2)Avrupa’ daki Gelişmeler
Avrupa’ da Rönesans’ ın ve reformla başlayan uyanış ve çabanın ilk ürünleri astronomide görüldü. Polonyalı Kopernik (1473 – 1543), Batlamyus’ un Dünya merkezli evren anlayışının yerine Güneş merkezli evren sistemini koydu. Artık evrenin ortasında hareketsiz duren Dünya değil, Güneş vardı ve Dünya hem Güneş’ in çevresinde hem de kendi ekseni üzerinde dolanan bir gezegendi. Kopernik’ e 17. yüzyılda Kepler (1571 – 1630) ve Galilei (1564 – 1642), 18. yüzyılda da Newton (1642 – 1727) doğa yasalarını açıklayarak katıldılar.
Johannes Kepler, modern astronominin kurucularındandır. Güneş merkezli sistemin inanmış bir taraftarıydı. Özellikle Mars gezegeni üzerine birçok gözlem yaptı ve sonuçta Mars’ ın Güneş etrafında elips çizdiğini ispatladı. Kepler 1619’ da Dünya’ nın Uyumu adlı eserini yayımlamış ve bu eserde Newton’ ın evrensel çekim kanunu için bir yol açmıştır.
Galileo Galilei, İtalyan astronomu ve fizikçisi. Hemen hemen yalnız matematik üzerine incelemeler yaptı, fakat buluşlarıyla çabucak tanındı.
Optikte 1612’ ye doğru ilk mikroskobu bulduğu sanılmaktadır. 1609’ da mercekli dürbünü yaptı ve gök cisimlerini incelemeye başladı. Ay üzerinde gözlemler yaptı, dağların yüksekliğini ölçtü. Daha sonra Jüpiter’ in uydularını, Satürn’ün halkalarını, Güneş’ in ekseni etrafında dödüğünü, Venüs’ ün evrelerini vb. buldu. Tüm buluşlarıyla Batlamyus’ un sistemini çürütüp Kopernik sistemini doğruladı.
Sir Isaac Newton, İngiliz fizikçi, matematikçisi ve dünyanın gelmiş geçmiş en büyük bilginlerinden biridir. Yerçekimi kuramı üzerinde çalıştı. Ayrıca güneş ışınlarını bir prizmanın içinden geçirerek bileşenlerine ayırdı ve beyaz ışığın niteliğini keşfetti. 1669 dolaylarında da diferansiyel ve integral hesabı geliştirdi. En önemli yapıtı olan Doğa Felsefesinin Matematik İlkeleri, Newton’ ın hareket yasalarını, dalga kuramını ve yerçekimi üzerine çalışmalarını içermektedir.
Rönesans’ la oluşan yeni koşullar ve bilimdeki önemli gelişmeler giderek yöntem sorununu ön plâna çıkardı.
Bacon, Descartes ve onları izleyenlerin yöntem çalışmaları hem bilgi felsefesinin oluşmasını hazırlamış hem de bilimlerin felsefeden ayrılma sürecini hızlandırmıştır. Nitekim Claude Bernard ile biyoloji, Auguste Comte ile sosyoloji, Wilhelm Wundt ile de psikoloji bağımsız birer bilim hâline gelmişlerdir.
20. yüzyılda üç önemli teori ortaya konuldu. Bunlardan biri Alman fizikçisi Albert Einstein (1879 – 1955) tarafından ileri sürülen görelilik (rölativite) kuramıdır. Bu kuram; uzay, zaman, kütle gibi kavramların mutlak değil göreli olduklarını görüşüne dayanır.
İkincisi Max Planck (1858 – 1947)’ ın quantum kuramıdır. Bu kurama göre maddenin saldığı ısı ve ışık, sanıldığı gibi sürekli bir akış değil; tam tersine quanta adı verilen süreksiz ya da kesik paketlerden oluşmaktadır.
Üçüncüsü de Werner Heisenberg (1901 – 1977)’ in olasılık kuramıdır. Bu kurama göre de doğa yasaları kesin ve zorunlu değil, olasılığa dayanan yasalardır.
Sonuçta görelilik, quantum ve olasılık kuramları karşısında kesin, zorunlu bir bilgiyi savunmak olanaksızlaşınca, bilim adamları ve filozoflar yeni görüşler geliştirdiler. Bundan da bilim felsefesi denilen yeni bir bilgi dalı ortaya çıktı.
Bilimsel Açıklama – Ön Deyinin Özellikleri
Bilimin amacı, en geniş anlamıyla evreni anlamaktır. Bilim bu amaca erişmek için de olguları betimleme (= tasvir) ve açıklama yollarına başvurur. Betimlemede olgunun oluşu saptanırken, açıklamada olgunun oluş nedeni ortaya konur. Örnek verecek olursak; bir kış günü yağmurun kara dönüştüğünü izlemek, gözlem sonuçlarını saptamak ve yazıya dökmek bir betimlemedir. Yağmurun kara dönüşmesinin nedenleri nelerdir? şeklinde bir soruyla karşılaşırsak ve nedenini araştırırsak bu da açıklamaya girer.
Açıklama, bilimsel niteliğini birtakım genellemelerle kazanır. “Boşlukta tüm cisimler aynı hızda düşer.” önermesi bu türdendir.
Doğayı bilim yoluyla anlamada ön deyilerin de rolü büyüktür. Ön deyi, olgular arası ilişkilerden yararlanarak henüz olmamış bir olguyu önceden kestirebilmektir. Astronomide de ilk ön deyi Thales tarafından 28 Mayıs 585 tarihli Güneş tutulmasını haber verilmesidir. Görüldüğü üzere; ön deyide amaç doğa güçlerini denetim altına almaktır.
Bilimsel Kuramın Özellikleri
Hipotez ile kuram sözcükleri günlük hayatta birçok kez birbirinin yerine ve yanlış olarak kullanılır. Hipotez; henüz hiç doğrulanmamış ya da yetersiz şekilde doğrulanmış fakat sorunu muhtemelen çözebilecek nitelikteki bir açıklamadır. Kuram ise; hipotezlerin gözlem ve deneyle sınanması, doğrulanıp güvenilir açıklamalara dönüşmesi ve sistemleşmesidir. Am yinede hipotezle kuram arasındaki bu bağıntıya kesin gözüyle bakılmamalıdır. Çünkü bilgi edinme sürecinde hipotezler kurama dönüştüğü gibi, kuramlar da aynı şekilde hipotezsel birimler içerirler. Hipotez belli ve sınırlı bir açıklamadır, kuram ise kapsamlı ve köklü açıklamalardır. Bunu Ptolemaios (Batlamyus)’ un “yer merkezli”, Kopernik’ in “güneş merkezli” kuramlarında görebiliriz.
Görüldüğü gibi kuram, belli bir alana ilişkin genel açıklamalardır. Kuramlar ayrıca gelecekte olacaklarla ilgili ön deyide bulunma olanağı sağlar. Bir kuramın geçerli olması için ise yeni olguların eleştirisine sunularak doğrulanmasına ve uygun bilimsel değişiklikler geçirmesine gerek duyulur. Bu yüzden hiç bir kurama kesin gözüyle bakılmaz. Bilimsel kuramı tanımlayacak olursak: Kuram, bilgi edinme süreci aşamasında ortaya atılan, geçerlilik ve güvenilirliği bilimsel yöntemlerle saptanmış olan, iç tutarlılığı bulunan bilgiler ve açıklamalar bütünüdür.
Klâsik Görüşe Yapılan Eleştiriler
Bilime gereğinden çok değer verilmiş, insan etkinliğinin en yücesi gözüyle bakılmıştır. Bilime farklı yaklaşımdan yana olanlar; bilimin, örneğin toplumun çözemediğini, yaşama bir takım kolaylıklar getirmesine rağmen insan yıkımına dönüştüğünü söylerler.
Klâsik görüşün “Bazı şeyler henüz bilinmiyorsa, bunun nedeni bilimde yeteri kadar ilerlenmemiş olmasıdır; bilim gelişimini tamamlayınca tğm sorular yanıt bulur.” Anlayışı gerçeği yansıtmaz. Çünkü bilim sürekli gelişmekte ve evrende de bir sürü bilim olabilecek konu bulunmaktadır.
Bilimler birbirleriyle bağlantılı olabilir ama tüm bilimler de söz gelimi fiziğe indirgenemez. Böyle bir anlayış engelleyicidir.
Klâsik bilim anlayışında en güvenilir yöntemin “doğrulama yöntemi” olduğu kabul edilir. Çağdaş bilim anlayışında ise “yanlışlama yöntemi”nin daha doğru sonuçlar vereceği savunulur. Bu bağlamda ünlü filozof Karl Popper “Bilimsel bir kuram ya da yaşamın ölçütü onun yanlışlanabilmesinde yatar” der. Örneğin suyun 100 santigrat derecede kaynadığını söylüyor ve bunu bir yasa olarak kabul ediyoruz. Bu iddiayı yanlışlama yöntemiyle yoklarsak; su sadece deniz seviyesinde açık kaplarda 1 atm basınç altındayken 100 santigrat derecede kaynar diyebiliriz.
Klâsik görüş, bilime “birikimsel bir süreç” olarak bakar. Oysa bazı bilim tarihçileri bilimin “birikimsel bir süreç izlemediğini” söylerler.
Klâsik görüşe yapılan eleştirilerden birisi de şudur: Bilim, onun oluşmasına katkıda bulunan bilim adamlarının varlığını görmezlikten gelerek incelemez. Çünkü bilim asıl yaratanlar bu bilim adamlarıdır. Oysa öncelikle bu toplumun iç yapısını, dünya görüşlerini, koşullarını vb. incelemek gerekir. Oysa klâsik görüş bunları es geçer.
Thales
Yunan matematikçisi ve filozofu. Miletos’ ta dünyaya geldi. Yedi Bilgeler’ in en eski ve ünlüsüdür. Thales; matematikçi, astronom ve fizikçiydi. Mısırlı keşişlerin yanında geometrinin temelini öğrenip bunu Yunanistan’ a götürdüğü söylenir. Bir daire içine üçgen çizme problemlerini çözümlediğive bir cismin gölgesi yardımıyla yüksekliğini belirlediği, açı-üçgen bağıntıları üzerine açıklamalar yapıp bunları doğruladığı ileri sürülür. Ayrıca ancak Anadolu kıyıları yakınından görülebilen, muhtemelen 585 tarihli bir güneş tutulmasını önceden haber vererek ün kazanmıştır.
Karl Popper (1901 ya da 1902 – 1994)
Avusturyalı filozof. Nazi işgalinden sonra Londra’ ya gitti ve burada felsefe profesörü oldu. Popper, “Viyana okulu” tutumunu benimsemekle beraberbu okulun bilimsel doğrulamalarını kendi ampirik gerçekleri içinde gösteren anlam kıstasını kabul etmez.
Bilimsel Bilginin Diğer Bilgi Türleriyle Tamamlanması Gerekliliği:
Doğada ve toplumda nesne ve olaylar çeşitlilik gösterdiğinden (canlı, cansız, ruhsal, toplumsal, vb.) bilimsel bilgi de farklı bilgi türlerine (fizik, biyoloji, psikoloji, sosyoloji, vb.) ayrılmıştır. Tümünün ortak amacı inceledikleri doğa ve toplum olaylarının “yasalarını” bulmaktır.
Bilimsel bilginin diğer özelliği de teknolojiye olanak sağlayarak, doğayı ve insanı sınırlı olsa da egemenliği altına alması; onu diğer bilgi türlerinden farklı bir konuma getirmiştir. Bu konum bilimsel bilgiye “güvenilir biricik bilgi”, “en gerçek yol gösterici”, “gelecekte tüm sorunları çözecek bir sihirli değnek” gözüyle bakılmasına yol açmıştır. Fakat bu tür bir yaklaşım, diğer bilgi türlerine yaşama hakkı tanımayan siyasal bir ideolojiye dönüştürür. Ayrıca bu yaklaşım insanın çok yönlü bir varlık olduğu hem de evrenin çok değişik görünümlerinin bulunduğu gerçeğini yadsımaktır.
Doğayı, insanı ve toplumu tanımak için diğer bilgi türlerine de ihtiyaç vardır. Kişi, değişik bilgi türlerinden de yararlanarak yaşamını rahat ve anlamlı biçimde sürdürebilir.
Yaşamla Bilimsel Bilginin İç İçeliği:
Bilimsel bilgi, yaşamımızı etkileyen bilgi türlerinin başında gelir. O, bu gücünü öncelikle teknolojiye uygulanabilirliğinden alır. Her gün kullanılan araç ve gereçler (otomobil, uçak, radyo, TV, telefon, bilgisayar, ilâç, nükleer santraller, silâhlar) yaşam ile bilimsel bilginin iç içe olduğunu gösterir. Bunlar bir yandan rahat ve sağlıklı yaşamamızı sağlarken, diğer yandan insanın yer yüzündeki varlığını bile tehlikeye sokabilecek kadar zararlı olabilirler.
Yaşamla bilimsel bilginin iç içeliği, bireyin bilinç düzeyinin oluşumunda da kendini gösterir. Bu bilgi türü, kişiye belli bir düşünme tarzı benimseterek onu, çağının insanı yapar.