Ümmü Habibe (r.anhâ) vâlidemiz imanda sebat ve sabrın mükâfatını dünyada iken gördü. Mü'minlerin annesi oldu. Çektiği ezâ ve cefaları unutturacak bir sevgiye kavuştu. Onun devlethânesinde mutlu bir hayat yaşadı. Huzur ve seâdet içerisinde dört sene geçirdi. Annemiz kavuştuğu bu nimetin şükrünü edâ edebilmek için İki Cihan Güneşi efendimize son derece dikkatli ve titiz davrandı. Onun sevgisinde fâni oldu. Onun gönlünü kazanacak şekilde Efendimize hizmet etti. Onun sevgisine toz kondurmadı, oturduğu eşyaya bile hürmet etti. Her davranışında her sözünde bu titizliği gösterdi. Onu rahatsız edecek onun eşyasına hürmetsizlik olacak hiç bir şeyi yapmamaya çalıştı.
Babası ile arasında geçen şu hadise onun bu ince düşüncesini ve hassasiyetini bizlere ne güzel göstermektedir. Şöyle ki:
Mekke'li müşrikler Sevgili Peygamberimizle yaptıkları Hudeybiye antlaşmasının bir maddesini tek taraflı olarak ihlâl etmişlerdi. Antlaşmayı bozduktan sonra endişeye kapıldılar. Müslümanlarla savaşmayı göze alamadılar. Antlaşmayı yenilemek istediler. Reisleri Ebu Süfyân'ı bu iş için Medine'ye gönderdiler. Ebu Süfyan henüz müslüman olmamıştı ama Peygamberimizin kayınpederi olmuştu. Ümmü Habibe (r.anhâ) annemizin babasıydı. Bu konuda kimse yardımcı olmasa da kızının Rasulullah (s.a) ile buluşmasına aracılık yapacağını düşünüyordu. Bu hayallerle Medine'ye geldi. Önce Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (r.anhum) efendilerimizle görüştü. Bu konuda kimse yardıma yanaşmadı. Sonra mahzun bir şekilde kızının kapısını çaldı. Babasını birden karşısında gören Ümmü Habibe annemiz bir an için ne yapacağını şaşırdı. İçeriye alıp almamakta tereddüt etti. Babasının müslümanlara çektirdikleri aklına geldi. İslâm düşmanı babasına karşı nasıl davranmalıydı? Herkesin safı belliydi. O bir babaydı ama müşrikti. Bu duygular zihninde dolaşırken gönlündeki merhamet damarları harekete geçti ve içeriye buyur etti. Ne de olsa babasıydı...
Ebu Süfyan yorgundu. Uzun ve yorucu bir yolculuk yapmıştı. Yerdeki mindere oturmak istedi. Fakat kızı müsade etmedi. Çünkü o minder Fahr-i Kâinat (s.a) efendimizin her zaman üzerine oturduğu bir minderdi. Babası da olsa müşrik birisinin ona oturmasına gönlü râzı olamazdı. Babası kızının bu hareketine bir manâ veremedi. Onun böyle davranmasını anlayamadı. Hatta ve biraz alındı ve ona şöyle sitemde bulundu:
"Kızım, anlayamadım. Sen minderi mi benden, beni mi minderden esirgiyorsun?" dedi. Ümmü Habîbe (r.anha) annemiz babasına; yaptığı işin şuurunda olduğunu söyleyerek şu ibretli cevabı verdi:
"Baba! Bu Rasûlullah'ın minderidir. Sen bu mübarek yere oturmaya lâyık değilsin. Müşrik bir kişinin Rasûlullah'ın minderine oturmasına gönlüm râzı olmaz." dedi.
Ebû Süfyan kızının dinine bağlılığına, Peygambere karşı sevgisine ve onun eşyasına dahi hürmet edişine baktı da hayret etti. Nasıl bir sevgi idi bu? Onun eşyasına bile hürmet etmek... Ne demek oluyordu? Bu nasıl sağlanıyordu?.. Bu türlü bir sevgi ve hürmeti anlayamadı. Kendi kendine kızdı ve öfkesini, kızgınlığını şu cümlelerle ifade etti: "Kızım sen çok değişmişsin. Sana kötülük dokunmuş." dedi. O da:
"Hayır baba, ALLAH bana kötülük değil, İslâm'ın ışığını nasib etti. Sen hâlâ işitmeyen, görmeyen taştan, ağaçtan yontulmuş putlara tapmaya devam ediyorsun. Senin gibi ileriyi gören, akıllı birisi nasıl olur da İslâm'ın nurundan uzak kalır." dedi. Kızının bu sözlerine daha da kızan; öfkelenen Ebû Süfyan: "Atalarımın taptıklarını bırakıp Muhammed'in dinine gireceğim öyle mi?" diyerek kiniyle, nefretiyle oradan ayrıldı.
Ne sâdakat!... Ne sevgi!... Ne hürmet!. Baba da olsa, yakın akraba da olsa bir müslümanın müşrik bir kimseye hürmet etmemesi, müşrikin yanında yer almaması, imanda sadakatin ibret levhası..
Ümmü Habibe (r.anhâ) annemiz üstün karaktere sahip, faziletli bir kadındı. Fahr-i Kâinat (s.a) efendimize muhabbetini, sadakatini ve bağlılığını gıyabî de olsa her yerde gösterdi. Samimi bir mü'mine olarak yaşadı. Onun evliliği Ebû Süfyan ve kavminin İslâm'a ısınmalarına vesile oldu. İki Cihan Güneşi efendimiz kendisiyle evlendiği gün ona şu âyeti okumuştu. Meâlen: "Olur ki ALLAH sizinle düşman olduklarınız arasında yakında bir dostluk meydana getirir. ALLAH gücü yetendir. ALLAH çok bağışlayan, çok esirgeyendir." (Mümtehine sûresi: 7)
Ümmü Habîbe (r.anha) annemizin bu evliliği ile babası Ebû Süfyan'ın kalbine ve Kureyşlilerin arasına bir sevgi tohumu atılmıştı. Bir yakınlık bağı kurulmuştu. Mekke fethi günü bu sevgi ve yakınlık bağının meyvesi görüldü. Kureyşin ileri gelenlerinin kaba ve katı fikirlerinde buz gibi bir çözülüş başladı. Zârûrî bir yakınlık ve sıcaklık oluştu. Mekke kan akıtılmadan fethedildi. Ebû Süfyan ve Kureyş'in ileri gelenlerinden çoğu müslüman oldu. İşte Ümmü Habibe annemizin imanda sabrı, sebâtı ve sadakati böylesine güzel meyveler verdi.
O, Resûl-i Ekrem (s.a) efendimizden hadisler ezberledi. Hadis rivayetlerinde bulundu. Bir rivayette 65 diğerinde otuza yakın hadis-i şerif ondan bize ulaştı.
Bunlardan üç tanesinin meâli şöyledir:
* "Ümmetime sıkıntı verme endişesi olmasaydı, her namaz vakti misvak kullanmalarını emrederdim."
* "İnsanoğlunun iyiliği tavsiye, kötülükten sakındırmak ve ALLAH'ı zikretmesinin dışındaki bütün konuşması aleyhinedir."
* "Hergün farzlardan başka on iki rekât nâfile namaz kılan kimse için Cennette bir ev inşâ edilir."
Ümmü Habibe (r.anhâ) annemiz yumuşak huylu, nâzik bir hanımdı. 44. hicri yılda kardeşi Muâviye (r.a)'ın halifeliği döneminde hastalandı. O sırada hayatta olan annelerimizden Ümmü Seleme ile Hz. Aişe (r.anhüm)'den helallik dilemek için onları çağırttı ve onlara nazikâne bir şekilde: "Hanımlar arasında her ne olursa, bizim aramızda da oldu. Bilmeyerek aramızda bir şey geçmiş ise affetmenizi ve hakkınızı helâl etmenizi ister, duâlarınızı beklerim." dedi. Âişe annemiz helâl ettiğini ve duâcı olduğunu söyleyince tekrar o: "Beni memnun ettin, ALLAH da seni memnun etsin." diyerek sevgisini, samimiyetini ve nezâketini son nefesinde bile ihmal etmedi. Nâzikliğini ve güzel ahlâkını hiçbir zaman terketmedi. Fâni dünyadan bâkî âleme böyle göçtü.
Medine-i Münevvere'de 664 m. senede yetmiş üç yaşlarında iken vefât etti. Cennetü'l-Bakî'ye defnedildi. Cenâb-ı Hak'dan şefaatlerini niyaz ederiz. Amin.