüzüm asık diye. Halbuki, benim içimde bir korku oluşuyor. Başım da ağrıyınca gülecek halim kalmıyor. Üstelik onun yüzüne bakınca beni döverkenki hali gözümün önüne geliyor. Asla sevemiyorum. Ama ne yapayım bir tahsilim, bir mesleğim yok. Çocuklarımın hatırına katlanıyorum.”

Bunlar aile içinde kocalarından dayak yiyen kadınların sözleri. Hemen hepsinin bu duruma katlanma nedenleri çocukları, ekonomik yetersizlikleri, gidecek yerlerinin olmayışı.

Burada çok çarpıcı bir durum var ki, üzerinde durulmaya değer. Kadının seneler boyu bu derdi çekmesinin altta yatan bir sebebi de şu: Dövülen kadın kendisine açılan bu yarayı yine kocasının sarmasını istiyor. Hani hastalıklarda sebebe göre tedavi vardır ya, bu onun gibi bir şey. Onun için derdini kimseye açmıyor, açamıyor. Onuru kırılsın istemiyor. Başkası gelip de kadının ruhunda açılan bu yarayı tam anlamıyla tedavi edemiyor. Kocasından dayak yiyen kadınlar kendi ailelerine sığınsalar da aradıklarını tam anlamıyla bulamıyorlar. Çünkü bu derdin kaynağı kocaları. Ve dermanın da buradan yola çıkılarak bulunması lâzım.

Medyada hep dövülen kadına yardım esaslı programlar yapılıyor. Halbuki, dövülen kadar belki daha fazla döven kişi psikolojik yardıma ihtiyaç duyuyor.

İnsanlarımız, bilhassa erkekler problemlerini şiddete başvurmadan çözme yeteneklerini geliştirmek zorundalar.

ŞİDDET=KAYIP İNSANLAR

Dövülen kadınlarda gözlemlediğimiz diğer bir husus da giderek zihnî bir durgunluk yaşanması ve olayları sağlıklı değerlendirememe durumu. Bunu bir kadın şöyle ifade ediyor: “Öyle bir kuyuya düştüm ki, çıkamıyorum.” Kadının düştüğü bu durum ona yanlış adımlar attırabiliyor. Nitekim TV’de kadın programlarında izliyoruz. Ailesindeki dayaktan kaçıp evlenen kız koca dayağı yiyor. Oradan da kaçmak isteyince bir sürü istenmeyen hadiselerle karşılaşabiliyor.

Eğer bir ailede şiddet varsa bunun topluma faturası ağır oluyor. Çünkü şiddeti uygulayan kişi zaten tedaviye muhtaç, şiddete maruz kalanlarsa ilerde örselenmiş kişiler olarak karşımıza çıkıyor. Buna şahit olan çocukların yarası ise yıllar geçse de kapanmıyor.

Her ne kadar uzmanlar “şiddetin sebepleri” diye bir sürü madde sıralasalar da mesele dertlerimizi şiddete başvurmadan çözebilme yeteneğini öğrenmekte yatıyor. Öyle ya “işsizim,” “parasızım,” yahut “işim çok stresli” gibi nedenlerden hangisi şiddeti haklı sayacak bir neden olabilir ki?

ŞİDDET ŞİDDETİ DOĞURUR

Biz TV olmadan önce de meselelerini şiddete başvurmadan halletmeyi pek bilmeyen bir toplumduk. Ama şimdi en keyifli anlarımızda TV’de şiddet içeren programlar seyretmeyi tercih eder hale geldik. En korkunç sahneler hem çocuklar, hem de büyükler için olağan manzaralar haline geldi.

Şiddet öyle bir şeydir ki, onu besledikçe açlığı artar. Her seferinde kişi dozu biraz daha artırmak zorunda kalır. Aynı dünya hevesatı gibi gazap kuvvesi de onu besledikçe artan ve kişiyi altından kalkamaz hale getirebilen, imtihan vesilesi olarak verilmiş duygulardır.

Şiddetin diğer önemli bir boyutu da iki tarafı keskin bıçak oluşudur. Şiddet karşıdakini yaraladığı kadar (belki daha fazlasını) uygulayan kişiyi de yaralar.  Eğer vicdanı bozulmamışsa bunun ızdırabını çeker. Mutsuz olur. Vicdanı bozuk ise her seferinde daha aç hale gelen bir şiddet müptelası olup çıkar. Tabiî mutlu olamayacağı aşikârdır. Kendi eşine, çocuklarına şiddet uygulayan kişilerin yaptıklarına bakınca inanamıyorsunuz. Neden o seviyeye geliyor? Çünkü burada şiddetin tedrici olarak artırılması var. O kişi belki bu dereceye geleceğini tahmin bile edemezdi.

ŞİDDET VE KORKU

İnsanların korku filmlerini neden seyretmek istediklerini hep merak etmişimdir. Öyle ya evinde huzurla oturmak varken neden TV’ yi açıp en acımasız, vahşi sahneleri seyredip korkmak istiyorlar?
 Bu konuyu yazmaya çalışırken Risale-i Nur’daki şu cümleler aklıma geldi: “İnsanlar insana verilen cihazat-ı mânevîyeyi eğer nefsin ve dünyanın hesabıyla istimal etse ve dünyada ebedi kalacak gibi gafilane davransa, ahlâk-ı rezileye ve israfat ve abesiyete medar olur. Eğer hafiflerini dünya umuruna, ve şiddetlilerini vezaif-i uhrevîyeye ve mânevîyeye sarf etse, ahlâk-ı hamideye menşe, hikmet ve hakikate muvafık olarak saadet-i dareyne medar olur. İşte tahmin ederim ki, nasihlerin nasihatleri şu zamanda tesirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlâksız insanlara derler: “Haset etme! Hırs gösterme! Adavet etme! İnat etme! Dünyayı sevme!” Yani, “Fıtratını değiştir! gibi zahiren onlarca malayutak bir teklifte bulunurlar. Eğer deseler ki, “Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecralarını değiştiriniz, “Hem nasihat tesir eder, hem daire-i ihtiyarlarında bir emr-i teklif olur.”

Demek insanın duygularını yok etmesi imkânsız bir şey. Ama bunların yönlerini çevirebilir. Bu, insanların yeryüzünde akıp giden suları kendi istifadeleri için barajlar, göletler ya da kanallar oluşturarak yönlendirmelerine benziyor. İşte insan da coşkuyla çağıldayan, bazen yakıp yıkan (örneğin şiddet gibi) duygularını kontrol altına almasını öğrenmeli, sırasında taşkınlıklara meydan vermemek için bentler oluşturabilmelidir.

Diğer duygular gibi korku duygusu da insana verildiğine göre, korkmak aslında bir ihtiyaçtır. Ve insana hayatını muhafaza için verilmiştir. Burada dikkate almamız gereken şey korku duygusunu hem dünya, hem ahiret hayatımızı muhafazada kullanmamızdır. Yoksa bu dünyada TV’ deki sanal şiddet sahnelerinden korkup da ahirette cehennem ateşinden korkmazsak, bize verilen korku duygusunu yanlış kullanmış oluruz.

Şiddeti önlemede öfke ile beraber korku duygusunun insanda uyanabilmesi önemli bir faktör. Kişi öfkeleniyor, ama Allah korkusu aklına geliyorsa öfkesini yenebiliyor. Ne güzel demiş sevgili Peygamberimiz (a.s.m.): “Gerçek pehlivan öfkelendiğinde öfkesini yutandır.”

ŞİDDETİN SEBEP VE ÇARELERİ

Günümüzde şiddet olgusunun medyada çok yoğun olarak işlenmesi, haber programlarının neredeyse şiddet haberleriyle dolu olması insanlara merak duygusunu tatminden öte ne kazandırıyor bilemem. (Bu arada merak duygusu da yerinde kullanılmamış oluyor.) Ama toplumumuza, çocuklarımıza kötü şeyler kazandırdığı kesin. Beynimiz bu manzaralarla dolduruyor hafıza ciltlerini. Bir süre sonra en acımasız sahneler normalmiş gibi geliyor. İyi ile kötüyü ayırt etmede aklî melekelerini henüz yeterince kullanamayan çocuklar yanlış yollara, şiddete başvurabiliyorlar.

Medya böylece şiddeti sadece göstermekle kalmıyor, aynı zamanda öğretiyor, insanlara kabul edilebilir bir davranış biçimi olarak sunmuş oluyor. Siz çocuklarınıza ellerinizi yıkamayarak el yıkamayı, dişlerinizi fırçalamayarak diş fırçalamayı, kötü sözler sarf ederek kötü söz kullanmamayı mı öğretiyorsunuz? Eğer öyleyse medyadaki kötü şiddet olaylarını seyrettirip onun yumuşak huylu olmasını amaçlıyorsunuz demektir. Bunun imkânsız olduğu ortadadır. Olumlu davranışlar, olumlu modellerle öğretilir.

Medyaya hükmedemeyiz. Tabii ki TV programlarını baştan aşağı değiştirme gibi bir kudretimiz, yetkimiz, hakkımız yok. Biz burada sadece kendimize düşen nedir onu yapmalıyız. İnsanlar hem dünyanın, hem ülkemizin haline bakıp ümitsizliğe kapılıyorlar. “Bir benim uğraşmamla düzelir mi?” diyorlar. Bizim görevimiz zararlı programları telefonla, o da olmuyorsa evde TV’yi kapatarak protesto etmektir. Daha önemlisi ailemizi bu zararlı yayınlardan uzak tutmaktır.

En önemli görev ise aile içinde kendimize düşmektedir. Biz şiddetin neresindeyiz, ya da şiddet bizim neremizde? Evet içimizdeki şiddet duygusunu nasıl yönlendireceğiz ve dozunu nasıl ayarlayacağız? Problemimizin çözümü bu sorunun cevabında yatıyor.

Bediüzzaman Hazretleri bu konuda şeriatın çizdiği sınırı en veciz şekilde açıklıyor:
“Ve keza kuvve-i gadabiyenin tefrit mertebesi cebanettir ki korkulmayan şeylerden bile korkar. İfrat mertebesi tehevvürdür ki ne maddî ve ne mânevî hiç bir şeyden korkmaz. Bütün istibdatlar, tahakkümler, zulümler bu mertebenin mahsulüdür. Vasat mertebesi ise şecaattir ki, hukuk-u dinîye ve dünyevîyesi için canını feda eder, meşrû olmayan şeylere karışmaz.”

Demek biz şiddeti önlemek için kendimizden başlayan bir davranış prensibini edineceğiz. Korkulmayan şeylerden bile korkan, sanal korku filmlerine vakit harcayan biri olmayacağız. Bunun yanında dünyevî ve uhrevî hak ve hukukumuzu sonuna kadar savunan biri olacağız. Meşrû olmayan şeylere karışmayacağız. Çocuğumuza şiddetin dozu ne olabilir dediğimizde şeriatın çizdiği sınırlara bakacağız. Bu sınırları aşmış mıyız? Eş ve çocuklarımıza karşı şiddet uyguluyor muyuz?Şiddet fiziksel, sözel yada psikolojik boyutlu olabilir. Hepimiz biliriz bazen bir sözün, bir bakışın bizi ne kadar incittiğini.

Kısaca yapmamız gereken en önemli şey önce kendimizden başlayarak şiddet unsurlarından arınmaya çalışmaktır.

Gönül kırmanın hoş bir şey olmadığını bilmeyen var mı?


Hayrünnisa ŞEN
Çocuk Eğitimi ve Gelişimi Uzmanı
« Son Düzenleme: Temmuz 11, 2009, 01:28:47 ÖÖ Gönderen: Bilge »

 

Seo4Smf 2.0 © SmfMod.Com | Smf Destek