Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Undefined index: googletagged in /home/tsstfrm/public_html/Sources/GoogleTagged-Integrate.php on line 35
Doğa Felsefesi

Gönderen Konu: Doğa Felsefesi  (Okunma sayısı 1906 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı DER!N

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 991
Doğa Felsefesi
« : Eylül 18, 2008, 03:35:25 ÖS »
Doğa felsefesi ile doğabilim arasındaki ayrım, hiç de kendiliğinden anlaşılır bir ayırım değildir ve bu ayırım hiçbir zaman açık olmamıştır. Avrupa düşünce tarihine bakıldığında, bu iki kavrama yüklenen anlamların yüzyıllar boyu özdeş kaldıkları kolayca saptanabilir. Bu iki bilgi alanı arasında 17. yüzyıldan önce bir ayırım söz konusu olmamış ve hatta ondan sonra özellikle İngilizce konuşulan ülkelerde her iki terimin anlamları yine özdeş kalmıştır.
O zamanlar bir doğa felsefecisi profesör, doğal olarak bir fızikçiydi ve fizikçi olarak o, önce ahlak felsefecisi profesörden, sonra da felsefe profesöründen ayrılmıştır.

İşte bu sıralarda Avrupa kıtasında bir ayırıma başvuruldu ve biri spekülatif ve belirsiz, öbürü ise sağın ve olgulara dayalı iki disiplinden söz edilmeye başlandı. Bazı bilim adamları bağımsız bir doğa felsefesinde meydana gelen bu ayrılmada, bilgi açısından mutsuz bir parçalanma görürler. Kendi düşünce yolları içinde sıkı bir empirik sağınlık peşinde koşan öbürleri açısından ise, bu savı (felsefi) bir otoriteye dayanarak doğrulamayı denemek, sağın bilimden sapmak demektir. Bu yoruma göre, doğa felsefesi matematikselleşemeyen, itkelerden yoksun ve karanlık bir bilim, yalnızca Ortaçağ insanının kabul ettiği anlamda bir bilimdir. Kuşkusuz böyle bir yorum yanılgı içerir.

Doğabilimi ile doğa felsefesi arasındaki ayırım, tarihsel bir rastlantı sonucu ortaya çıkmış bir ayırım da değildir. Bu ayrımın nedeni, daha çok doğabiliminin modern konumundan dolayıdır. Galileo ve Newton ’dan önce fizik, tanrının inayetine ya da insanın derinliğine düşünmesine ya da rastlantıya bağlı olarak bulgulanan ve bulanık ta-sarımlar ya da çok genel kategori sistemleri içinde biraraya toplanan olguların derme çatma bir kompleksiydi. Bilimsel doğruluk öylesine sıradan olabilirdi ki, örneğin Nicolaus Cusanus ’un sözcükleriyle “her parçasından bütünün fışkırdığı’ bir şeydi (ex omnibus paıtibus relucet lotum). En sağın bulgu bile bir kosmoloji içermekteydi. Bir bilimsel olgudan genel bir yasaya geçme, bu olgu ne kadar büyük önem taşırsa taşısın, disiplinsizce ve rastlantısaldı. Bilimsel olgular üzerine yapılan mantıksal tartışmalar, etik ve dinsel problemler. üzerine yapılan tartışmalarla aynı stile sahipti ve son ikisi felsefeye ait konular sayıldıklarından, bilim de onların bir parçası sayılıyordu.

Ama Galileo ve Newton’la birlikte bilime yeni bir öğe girmiş oldu: Yöntem. Böylece olgular, şimdi yalnızca bir buluş konusu değil, aynı zamanda, bir kanıtlama konusu oluyorlardı,Yani mantıksal düşünceler ve matematiksel dedüksiyonlar(tümdengelim), dikkatli gözlem ve deneylere bağlanıyor ve mantık, empirik bilimin içine sokulmuş oluyordu. Bu yenilik, modern bilimin doğuşunda kosmolojik spekülasyonların keyfiliğine bir son vermek konusunda çok etkili bir aracı temsil eden Bacon’ın indüksiyon(tümevarım) kurallarına başvurulmuş olmakla da sınırlı değildi.Galileo ve Newton’un yöntemleri, hatta, Bacon’ın indüksiyon kurallarından oldukça uzaklaşarak, deney ve gözleme, kanıtlanamaz türden tasarımlardan kalkarak doğrulanabilir olgulara ,geçmek için başvuruyordu,

O ana kadar bir olgular kataloğu halinde spekülasyonlara karışmış olan bilim, bu kez, dikkatle gözlemlenen olguların örgün bir bütünü olarak, gözlemlenmiş fenomenlerin rasyonel şekilde açıklanmasını sağlayan yöntemlerce desteklenmiş oluyordu. Ama hemen aynı zamanda, oldukça önemli yeni bir problemler dizisi ortaya çıkmış oldu.

Bu yöntemler nedir ve onlar neden dolayı başarı ile kullanılabiliyorlar ?

Kant , bu problemin farkındaydı ve Galileo döneminden önce tümüyle anlamsız sayılan şu sorunun üstüne gitti:
Salt mantıksal ve matematiksel düşünmeyi doğa hakkında neye dayanarak kullanabiliyoruz ?


Gerçekten de modern fiziğin başlangıçlarında, bilimsel olguları örgün bir bütün içinde ele almayı sağlayan yöntemlerin kesinlikle olguların kendilerinden bağımsız oldukları anlaşılmıştır. İşte bu durumun farkında olmak ve onun üzerine ciddiyetle eğilmek ve nedenini sormak, doğa felsefecisi olmak demektir. Günümüzün fizikçisi, yapmış olduğu gözlemleri biraraya toplar ve bu gözlemler hakkında, önceden öğrenmiş olduğu ve pek ender olarak sorguladığı bir düşünme tarzı içinde sonuç çıkarır.

O, kanıtlamalarında başvurduğu prensipleri, kendisinden önce ortaya konmuş, yeterli ve verimli bir birikim düzlemi olarak kabul eder. O, kendi bilim alanında öylesine gelişmeler gerçekleştirebilir ki, kullandığı yöntemlerin açık-seçıklığınden kuşkuya düşmeyi düşünmez Gerçi o, kullandığı yöntemlere uymayan ve o ana kadar güvenilir saydığı bu yöntemlerin denetlenmesini gerektirecek ilkesel güçlüklerle karşılaşabilir. İşte, bu açıdan soruna bakan bir bilim adamı, doğa felsefecisi olmaya başlamış demektir. O, dahice bir sezişle, böyle bir durumda kullandığı yöntemlerin bazı öğelerini değiştirebilir ve önüne dikilen güçlükleri giderebilir de. Hatta bu sayede ünlü bir bilim adamı da olabilir ve giderek yöntemlerinde yapmış olduğu değişikliği bile unutabilir.

Doğa felsefecisi ise, işte tam da bu türlü değişiklikleri gündeme getiren, bilimsel yöntemleri betimleyip çözümleyen bir uyarıcıdır. Bu uyarıcı, bu yöntemlerle öteki insansal etkinlikler arasındaki bağlılıklara da işaret eder ve bunlar hakkında bazı yargılara varır, bilimsel süreci çözümler ve bu süreci yalın kavramlara indirgemeyi dener. Bilimsel bilginin bizzat güvenilir bilgiyi temsil ettiği kabul edilirse, doğa felsefecisi, öyleyse’bilgi sürecinin önemli bir bölümü ile uğraşıyor demektir. Bu nedenle de, doğa felsefecisinin bilgisel amacı, sağın anlamıyla doğabilimsel bilgi amacından ayrılır ve doğa felsefesi bilgi kuramının (epistemoloji) önemli bir parçası olur.


Bilgi kuramı, zaman zaman, felsefenin bir başka bölümüyle, yani ontoloji ya da varlık kuramı denen bölümüyle karşıtlık içindedir. Ontoloji, bilimin yöntemlerinden bağımsız olarak bilinebilecek kesin ilkeler olduğunu, bu ilkelerden yola çıkıldığında varlığın sınırlarının a priori olarak belirlenebileceğini kabul eder..

Ontolojik literatür, çoğunlukla, birsezgi formu, aracısız bir özgörü
(vizyon, Wesenschau) ve sağlıklı insan anlığına dayanır ve oluş ile zorunluluk arasındaki kutuplaşmanın önemi üzerinde durur Ontoloji, deneye dayanmayan inançlarla ilgili olduğundan, çoğu kez, doğrulanmaları olanaksız metafiziksel spekülasyonlarla çalışır ya da hatta tümüyle spekülasyona dönüşür. Gerçekliği betimlediğini savunmasına rağmen, ontoloji, zaman zaman bilime belli bir düşmanlık güder ve bilimi temel varlık prensiplerini zedelemekle suçlar. Bu türlü düşmanca bir tavır, özellikle, bilimin yeni, bilinmeyen bir yönelim içinde olduğu sıralarda yoğunlaşır. Çünkü böyle bir yönelim sırasında bilim de kaçınılmaz olarak sezgi ve sağlıklı insan anlığının yönlendiriciliğjne muhtaçtır. Ama bilimde böyle bir yönelimin dayandığı zemin, yine de geçmişteki deneylerdir.

Böyle bir yönelimin ürünü olarak görelilik kuramına karşı (on yıl öncesine göre bugünlerde giderek azaldığı sevinilerek görülen) itirazlar, zaman aralığı ile uzunluk ölçüsünün (zaman ile uzunluğun) gözlem koşullarında birbirlerine bağlı olduklarını yadsıyan ontolojik bir ön-kabule dayanıyordu. Kuantum kuramı, gerçekten de, alışılagelmiş bir kaç “varlık prensibi”ni zedelemişti. Bu kuram, ortadan kaldırılamaz ve kaçınılmaz olan bir belirlenemezlikten söz ediyordu. Ontolojinin bazı bağnaz yandaşlarınca bu kuram bu yüzden yadsınmıştır. Ne var ki, ontologlar, alışılagelmiş olanı zorunlu olana dönüştürme hatasını işlemektedirler ve bu nedenle de, onların zorunlu saydıkları şey, alışılmamış herşeyi mantık-dışı ve anlamsız kılan kendi alışkanlıklarıdır. Bilimin gösterdiği gelişme, onların haksızlığını kanıtlamıştır. Bilim bize, sağlam bilginin kökenini deneyde aramamız gerektiğini öğretir.

Bilimin otoritesi ile uğraşan felsefe dalı, onun yöntemlerini olduğu kadar, olgu dediği şeyi de çözümler. Doğa felsefesi denen bu felsefe dalı, bizim burada konumladığımız tarzdan bir başka tarz içinde de konumlanabilir. Örneğin Yeni Kantçı bir terminoloji kullanarak, doğa felsefesinin ana konumunu şöyle betimlemek de olanaklıdır: Doğa verili (gegeben) değildir; veri kılınmıştır (aufgegeben). Gerçekten de bu konuma dayalı bir doğa felsefesi tipi tüm problemleri kapsayıcı bir niteliktedir ve doğa felsefesi ile bilimin doğa karşısındaki tutumlarını iyi bir şekilde belirtir.


Bu konu Vuslat kardeşim tarafından paylaşılmıştır sadece taşıma kısmı bana aittir

 

Seo4Smf 2.0 © SmfMod.Com | Smf Destek