Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Undefined index: googletagged in /home/tsstfrm/public_html/Sources/GoogleTagged-Integrate.php on line 35
Ben!

Gönderen Konu: Ben!  (Okunma sayısı 2015 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı hakkinihelalet

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 2752
  • Canim Oğlum
Ben!
« : Haziran 29, 2008, 05:53:50 ÖS »
Ben…”
Diye sızlanmaya başladığımızda; “ben”in dışındaki her şeyi unuturuz.
Kâinat “ben”den ibaret olur.
Ne kadar önemliyizdir o an…
Ve ne kadar vazgeçilmez!
Topu topu bir hayatlık canımız varken…

•••

Bir hayat…
Doğumla ölüm arasında…
Gittikçe daha hızlı geçen…
Her an bitmeye doğru giden…
Bir hayat…
Ve “Ben” duygusu…
İstediğin kadar “ben” diye sızlan…
Herkes sorar içinden ve asla sezdirmez karşısındakine; “Kimsin sen? Senden bana ne?”
Sahtekâr tebessümler… Sahtekâr dinleyişler…

•••

Sen ilk kandırılan değilsin.
Sen ilk yaralanan değilsin…
Sen ilk yarı yolda bırakılan değilsin…
Sen ilk “ayrılık” yaşayan değilsin…
Sen ilk derde ve belâya düşen değilsin…
Ve sen ilk aşık olan değilsin…
Sen ilk “üzülen” değilsin.
Ve aslında “sen” bir baksan aynaya…
“Ben” bir baksam…
Hiç…

•••

İlk insan ve ilk kandırılan… Kandırılma acısını ondan daha fazla kim yaşamıştır?
Ve bedeli cennetten çıkmak kadar büyük olmuştur? Ve Kabil Habil’i, yani, bir evladı, diğer evladını kıskançlıktan katlederken, kim onun kadar üzülmüştür?
İki türlü evlat acısı… Kim çekmiştir?
Ve evladın Baba’ya güvenmemesi. Ve bir eşin, kocasını yarı yolda bırakması… Nuh Aleyhisselamın imtihanı… Oğlu Kenan’ın gemiye binmemesi… Eşi Vaile’nin kavminin reisine, Nuh Aleyhisselâm’ı çekiştirmesi…
Kim böylesine yaralanmıştır? İhanete uğramıştır?
Ya Hazret-i İbrahim?
Sevgili eşini ve sevgili oğlunu ilâhî bir buyrukla çölün ortasında bırakmak zorunda kalışı…
Hazreti Hacer’in, arkasından “Bizi burada yapayalnız kime bırakıyorsun?” sorusu…
Ama “ilahî bir buyruk” olduğunu öğrendiğinde, tevekkülle teslimi…
Hangi anne bebeğiyle çölün ortasında kalmaya razı olmuştur.
Yapayalnız…
Hangi baba bırakmaya?
Ve kardeşlerin yanlışta birleşip, bir başka kardeşi kuyuya atmaları… Yani ölüme…
Kim Hazreti Yakup kadar hasret çekmiştir.
Kim Hazreti Yusuf kadar meşakkat?
Ve kim Züleyha gibi aşık olmuştur; üstelik yaratılmışların en güzeline…
Ve kim onun gibi mahcup olup, onun gibi kavuşmuştur?
Kim?
Sonra…
Hazret-i Eyyub…
Malını, mülkünü ve evladını bir anda kaybedip…
Derdin, belânın, hastalığın en ağırına…
Kim onun gibi sabretmiştir?
Kim onun sevgili hanımı Rahime gibi, şehirden kovulduklarında yıkılmamış, eşine bakmaya devam etmiştir.
Hangi kadın?
Ve kavminin Hazret-i Musa’ya çektirdikleri?
Her an vazgeçmeleri…
Her an şüphe duymaları…
Her an akıl almaz ve edep dışı isteklerle bunaltmaları…

•••

Ve yaratılmışların en üstünü… En güzeli…
En…
Sevgili Peygamberim…
En çok çile çekeni…
Anlatamam…

•••

Rabbimizin bütün elçileri, bütün sevgilileri, doğmakla ölmek arasındaki kısacık hayatları kurtarmak için gelmişler…
Ve o hayatlara ibret olsun diye acıyı, ihaneti, kandırılmayı, terk edilmeyi, hastalığı, derdi, belâyı yaşamışlar…
“Ben” değil, “hiç” olduğumuzu anlatmışlar…
“Hiç” olunca “sevgili” olunacağını anlatmışlar…

•••

Anlamış mıyız?

•••

Acı, çile, ihanet, ayrılık, aşk, hüzün, hastalık, zarar, ziyan, hasret, felâket…
Anlayalım diye, en zorunu, uygulamalı olarak göstermişler…
Hiç “Ben…” dememişler…
Anlamış mıyız?
« Son Düzenleme: Temmuz 17, 2009, 03:24:01 ÖS Gönderen: musalli »

Çevrimdışı stalker

  • Grupsuz
  • *
  • İleti: 1986
  • Cinsiyet: Bay
Ben Üzerine
« Yanıtla #1 : Temmuz 09, 2008, 06:28:23 ÖS »

Ben Üzerine



Ben!.. Sadece ve yalnız “ben”!

Her şey ona göre ve her şey onun kölesi... Davranış ve hareketler hep onun direktifleriyle... Ötesinde hiçbir şey yok... Öyle mi?!..

Bence hastalık bu... Belki de asrın en korkunç ve tehlikeli hastalığı... Üstelik gizli ve sinsi... Hem de bulaşıcı...

Asrın Beyin Yapıcısının “ben” ile ilgili tesbit ve tavsiyesini buraya almadan geçemeyeceğim:

“Hakikaten, insanda en tehlikeli damar, benliktir. Onu okşamakla, çok fena şeyleri yaptırabilirler. Şu asırda ehl-i dalâlet eneye bin­miş, dalâlet vadilerinde koşuyor. Ehl-i hak, bilmecburiye beni terk etmekle hakka hizmet edebilir. ‘Ben’ demeyiniz, ‘biz’ deyiniz. Birbirinize karşı rekabet değil, bilakis birbirinizin meziyetiyle iftihar etmek, mütelezziz olmak bir vazife-i vicdaniyedir.”

Evet, “ben”i olması gereken istikamete yönelten bu ışık düstura gönülden alkış tutarak diyoruz ki, insanın onca noksanı diz boyu ol­muşken ve ruhunda da bir o kadar yama var­ken, “ben” diye tutturması pek garip ve gü­lünç doğrusu... Ama bizler kendi kendimizin yalancı şahidi olmuşsak, bu pek âlâ mümkün­dür de...

“Ben”imiz kafestir bizim için. Kendi prangamızı, kendi zincirimizi kendimiz takarız. Sonra, gel de kurtulabilirsen kurtul bu esaret­ten!

Ben yaptım... Ben çattım... Ben bul­dum... Ben yazdım... Ben çizdim... Ben olmasaydım..!

Ben, ben, ben...

Aşılmaz bir duvardır artık; onulmaz bir yara, silinmesi güç bir kara... Evet, kara ben...

Niye, “ben kusurluyum, ben hatalıyım, gerçek suçlu benim, bu yolun günahkâr ben­desi ben!” eksenli “ben” olmayız, bilmem ki?!

Gerçekte bu “ben”in, yani kendimizin bi­le sahibi değilken, onun adına âlemi sahiplenmek ne garip!?

Sadece söylemeyi becerebiliyoruz işte! Yoksa, başkaca gücümüz yok. Ne elimiz, ne gözümüz, ne de aklımız bizimdir! Bilmekte, fa­kat zaman zaman gafletle unutmaktayız ki, bunlar bize, belli fonksiyonları yerine getirebil­mek için verilmiş birer emanetten başka bir şey değildirler...

Kendimizi bildik bileli “ben” diyoruz. “Ben” diyebilmek, yani insan olmak gibi essiz bir zenginliğe sahip olduğumuz halde, gerçek­te acaba kendimizi hakkıyla tanıyabilmekte miyiz?! O halde, peki ne diye ve ne hakla hâlâ ben!?

Bizim olmadığı açık seçik ortada...Ema­neten verilmiş bir ölçü, bir mikyas bu ben... Meçhulleri keşfetmek, denklemleri çözmek için ve sırlan açmak için bir şifre...

Hep düşünmek, fikretmek gerek!.

Ve düşünüyorum... Buncacık gücüm, bil­gim ve sanatımla ancak bu kadarını yapabiliyo­rum... Oysa ki, arkada öyle muazzam eserler var ki, benim yaptıklarım onların yanında ço­cuk oyuncağı bile değil..

Peki ya ötesi?! Ya diğer göz kamaştırıcı sanat harikaları?!

Evet, basit bir taştan menekşeye, kelebe­ğe ve insana uzanan çizgide sonsuz sayıda ve güzellikte sanat eserleri...

Görüldüğü gibi, bu muhteşem sergide “ben” de bir sanat. Onun diğerlerinden tek farkı ise, bazı şeyleri düşünecek, akledecek ve yapacak kadar şuur ve kabiliyete sahip olma­sı... Yani onun yapabildikleri de, kendi Sahi­bi’ nin eseri.

Şu halde, yapılacak en önemli iş sahip­lenmek değil, kendimizin ve de her şeyin ger­çek Sahibi’ni tanımak...

“Ben-kondu”yu yıkıp “biz” çatısını çat­mak.. “Ben” buz tanelerini “biz” havuzunda eritmek...

Elhâsıl; sahte benlik davasını bırakarak, “ben” kafesinden kurtulup hürriyete kavuşmak... Ve bu emanetin, en büyük gerçeği tanı­yıp bulma yolunda insana verilmiş mukaddes bir armağan olduğunu unutmayarak...

Ziya AYDIN
Sızıntı

 

Seo4Smf 2.0 © SmfMod.Com | Smf Destek