Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Undefined index: googletagged in /home/tsstfrm/public_html/Sources/GoogleTagged-Integrate.php on line 35
Ehli Sünnetin Önemi

Gönderen Konu: Ehli Sünnetin Önemi  (Okunma sayısı 2342 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ebrar

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 2485
  • Cinsiyet: Bayan
Ehli Sünnetin Önemi
« : Kasım 25, 2008, 05:03:22 ÖS »
Ehli sünnetin önemi
Müslümanların Yol Göstericileri: Ehl-i Sünnet Alimleri


Dinin elden çıkışı sünnetin terkiyle başlar. Halat nasıl lif lif kopup parçalanırsa, din de sünnetin birer birer terkiyle ortadan kalkar. (Darimi, Mukaddime 16)


Peygamber Efendimiz (sav)'in vefatının ardından, İslam dünyasında zaman zaman çeşitli sapmalar yaşanmıştır. İslam ahlakının özünden uzaklaşarak sapkın itikadler meydana gelmesine neden olan kimseleri bu kötü yola iten en önemli unsur, Peygamberimiz (sav)'in yolundan ayrılmış olmalarıdır. Kuran'ın ve Allah Resulü (sav)'in yolundan sapan insanlara karşı ise tarih boyunca Ehl-i Sünnet alimleri büyük fikri mücadele vermişlerdir. Müslümanların yapması gereken ise, "Ehl-i Sünnet ve'l cemaat"e, yani sünnete ve sünnete uyan topluluğa bağlılık göstermek, Ehl-i Sünnet alimlerinin yolunu izlemektir. Hz. Peygamber (sav), "size emrettiklerimi yerine getirin, yasaklarımı da gücünüz yettiğince terk edin" buyurmuştur. (Müslim, sf. 412; İbn Mace, Mukaddime, 1) Nitekim bir Kuran ayetinde, "... Resul size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah'tan korkun..." (Haşr Suresi, 7) buyrulmaktadır.


Efendimiz (sav) sünnetine uyulmasını emrettiği gibi, kendi ashabına da uyulmasını emir buyurmuştur:


"İçinizde benden sonra yaşayanlar birçok ayrılıklara şahit olacaktır. Size sünnetimi, hidayete erdirilmiş, doğru yolu bulmuş halifelerinin sünnetini (yolunu) tavsiye ederim. Ona sımsıkı sarılın, adeta dişlerinizle tutun, sonradan çıkacak şeylerden sakının. Çünkü her uydurma bidat, her bidat sapıklıktır." (Ebu Davud, Sünne, 5)


Zira Ashab-ı Kiram da her işlerinde Kuran'la birlikte, Kuran'ın hayata geçmiş hali olan Resulullah (sav)'in sünnetine uymuşlardır. Sahabelerden nakledilen şu söz bu durumun bir ispatı niteliğindedir:


Biz hiç bir şey bilmezken Allah bize Hz. Muhammed (sav)'i peygamber olarak gönderdi. Biz, Hz. Muhammed (sav)'i neyi, nasıl yaparken görmüşsek, onu öylece yaparız. (Nesai, Taksir 1)
Bu nedenle iman edenlerin de, ahiretteki gerçek mutluluğu yakalayabilmeleri için İslam'ın bu iki kaynağını (Kuran'ı ve Sünneti) çok iyi anlayıp, eksiksiz olarak uygulamaları gerekir. Bunun en önemli yollarından biri, Ehl-i Sünnet alimlerini rehber edinmek, onların açtığı yoldan gitmektedir. Resulullah (sav) bir hadis-i şerifinde "Ümmetimin fesad zamanında, unutulmuş sünnetlerimden birini ihya edene yüz şehid sevabı verilir" (İbn-i Mace) buyuruyor. Tüm dünyayı çeşitli fitnelerin sardığı bu dönemde, Ehl-i Sünnet İslam alimleri, Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetlerini anlatan, açıklayan, en doğru haliyle uygulayanlar olarak bu sevabı kazanmamıza vesile olacak kişilerdir.


Ahiret gününde utanıp mahcup olanlardan değil de, Allah (cc)'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazananlardan olmak istiyorsak Allah (cc)'ın son kitabı Kuran-ı Kerim'i ve O'nun Resulü Hz. Muhammed (sav)'in açmış olduğu nurlu yolu izlemeliyiz. Bu yolun anahtarı ise Ehl-i Sünnet ve'l Cemaatten ayrılmamaktır.


Peygamber Efendimiz (sav)'in Sünnetini Doğru Anlamak


Günümüzde insanları, özellikle de gençleri, doğru olana, en güzel ahlak ve tavra özendirmek önemli bir sorumluluktur. Bir Müslümanın, tavrına ve ahlakına özenmesi, benzemek için çaba göstermesi gereken kişi ise, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)'dir. Kuran ayetlerinden ve hadis-i şeriflerden, mübarek Peygamberimiz (sav)'in güzel tavırlarını, konuşmalarını, gösterdiği güzel ahlakı anlayabilir, O'nu örnek alabiliriz.


Allah (cc) bir ayette şöyle bildirmektedir:


Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resûlü'nde güzel bir örnek vardır. (Ahzab Suresi, 21)


"Cennete Güzel Ahlak Sahipleri Girecektir"


Peygamberimiz (sav)'in "Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız: Allah (cc)'ın Kitabı ve Resulü'nün sünneti" hadis-i şeriflerinde de bildirdiği gibi, Müslümanların en önemli iki yol göstericisi Kuran ve Peygamber Efendimiz (sav)’in sünnetidir. Peygamber Efendimiz (sav) hem güzel ahlakı ile insanlara örnek olmuş, hem de insanları güzel ahlaklı olmaya çağırmıştır. "Müminin mizanında en ağır basacak şey güzel ahlaktır. Muhakkak ki, Allah Teala işi ve sözü çirkin olan ve hayasızca konuşan kimseye buğz eder" buyuran Peygamberimiz (sav), bir sözlerinde de "Ruhumu kudret altında tutan Allah'a yemin ederim ki cennete sadece güzel ahlak sahipleri girer" demişlerdir.


Peygamberimiz (sav)'in izinden giden Müslümanların da, hem tüm insanlığa güzel ahlakları ve iyi huyları ile örnek olmaları, hem de diğer insanları sözlü ve yazılı olarak güzel ahlaka davet etmeleri gerekir.


Ehl-i Sünnet İtikadının Önemi


Peygamberimiz (sav)’in sünneti, Kuran’ın bir açıklamasıdır ve daha da önemlisi, Kuran’da Resule uyulması emredilmiştir. Yüce Allah (cc), ümmeti Kuran'a itaatle yükümlü kılmış ve aynı zamanda Resulullah (sav)'e itaati de farz kılmıştır. Sünnet, Kuran’dan ayrı değildir. Sünnet; son ilahi kitap Kuran’ın Allah (cc)'ın elçisi Hz. Muhammed (sav) tarafından ortaya konmuş yorumudur. Bu dönemde Peygamberimiz (sav)'i desteklemek ise ancak Kuran'a tam tabi olmakla ve ehl-i sünnet itikadına, Kuran ahlakını onun gösterdiği çabanın bir benzeri ile tüm dünyaya yaymaya çalışmakla, ahlakça ve tavırca gücünün yettiğinin en fazlasıyla ona benzemek için gayret etmekle olacaktır. Böyle bir tavır gösterildiği takdirde Allah (cc)’ın Peygamberimiz (sav)'e yardım ettiği gibi, ona destek olanlara da yardım etmesi ve yollarını açarak, onlara başarı vermesi umulur. Rabbimiz, bu vaadini bir ayette şöyle bildirmiştir:


... Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, aziz olandır. (Hac Suresi, 40)


Peygamberimiz (sav)’in İslam’daki Yerini Doğru Anlamak


Peygamberimiz (sav) ticaretten sağlığa, sosyal dayanışmadan eğitime kadar birçok konuda bizi bilgilendirmiştir. Peygamberimiz (sav)'in sünnetindeki en belirgin özellik, kolay olmasıdır. "Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz" (Buhari) hadisi bu gerçeği ifade etmektedir. Hz. Muhammed (sav)'in hanımı Hz. Ayşe ise onun ashabına daima kolaylıkla üstesinden gelebileceği amelleri emrettiğini ifade etmiştir. Bu yüzden Peygamber Efendimiz (sav)'in sünneti her insanın uygulayabileceği kolaylıktadır.


Müminler aynı peygamberin ümmeti olmanın bilinci ile ona layık bir ümmet olmaya çalıştıkları zaman dünya üzerinde barışın ve esenliğin kaynağı olabilirler. Bu yüzden Müslümanların çıkış yolu, Allah (cc)’ın kitabına ve Peygamberimiz (sav)'in sünnet-i seniyyesine sımsıkı sarılmaktır.


Kuran'ı Kerim'e ve Peygamber Efendimiz (sav)'in Sünnetlerine Uymanın Önemi


Dünya üzerinde yaşamış olan ve halen yaşayan milyarlarca insanın birbirinden çok farklı hayatları vardır. Ancak bazı gerçekler hiç değişmez. Her insan, kendi iradesi dışında ve yine kendisinin seçmediği bir ortamda dünyaya gelir, büyür ve kaçınılmaz olarak da ölür. Ölüm, şimdiye kadar tüm insanlar tarafından istisnasız olarak yaşanmış kesin bir gerçektir. Şu anda gördüğünüz insanların hepsi -siz de dahil- en fazla 100 yıl içinde bu gerçeği doğrulayarak toprak altına gireceklerdir.


İnsan hayatının ölüm kadar kesin bir diğer kuralı ise, insanın hayata herşeyden habersiz olarak başlamasıdır. İnsan dünyaya geldiğinde herşeyden habersiz, hiçbir şey bilmeyen ve hiçbir yargı yeteneğine sahip olmayan bir bebektir. Kendi yaşamını sürdürmeye yetecek kadar bile aklı ve iradesi yoktur. Oysa canlıların çoğu "şuurlu" bir şekilde dünyaya gelirler; hayata gözlerini açtıklarında, kendi yaşamlarını sürdürecek bilgi ve "içgüdü"lere sahiptirler. Örneğin sinekler gözlerini açar açmaz uçmaya ve yem aramaya başlarlar. Sanki dünyaya gelmeden önce kendilerine gerekli olan bütün bilgiler onlara öğretilmiş gibidir. Yaşadıkları ortama her yönden hazır bir şekilde doğar, bir süre beslenip ürer, sonra da ölürler.


İnsan ise başta da belirttiğimiz gibi bomboş bir zihinle ve hiçbir yeteneği olmadan dünyaya gelir. Bunları edinmesi ise yıllar sürer. "Aklı başında" bir insan sayılması için uzun senelere ihtiyaç vardır. Bu dönem boyunca bedensel yetenekleri geliştiği gibi düşünme ve yargı yeteneği de gelişir. Ancak insanın bu zihinsel gelişimi hayatının sonuna kadar sürer.


Burada önemli bir noktaya dikkat etmek gerekmektedir. İnsan dünyaya "bomboş" geldiğine göre, her türlü eğitime de açıktır. Bu nedenle yetiştiği ortam kişinin değer yargılarının oluşmasında çok etkilidir. Önce ailesi, sonra da toplumun diğer kesimleri insanın değer yargılarının belirlenmesinde büyük bir rol oynar. Kişi neyin “doğru”, neyin “yanlış” olduğunu içinde yaşadığı toplumdan öğrenir. Bu ise insanların bir kısmının aslında önemli bir sorunla karşı karşıya olduklarını göstermektedir. Çünkü kendisini etkileyen toplumun değer yargılarının, inanç ve düşüncelerinin gerçekten doğru olduğunu gösterecek hiçbir ölçü yoktur. Kuşkusuz her toplumun geleneksel birtakım değerleri vardır, ancak önemli olan neye göre bu değerlerin doğru veya yanlış olduğunun belirlendiğidir.


Örneğin komünist bir toplumda büyüyen genç diyalektik materyalizmden etkilenerek yetişebilir. Ya bu ideolojiyi benimser, ya da ona "karşı" olur; bu "karşı olma" kavramı bile yine bu ideolojinin etkisini göstermektedir. Afrika'nın balta girmemiş ormanlarında yaşayan bir yerli çocuğu ise totemlere tapınmayı öğrenip, bu sapkınlığı doğal karşılayabilir. Nazi Almanyası gibi faşist bir rejimde büyüyen insan, "Hitler"e ve onun fikirlerine sadakatle bağlanabilir. Dürüstlük, sadakat, vefa gibi ahlaki değerlerin önemli görülmediği bir toplumda yetişen bir kişi ise, sahtekarlık yapmakta, yalan söylemekte, menfaatperest davranmakta sakınca görmeyebilir.


Kısacası farklı toplumlar farklı değer yargılarına, farklı yol göstericilere sahiptirler ve bunların hangisinin gerçekten doğru olduğunu tespit edemezler. Zaten insanların büyük bir çoğunluğu böyle bir tespit yapmaya da uğraşmazlar. İçinde büyüdükleri geleneği aynen benimser, atalarından ve babalarından kendilerine miras kalan kültürü sorgulamadan sürdürürler. Bazıları kendilerince "müstakil şahsiyet" gösterir ve geleneksel kültürü tümüyle reddederek yeni bir ideolojiyi benimserler. Ya da tamamen kendi kişisel sezgi ve duygularını "yol gösterici" edinirler. Ancak bu ideolojilerin ya da kişisel "hayat felsefeleri"nin doğru olduğunu gösterebilecek hiçbir delil de yoktur. Çünkü birbirinden farklı binlerce ideoloji ya da "hayat felsefesi" vardır.


Bu gerçeği gören bazı düşünürler, çareyi "tek bir doğrunun olmadığını, doğrunun izafi bir kavram olduğunu" öne sürmekte bulmuşlardır. Onlara göre birbirinden tamamen farklı binlerce "doğru" tanımı olduğuna göre, "asıl doğru" diye de bir şey yoktur. Bugün pek çok kişinin ağzından duyabileceğimiz "herkesin doğrusu kendine" sözü de bu yanlış düşüncenin bir ifadesidir.


Peki gerçek böyle midir? İnsan-oğlu hiçbir şey bilmez iken geldiği bu dünyada, binlerce farklı ve izafi doğru tanımı karşısında, hangisinin "asıl doğru" olduğunu bulamadan yaşamak, bunlar arasında çabalamak, hayatını tüketmek zorunda mıdır? Elbette hayır...


Ne evren, ne dünya ne de insan başıboş, sahipsiz ve amaçsızdır. Hepsini alemlerin Rabbi olan Allah yaratmıştır. Evrende bulunan herşey Allah'ın iradesine boyun eğmiştir. Evren, bir zamanlar yok iken, O'nun "Ol" emri ile var olmaya başlamış ve şekillenmiştir. Dünyayı insan için seçen, diğer tüm gezegenlerin aksine, suyla, havayla, bitkilerle, hayvanlarla, kısacası hayatla dolu bir gezegen yapan Yüce Allah’tır. İnsanın bedenini kuru bir balçıktan yaratıp, sonra da ona Kendi ruhundan üfleyen ve böylece ona bilinç ve irade veren yine Yüce Rabbimiz'dir. Allah Kuran’da şu şekilde buyurmaktadır:


“Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, Güneş'e, Ay'a ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O'nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne Yücedir.” (Araf Suresi, 54)


Yüce Rabbimiz tüm evrene hakim olduğu gibi insana da hakimdir. Ayetlerde şöyle buyurulur:


“Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. O, yarattığını bilmez mi? O, Latif'tir; Habir'dir.” (Mülk Suresi, 13-14)


Allah, Kendisi'ne yönelen kullarına dünyada ve ahirette sonsuz cenneti müjdelemiştir. Allah cennet ile müjdelediği müminlere Kuran’ın yol gösterici olduğunu bildirmiştir.


"Elif, Lam, Mim. Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir Kitaptır." (Bakara Suresi, 1-2)


Rabbimiz'in bizlere bir rehber ve rahmet olarak gönderdiği Yüce Kuran, insanların kendilerine edindikleri tüm diğer yol göstericilerden (kültürlerden, geleneklerden, ideolojilerden, hayat felsefelerinden vs.) kıyas edilmeyecek şekilde üstündür. Çünkü diğer tüm ideolojiler insan ürünüdür. İnsanların sarılması gereken, hükmünde hiçbir eksik, hata ya da çarpıklık olmayan, alemlerin Rabbi Allah’ın sözü Kuran’dır. Allah Kuran’da şu şekilde buyurmuştur:


“De ki: "Sizin şirk koştuklarınızdan hakka ulaştırabilecek var mı?" De ki: "Hakka ulaştıracak Allah'tır. Öyleyse, hakka ulaştıran mı uyulmaya daha hak sahibidir, yoksa doğru yola ulaştırılmadıkça kendisi hidayete ulaşmayan mı? Ne oluyor size? Nasıl hükmediyorsunuz?" (Yunus Suresi, 35)


Kuran ahlakını yaşamayıp atalarından gelen cahiliye geleneklerinin, sapkın ideolojilerin ya da yanlış hayat felsefelerinin peşinden gidenler, büyük bir yanılgı içinde olduklarını er ya da geç anlayacaklardır. Ancak geç anlamak, ölümle birlikte anlamak anl----- gelir ki, bunun insana hiçbir faydası yoktur. Kuran'ın bir özelliği de "furkan" olması, yani hak ile batılı, doğru ile yanlışı birbirinden ayırmasıdır ve her şey, ancak Kuran ahlakına uygun ise doğruluk kazanabilir. Bu nedenle tüm insanlar ömürleri boyunca kendilerine yalnızca Kuran ahlakını rehber edinmeli, Kuran'a ve Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetine sımsıkı sarılmalıdırlar. Sonsuz ilim sahibi Yüce Allah, Kuran’ın bir hidayet rehberi olduğunu bir ayette şu şekilde bildirmiştir.


“...Biz Kitabı sana, herşeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik.” (Nahl Suresi, 89)

« Son Düzenleme: Haziran 27, 2009, 05:28:36 ÖS Gönderen: musalli »

Çevrimdışı ebrar

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 2485
  • Cinsiyet: Bayan
Ehli sünnetin önemi
« Yanıtla #1 : Kasım 25, 2008, 05:04:07 ÖS »
Resulullah (sav)'ın Çağrısına Uymanın Önemi


Sünnet, bilindiği gibi, alemlere rahmet olarak gönderilmiş olan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)'in yaşamı boyunca yaptığı tüm uygulamalar ve Müslümanlara yapmalarını emrettiği davranışlar ve ibadetlerin tümüdür. Peygamberimiz (sav), "Bana, Kur’an-ı Kerim ve onun bir misli (bir benzeri) daha verilmiştir." (Musned: 4/130-133, Tirmizi, İlm, 2660 nolu hadis) şeklindeki sözleriyle Sünnet-i Seniyye'nin kendisine verilen özel bir ilme dayalı olduğunu açıklamaktadır. Bu da Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetine uymanın önemini bir kez daha göstermektedir.


Sünnet-i Seniyye Kuran'da var olan hükümleri teyit eder, Kuran’ın yorumu, açıklaması, tefsiridir. Örneğin, Kuran'da müminlere, diğer müminlere karşı şefkatli olmak, güzel söz söylemek, tevazulu davranmak emredilir, temizlik şart koşulur. Bunların en doğru şekilde, nasıl ve ne ölçüde uygulanacağını ise Peygamber Efendimiz (sav)'in uygulamalarına bakarak anlayabiliriz. İman edenler Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetine bakar ve uygulamaları oradan öğrenirler. Bu durum, Resulullah (sav)’in Müslümanlara Kuran ile birlikte "hikmet”i öğretmekte oluşunun bir sonucudur. Bir ayette bu konuyla ilgili olarak şöyle bildirilir:


Andolsun ki Allah, mü’minlere, içlerinde kendilerinden onlara bir peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur. (Ki O) Onlara ayetlerini okuyor, onları arındırıyor ve onlara Kitabı ve hikmeti öğretiyor. Ondan önce ise onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler. (Al-i İmran Suresi, 164)


Peygamberimiz (sav) de kendisine verilen ilim ve hikmetle ilgili olarak bir hadis–i şerifinde şöyle bir örnek vermiştir:


Allah’ın benimle gönderdiği ilim ve hidayetin misali, bir araziye düşen yağmur gibidir. (Bilindiği üzere), Bazı araziler var, tabiatı güzeldir, suyu kabul eder, bol bitki ve ot yetiştirir. Bir kısım arazi var, munbit (bereketli) değildir, ot bitirmez, ama suyu tutar. Onun tuttuğu su ile Cenab-ı Hakk insanları yararlandırır: Bu sudan kendileri içerler, hayvanlarını sularlar ve ziraat yaparlar. Diğer bir araziye daha isabet eder ki, bu ne su tutar, ne ot bitirir. (Kütüb-i Sitte, 2. cilt , s. 336)


Peygamberimiz (sav)'e İtaat Etmek Neden Çok Önemlidir?


Kuran'ın birçok ayetinde, Peygamber Efendimiz (sav)'e itaat edenlerin aslında Allah (cc)'a itaat etmiş oldukları bildirilir. İtaat etmemek gafletine düşenler ise, gerçekte Allah (cc)'a karşı gelmişlerdir:


Kim Resul'e itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik. (Nisa Suresi, 80)


Peygamberimiz (sav) de, hadis-i şeriflerinde her ne koşulda olursa olsun itaatin önemini hatırlatmış ve şöyle buyurmuşlardır:


Söz dinlemeye ve itaat etmeye bak. Çetinlik ve kolaylık halinde de, fakirlik ve zenginlik zamanında da, neşeli ve kederli halinde de veya aleyhinde bir tercih yapıldığında da. (Ramuz El-Ehadis, s. 317/5)


Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’in uygulamaları, müminler için kesin bir hükümdür. Bu nedenle her mümin Peygamberimiz (sav)'in sünnetinin kaynağının Allah (cc)'ın vahyi olduğunu bilmeli ve Sünnet-i Seniyye'yi kararlılıkla uygulamanın imanın bir göstergesi olduğunu unutmadan, bu konuda taviz vermeden hareket etmelidir.


Gerçek yol gösterici Kur'an-ı Kerim ve Peygamberimiz(sav)'in Sünnetleridir


Din ahlakını yaşamayan bir toplumda yetişen insanların büyük bölümü, genellikle dini sadece kulaktan dolma, yanlış bilgilerle öğrenir ve Kuran’da bildirilen güzel ahlakı gerektiği gibi yaşayamazlar. Bu anlayışın sonucunda herkesin birbirinden farklı uygulamaları, kuralları ve birbiriyle benzeşmeyen doğru ve yanlışları olur. Oysa gerçek din ahlakının öğrenilebileceği ana kaynak, kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetleridir. Çünkü Kuran tüm kainatı yoktan var eden, her şeyin en doğrusunu bilen Allah'ın sözüdür.


Dünya üzerinde yaşamış olan ve halen yaşayan milyarlarca insanın birbirinden çok farklı hayatları vardır. Ancak bazı gerçekler hiç değişmez. Her insan, kendi iradesi dışında ve yine kendisinin seçmediği bir ortamda dünyaya gelir, büyür ve kaçınılmaz olarak da ölür. Ölüm, şimdiye kadar tüm insanlar tarafından istisnasız olarak yaşanmış kesin bir gerçektir. Şu anda gördüğünüz insanların hepsi -siz de dahil- en fazla 100 yıl içinde bu gerçeği doğrulayarak toprak altına gireceklerdir.


İnsan hayatının ölüm kadar kesin bir diğer kuralı ise, insanın hayata herşeyden habersiz olarak başlamasıdır. İnsan dünyaya geldiğinde herşeyden habersiz, hiçbir şey bilmeyen ve hiçbir yargı yeteneğine sahip olmayan bir bebektir. Kendi yaşamını sürdürmeye yetecek kadar bile aklı ve iradesi yoktur.


Oysa canlıların çoğu "şuurlu" bir şekilde dünyaya gelirler; hayata gözlerini açtıklarında, kendi yaşamlarını sürdürecek bilgi ve "içgüdü"lere sahiptirler. Örneğin sinekler gözlerini açar açmaz uçmaya ve yem aramaya başlarlar. Sanki dünyaya gelmeden önce kendilerine gerekli olan bütün bilgiler onlara öğretilmiş gibidir. Yaşadıkları ortama her yönden hazır bir şekilde doğar, bir süre beslenip ürer, sonra da ölürler.


İnsan ise başta da belirttiğimiz gibi bomboş bir zihinle ve hiçbir yeteneği olmadan dünyaya gelir. Bunları edinmesi ise yıllar sürer. "Aklı başında" bir insan sayılması için uzun senelere ihtiyaç vardır. Bu dönem boyunca bedensel yetenekleri geliştiği gibi düşünme ve yargı yeteneği de gelişir. Ancak insanın bu zihinsel gelişimi hayatının sonuna kadar sürer.


Burada önemli bir noktaya dikkat etmek gerekmektedir. İnsan dünyaya "bomboş" geldiğine göre, her türlü eğitime de açıktır. Bu nedenle yetiştiği ortam kişinin değer yargılarının oluşmasında çok etkilidir. Önce ailesi, sonra da toplumun diğer kesimleri insanın değer yargılarının belirlenmesinde büyük bir rol oynar. Kişi neyin “doğru”, neyin “yanlış” olduğunu içinde yaşadığı toplumdan öğrenir. Bu ise insanların bir kısmının aslında önemli bir sorunla karşı karşıya olduklarını göstermektedir. Çünkü kendisini etkileyen toplumun değer yargılarının, inanç ve düşüncelerinin gerçekten doğru olduğunu gösterecek hiçbir ölçü yoktur. Kuşkusuz her toplumun geleneksel birtakım değerleri vardır, ancak önemli olan neye göre bu değerlerin doğru veya yanlış olduğunun belirlendiğidir.
Örneğin komünist bir toplumda büyüyen genç diyalektik materyalizmden etkilenerek yetişebilir. Ya bu ideolojiyi benimser, ya da ona "karşı" olur; bu "karşı olma" kavramı bile yine bu ideolojinin etkisini göstermektedir. Afrika'nın balta girmemiş ormanlarında yaşayan bir yerli çocuğu ise totemlere tapınmayı öğrenip, bu sapkınlığı doğal karşılayabilir. Nazi Almanyası gibi faşist bir rejimde büyüyen insan, "Hitler"e ve onun fikirlerine sadakatle bağlanabilir. Dürüstlük, sadakat, vefa gibi ahlaki değerlerin önemli görülmediği bir toplumda yetişen bir kişi ise, sahtekarlık yapmakta, yalan söylemekte, menfaatperest davranmakta sakınca görmeyebilir.


Kısacası farklı toplumlar farklı değer yargılarına, farklı yol göstericilere sahiptirler ve bunların hangisinin gerçekten doğru olduğunu tespit edemezler. Zaten insanların büyük bir çoğunluğu böyle bir tespit yapmaya da uğraşmazlar. İçinde büyüdükleri geleneği aynen benimser, atalarından ve babalarından kendilerine miras kalan kültürü sorgulamadan sürdürürler. Bazıları kendilerince "müstakil şahsiyet" gösterir ve geleneksel kültürü tümüyle reddederek yeni bir ideolojiyi benimserler. Ya da tamamen kendi kişisel sezgi ve duygularını "yol gösterici" edinirler. Ancak bu ideolojilerin ya da kişisel "hayat felsefeleri"nin doğru olduğunu gösterebilecek hiçbir delil de yoktur. Çünkü birbirinden farklı binlerce ideoloji ya da "hayat felsefesi" vardır.


Bu gerçeği gören bazı düşünürler, çareyi "tek bir doğrunun olmadığını, doğrunun izafi bir kavram olduğunu" öne sürmekte bulmuşlardır. Onlara göre birbirinden tamamen farklı binlerce "doğru" tanımı olduğuna göre, "asıl doğru" diye de bir şey yoktur. Bugün pek çok kişinin ağzından duyabileceğimiz "herkesin doğrusu kendine" sözü de bu yanlış düşüncenin bir ifadesidir. (Harun Yahya, Kuran’ı Dinlemeyenler, Araştırma Yayıncılık)


Peki gerçek böyle midir? İnsan-oğlu hiçbir şey bilmez iken geldiği bu dünyada, binlerce farklı ve izafi doğru tanımı karşısında, hangisinin "asıl doğru" olduğunu bulamadan yaşamak, bunlar arasında çabalamak, hayatını tüketmek zorunda mıdır?


Elbette hayır...


Ne evren, ne dünya ne de insan başıboş, sahipsiz ve amaçsızdır. Hepsini alemlerin Rabbi olan Allah yaratmıştır. Evrende bulunan herşey Allah'ın iradesine boyun eğmiştir. Evren, bir zamanlar yok iken, O'nun "ol" emri ile var olmaya başlamış ve şekillenmiştir. Dünyayı insan için seçen, diğer tüm gezegenlerin aksine, suyla, havayla, bitkilerle, hayvanlarla, kısacası hayatla dolu bir gezegen yapan Yüce Allah’tır. İnsanın bedenini kuru bir balçıktan yaratıp, sonra da ona Kendi ruhundan üfleyen ve böylece ona bilinç ve irade veren yine Yüce Rabbimiz'dir. Allah Kuran’da şu şekilde buyurmaktadır:


“Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, Güneş'e, Ay'a ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O'nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne Yücedir.” (Araf Suresi, 54)


Yüce Rabbimiz tüm evrene hakim olduğu gibi insana da hakimdir. Ayetlerde şöyle buyurulur:


“Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. O, yarattığını bilmez mi? O, Latif'tir; Habir'dir.” (Mülk Suresi, 13-14)


Allah, Kendisi'ne yönelen kullarına dünyada ve ahirette sonsuz cenneti müjdelemiştir. Allah cennet ile müjdelediği müminlere Kuran’ın yol gösterici olduğunu bildirmiştir.


"Elif, Lam, Mim. Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir Kitaptır." (Bakara Suresi, 1-2)


Rabbimiz'in bizlere bir rehber ve rahmet olarak gönderdiği Yüce Kuran, insanların kendilerine edindikleri tüm diğer yol göstericilerden (kültürlerden, geleneklerden, ideolojilerden, hayat felsefelerinden vs.) kıyas edilmeyecek şekilde üstündür. Çünkü diğer tüm ideeolojiler insan ürünüdür. İnsanların sarılması gereken, hükmünde hiçbir eksik, hata ya da çarpıklık olmayan, alemlerin Rabbi Allah’ın sözü Kuran’dır. Allah Kuran’da şu şekilde buyurmuştur:


“De ki: "Sizin şirk koştuklarınızdan hakka ulaştırabilecek var mı?" De ki: "Hakka ulaştıracak Allah'tır. Öyleyse, hakka ulaştıran mı uyulmaya daha hak sahibidir, yoksa doğru yola ulaştırılmadıkça kendisi hidayete ulaşmayan mı? Ne oluyor size? Nasıl hükmediyorsunuz?" (Yunus Suresi, 35)


Kuran ahlakını yaşamayıp atalarından gelen cahiliye geleneklerinin, sapkın ideolojilerin ya da yanlış hayat felsefelerinin peşinden gidenler, büyük bir yanılgı içinde olduklarını er ya da geç anlayacaklardır. Ancak geç anlamak, ölümle birlikte anlamak anl----- gelir ki, bunun insana hiçbir faydası yoktur. Kuran'ın bir özelliği de "furkan" olması, yani hak ile batılı, doğru ile yanlışı birbirinden ayırmasıdır ve her şey, ancak Kuran ahlakına uygun ise doğruluk kazanabilir. Bu nedenle tüm insanlar ömürleri boyunca kendilerine yalnızca Kuran ahlakını rehber edinmeli ve ona sımsıkı sarılmalıdırlar. Sonsuz ilim sahibi Yüce Allah, Kuran’ın bir hidayet rehberi olduğunu bir ayette şu şekilde bildirmiştir.


“Biz Kitabı sana, herşeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik.” (Nahl Suresi, 89)


“Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. O, yarattığını bilmez mi? O, Latif'tir; Habir'dir.” (Mülk Suresi, 13-14)


Çevrimdışı ebrar

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 2485
  • Cinsiyet: Bayan
Ehli sünnetin önemi
« Yanıtla #2 : Kasım 25, 2008, 05:04:41 ÖS »
Sünnet'i Seniyye'ye Uymanın Önemi


Kuran-ı Kerim Allah katından insanlara bir beyan ve ögüt olarak indirilmiş son İlahi kitaptır. İçinde herşeyin açıklaması vardır ve insanlar için bir hidayet vesilesidir. Kuran’daki pek çok ayette Resullullah’a itaat edilmesi emredilmektedir. Bu son derece önemli bir noktadır çünkü Kuran’ın tam olarak anlaşılması ancak ve ancak Sünnet-i Seniyye’ye uymakla gerçekleşebilir.


Kuran’ın açıklayıcısı sünnettir. Sünnet; Resulullah Efendimiz’in (S.A.V.) sahih hadislerinin toplanması ve daha sonraki dönemlerde büyük İslam alimlerinin bu hadisleri yorumlaması ile oluşan Ehl-i Sünnet itikadıdır.


Burada çok önemli bir noktanın üzerinde durulması gerekmektedir. Sünnet Kuran’dan ayrı olarak ele alınabilecek bir kavram değildir. Ayetlerde Peygamber Efendimiz’in insanlar üzerindeki ağır yükleri kaldıran, hüküm koyan, Kuran’daki açık ve gizli hikmetleri ümmetine öğreten özelliklerinden bahsedilmektedir. Nitekim Sünnet-i Seniyye’ye baktığımızda Resulullah’ın ashabına her konu ile ilgili çok sayıda bilgi aktarımında bulunmuş olduğunu görürüz. Bu bilgiler daha sonra alimlerin yorumları ile uygulanarak günlük hayata geçirilmiş ve günümüze kadar gelmiştir.


Allah Peygamberimiz’in Kuran’ı Kerim’i öğreten ve insanları arındıran özelliğinin olduğunu Al-i İmran Suresi’nde şöyle haber vermiştir:


Andolsun ki Allah, mü'minlere, içlerinde kendilerinden onlara bir peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur. (Ki O) Onlara ayetlerini okuyor, onları arındırıyor ve onlara Kitabı ve hikmeti öğretiyor. Ondan önce ise onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler. (Al-i İmran Suresi, 164)


Ayette geçen Kitabı ve hikmeti öğretme kelimelerine dikkat çekmekte fayda vardır. Çünkü Resulullah Efendimiz’in sünneti olmadan Kuran’ın tam olarak anlaşılması ve hükümlerinin yerine getirilmesi mümkün değildir. Dinimiz ancak Kuran-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye ile bir bütündür. Kuran-ı Kerim’in ilk indirildiği dönemlerde Peygamberimiz’in çevresinde bulunan kişiler O’nun örnek davranışlarına bakarak dinimizin hükümlerini ögrenmişler ve gereği gibi yerine getirebilmişlerdir. Gerçekten de Peygamber Efendimiz’in İslam dininin hükümlerini uyguladığı örnek yaşamı Kuran’ın anlaşılmasında önemli bir yol gösterici olmuştur.


Dinin hükümlerinin anlaşılmasına çok belirgin bir örnek olarak namaz kılmayı verebiliriz. Bilindigi gibi İslamiyet'te 5 vakit namaz kılmak farzdır, namazın nasıl kılınacağı, nasıl abdest alınacagı gibi konular ile ilgili genel bilgiler veren ayetler vardır. Ne var ki namaz ibadetinin tam olarak nasıl yerine getirileceğini bizler ancak sünnete bakarak anlayabiliriz. Çünkü ayetlerde namazın kılınış şekli, namazda okunacak dualar, kadın ve erkek nasıl namaz kılar, hangi namazın önemi ve sevabı daha büyüktür, abdestin detayları, neler abdesti bozar neler bozmaz gibi konular ile ilgili detaylı bilgiler yer almaz. Bu gibi önemli ayrıntıları ancak ve ancak Sünnet-i Seniyye’ye baktığımızda öğrenebiliriz.


Başka bir örnek olarak da Peygamberimiz’in Cuma günü ile ilgili tavsiyelerini ve Cuma namazı hakkında söylediklerini de verebiliriz. Bundan başka Kuran’da sözün en güzelini söyleme, temizlik, yiyecekler, alçakgönüllü olmak gibi konuların yanısıra oruç, abdest, hac gibi farzlarla ilgili ayetler de vardır. Ancak ayetlerde bu ibadetlerin detayları ile ilgili bilgiler verilmemektedir. İşte bunların nasıl ve ne ölçüde uygulanacağı gibi detayları Peygamberimiz’in sözlerinin ve davranışlarının alimlerce yapılmış olan yorumlarından ögreniriz.


Tarih boyunca yaşamış olan tüm müslümanların, gelmiş geçmiş bütün İslam alimlerinin hayatına yön veren, ibadetlerini şekillendiren Sünnet-i Seniyye olmuştur. Peygamber Efendimiz’in döneminden beri yani yüzlerce yıldır Müslümanlar ibadetlerini sünnete uygun şekilde yapmaktadırlar. 5 vakit namaz kılmak, oruç tutmak, sadaka vermek, kurban kesmek gibi ibadetler sünnete uyulması sayesinde hiç değişmemişlerdir. Bu nedenle yüzlerce yıldır aynı şekilde uygulanan ibadetler üzerinde tartışma yaratmaya çalışmak, namazın vakitleri, kaç rekat kılınacağı gibi konularda spekülasyonlar yapmak, kurban kesmeli mi kesmemeli mi gibi tartışmaları gündeme getirmek son derece yersiz davranışlardır. Bunların tümü Sünnet-i Seniyye’de detayları açıklanmış olan ve yerine getirilmesi gereken ibadetlerdir.


Nitekim Kuran’a baktığımızda da Resul’e uymakla ilgili çok sayıda ayetin olduğunu görürüz. Örneğin bir ayette Allah Resul’e itaat etmeyi şöyle emretmektedir:


Şüphesiz, Biz seni bir şahid, bir müjde verici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Ki Allah'a ve Resûlü'ne iman etmeniz, O'nu savunup-desteklemeniz, O'nu en içten bir saygıyla-yüceltmeniz ve sabah akşam O'nu (Allah'ı) tesbih etmeniz için. Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah'a biat etmişlerdir. Allah'ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Şu halde, kim ahdini bozarsa, artık o, ancak kendi aleyhine ahdini bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahdine vefa gösterirse, artık O da, ona büyük bir ecir verecektir. (Fetih Suresi, 8-10)


Kim Resûl'e itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik. (Nisa Suresi, 80)


Ayetlerde dikkat edilmesi gereken nokta; “Resulullah’a itaat” kavramının üzerinde duruluyor olmasıdır. Bu nokta, Resulullah’a uymanın yani onun emirlerine ve koydugu kurallara uymanın, Allah’ın farz kıldıgı bir ibadet olduğunu gösterir.


Yine ayetlere baktıgımızda Peygamberimiz’in yasaklama ve emretme yetkisinin de oldugunu görürüz. Örneğin; "… Resul size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah’tan korkun" (Haşr Suresi, 7) ayeti peygamberin Kuran’da haram kılınmış olanlar dışında bazı şeyleri ümmetine yasaklayabilecegini göstermektedir. Bundan başka müminlerin anlaşamadıgı konuların da Peygamberimiz’e götürülmesi ve hükmün onun tarafından verilmesi de ayetlerde bildirilmektedir.


Resulullah’ın hüküm koyucu özelliğine karşı çıkmak ya da hükmünün kesinliğine saygı göstermemek gibi davranışlar ise ayetlerde “zalimlik” olarak nitelendirilmektedir. Peygamberimiz’in hükmünün kesinliği ve bu hükme keskin bir itaat gösterilmesi gerektigi de başka bir ayette şöyle vurgulanmaktadır:


Allah ve Resulü bir işe hükmettigi zaman, mümin bir erkek ve mümin bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resul’üne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır. (Ahzab Suresi, 36)


Buraya kadar anlatılanlarda da görüldügü gibi Allah ayetlerinde Resulullah’a (S.A.V.) kesin bir itaati emretmiştir. Bu nedenle İslam ancak Kuran’la birlikte Sünnet-i Seniyye'nin de uygulanmasıyla yaşanır. Bu konuyla ilgili ayetlerdeki açıklamalar son derece muhkemdir. Durum böyleyken Resulullah’ın sünnetinden yüz çevirmek gerektiği gibi bir iddiayla ortaya çıkmak gerçekte Kuran’a tam anlamıyla aykırı bir düşünce olacaktır.


İslam alimlerimiz Peygamber Efendimiz'in sünnetini Nuh aleyhisselam’ın gemisine benzeterek, "kim ona binerse kurtulur, kim binmezse boğulur" (Süyuti, Miftahu’l Cenne, s.53-54) demektedirler. Gerçek kurtuluş ancak Ehl-i Sünnet itikadının öneminin herkes tarafından anlaşılarak, toplumda yaygınlaşması ile gerçekleşecektir.


Resulullah’ın Sünnetini Doğru Anlamak


Allah, diğer peygamberleri olduğu gibi Hz. Muhammed (sav)’I de mükemmel bir din ve dosdoğru bir yol üzerinde göndermiştir. Ve onu kıyamete kadar bütün insanlığa peygamber kılmıştır. Elçiye itaat etmek, ona saygı ve sevgi göstermek, onun sünnetine uymak inananlar için mutlaka yerine getirilmesi gereken bir sorumluluktur.


Allah her topluğa dinin anlaşılması ve uygulanması için mutlaka bir elçi göndermiştir. diğer peygamberlerde olduğu gibi Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) de kutlu bir din ve dosdoğru bir yol üzerinde gönderilmiştir. Ve Allah O'nu kıyamete kadar bütün insanlığa peygamber kılmıştır. Elçiye itaat etmek O'na saygı ve sevgi göstermek, O'nun sünnetine uymak inananlar için mutlaka yerine getirilmesi gereken bir sorumluluktur.


Resule İtaat Allah'a İtaattir


Yüce Allah’ın gönderdiği her elçi, Allah’ın emir ve yasaklarının tebliğini yapar, Allah’ın sözlerini iletir. Allah bu kutlu insanlara tabi olmayı emreder. Yüce Allah ayetinde, kendi dinini tebliğ etmesi için gönderdiği peygamberlere itaatin, Kendisi'ne itaat etmek olduğunu şöyle bildirmektedir: “Kim Resûl’e itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik.” (Nisa Suresi, 80)


Ayrıca Rabbimiz, müminlere, anlaşmazlığa düştükleri konularda kendilerine yol gösterici olarak, Kuran’ı ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetlerini almalarını emretmiştir. Yüce Allah’ın, Kuran-ı Kerim’de bu konu ile ilgili olarak bildirdiği ayet şöyledir: “Hayır öyle değil. Rabbine andolsun. Aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.“ (Nisa Suresi, 65)


Gerçek sünnet, Kuran’ın hayata geçirilmesidir. Bu yüzden Kuran’ın hayata uygulanmış şekli olan Peygamberimiz (sav)’in sünneti konusunda, mümin erkek ve kadınlar için herhangi bir tevil getirme ve itaatsizlik etme hakkı yoktur. Allah başka bir ayette de şöyle buyurmaktadır: "Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman, mümin bir kadın ve mümin bir erkek için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır." (Ahzab Suresi, 36)


Resule İtaat Tüm Müminlere Farzdır


Allah Kuran’ın birçok ayetinde Resulullah (sav)’a itaatin tüm müminler üzerinde bir zorunluluk olduğunu bildirir. Bu yüzden Peygamber Efendimizin sünnetleri, Allah’ın koruması altındadır. Diğer bir deyişle sünnet kapsamı içerisine alınan herşey, aslında Allah’ın vahyine dayalıdır.


Bu durumda, eğer bir konuda ihtilaf başgösterirse İslam’ın iki temel kaynağı olan Kuran ve sünnete başvurmak müminler için bir zorunluluktur. Nitekim Allah bir ayette şöyle buyurur: "... Aranızda bir anlaşmazlığa düşerseniz bunu Allah’a ve elçisine döndürün. Şayet Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız bu hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir." (Nisa Suresi, 59)


Peygamber, vahiy yoluyla Allah’tan aldığı Kuran ayetlerini sadece insanlığa ulaştırır ve kalmaz, aynı zamanda kutlu bir görev olan Kuran’ın açıklanması görevini de yerine getirir.


Peygamber Sevgisinin Önemi


Hüküm ve hikmet sahibi olan Rabbimiz, yeryüzündeki elçisine duyulan sevginin Kendisi'ne duyulan sevgiye de bir ölçü olacağını "De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın" (Al-i İmran Suresi, 31) ayetiyle bildirmiştir.


Bu yüzden Allah’a itaatin göstergelerinden birisi Resulullah (sav)’in sünnetine uymaktır. Hiçbir mümin Resulullah ((sav)'e itaati terk edemez. Peygamber Efendimiz (sav) sünnete uyanları şu şekilde müjdelemektedirler:


"Kim, sünnetimi ihya ederse, beni ihya etmiş olur. Kim beni ihya ederse cennette benimle beraberdir." (Tirmizi)


Allah’ın Kuran-ı Kerim’de "sen büyük bir ahlak üzerindesin" dediği (Kalem Suresi, 4), Resulullah (sav)’in söz ve davranışları insanlar için en iyi örneği teşkil etmektedir. İnsanlık, Hz. Ayşe’nin "O’nun ahlakı Kuran’dan ibarettir" dediği Resulullah (sav) örnek almadığı takdirde güzel ahlaktan uzak kalacağı gibi, dünya ve ahiret saadetini de elde edemeyecektir. Sünnet-i seniyeyi terk edenler, büyük bir sevabı kazanamayacaklar, hesap gününde Resullullah'ın şefaatinden de mahrum kalacaklardır. (En doğrusunu Allah bilir)


Müminlerin Velisi


Allah'ın "… ancak O, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur." (Ahzab Suresi, 40) ayetiyle bildirdiği gibi insanlar için son peygamber olarak gönderdiği, en son hak kitabını vahyettiği, güzel ahlakı, takvası, Allah'a olan yakınlığı ile insanlara örnek kıldığı Pegamberimiz (sav) müminlerin de velisidir.


Allah, "Gerçek şu ki, Biz senin üzerine 'oldukça ağır' bir söz (vahy) bırakacağız" (Müzzemmil Suresi, 5) ayetiyle son peygamber olan Hz. Muhammed (sav)'e önemli bir sorumluluk vermiştir. Peygamberimiz (sav) ise, Allah'a olan güçlü imanı ile, Allah'ın kendisine verdiği sorumluluğu en güzeliyle yerine getirmiş, insanları Allah'ın yoluna, hidayete davet etmiş ve tüm inananların yol göstericisi ve aydınlatıcısı olmuştur.


Tüm İnsanlığa Rehber


Peygamberimiz (sav)'i görmemiş olmak, O’nun ahlakını yaşamakta gevşeklik gösterilmesine hiçbir zaman gerekçe olamaz. Kuran ayetlerinden ve hadis-i şeriflerden, güzel tavırlarını, konuşmalarını, gösterdiği güzel ahlakı tanıyarak, O'nu örnek almalı ahirette bu mübarek insanla yakın bir dost olabilmek için elimizden gelen çabayı en fazlasıyla göstermeliyiz.
Günümüzde insanlar, özellikle de gençler, birçok insanı kendilerine örnek almakta, onların tavır ve konuşmalarına, üsluplarına, giyim tarzlarına özenmekte, onlar gibi olmaya çalışmaktadırlar. Ancak bu insanların büyük bir çoğunluğu doğru yolda olmadıkları gibi, tavır ve ahlak güzelliğine de sahip değildirler. Bu nedenle insanları doğru olana, en güzel ahlak ve tavıra özendirmek önemli bir sorumluluktur. Bir Müslümanın, tavrına ve ahlakına özenmesi, benzemek için çaba göstermesi gereken kişi, Hz. Muhammed (sav)'dir. Allah bu gerçeği, bir ayetinde şöyle bildirmektedir: “Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resûlü'nde güzel bir örnek vardır.” (Ahzab Suresi, 21)


“Cennete Güzel Ahlak Sahipleri Girecek”


Peygamberimiz (sav)'in "Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız: Allah'ın Kitabı ve Resulü'nün sünneti” hadis-i şeriflerinde de bildirdiği gibi, Müslümanların en önemli iki yol göstericisi Kuran ve Peygamber Efendimizin sünnetidir. Peygamber Efendimiz hem güzel ahlakı ile insanlara örnek olmuş, hem de insanları güzel ahlaklı olmaya çağırmıştır. "Müminin mizanında en ağır basacak şey güzel ahlaktır. Muhakkak ki, Allah Teala işi ve sözü çirkin olan ve hayasızca konuşan kimseye buğz eder" buyuran Peygamberimiz (sav), bir sözlerinde de "Ruhumu kudret altında tutan Allah'a yemin ederim ki cennete sadece güzel ahlak sahipleri girer" demişlerdir.


Peygamberimiz (sav)'in izinden giden Müslümanların da, hem tüm insanlığa güzel ahlakları ve iyi huyları ile örnek olmaları, hem de sözlü ve yazılı olarak onları güzel ahlaka davet etmeleri gerekir. (Harun Yahya, Hazreti Muhammed)


Ehl-i Sünnet İtikadının Önemi


İslam tarihinde birçok sapkın düşünce ortaya atıldı. Bazı mezhepler, İslam’ın özünden uzaklaşarak çeşitli sapkın itikatlara sahip oldular, sapkın uygulamalara giriştiler.


Günümüzde bu sapkınlıklara bir yenisi daha eklenmiş bulunuyor. Bazı insanlar, Resulullah (sav)’in sünnetini reddediyorlar. "Kuran’ı okuruz, Resulullah’tan (sav) gelen bir açıklamaya muhtaç olmadan onu kendi başımıza anlarız" iddiasında bulunuyorlar. Kuran’ın hayata geçirilmesi ve uygulanması anl----- gelen sünnete yüz çeviriyorlar.


Oysa ortaya çıkan bu "sünnet’i terketmiş İslam" akımı, bizzat Kuran’ın hükümlerini gözardı etmektedir. Çünkü sünnet, Kuran’ın bir açıklamasıdır ve daha da önemlisi, Kuran’da Resule uyulması emredilmiştir. Allah (c.c.), ümmeti yalnızca Kuran'a itaatle yükümlü kılmamış, aynı zamanda Resulullah’a (sav) itaati de farz kılmıştır. Sünnet, Kuran’dan ayrı değildir. Sünnet; son ilahi kitap Kuran’ın Allah (c.c.) elçisi Hz. Muhammed (sav) tarafından ortaya konmuş yorumudur. Bu nedenle, İslam ancak sünnetle birlikte gerçek İslam olur. Kuran, sünnetin de yardımıyla ümmet tarafından tam olarak anlaşılıp uygulanabilir.
Bu dönemde Peygamberimiz (sav)'i desteklemek ise ancak Kuran'a tam tabi olmakla ve Ehl-i Sünnet itikadına, Kuran ahlakını O’nun gösterdiği çabanın bir benzeri ile tüm dünyaya yaymaya çalışmakla, ahlakça ve tavırca gücünün yettiğinin en fazlasıyla O'na benzemek için gayret etmekle olacaktır. Böyle bir tavır gösterildiği takdirde Allah Peygamberimiz (sav)'e nasıl yardım ettiyse, O'na destek olanlara da yardım edecek ve yollarını açarak, onlara başarı verecektir. Rabbimiz, bu vaadini ayetinde şöyle bildirmiştir:


“... Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, aziz olandır.” (Hac Suresi, 40)


Peygamberimiz (sav)’in İslam’daki Yerini Doğru Anlamak


Hz. Muhammed (sav.)'in sünnetine gerekli önemi vermeyenler, bu kutlu peygamberin İslam dinindeki yerini anlayamamışlardır. Elçinin üzerine yüklenen görev, hiçbir ayrıntıyı gözden kaçırmayan bir sorumluluk bilincini gerektirmektedir. Bu yüzden Peygamberimiz (sav) ticaretten sağlığa, sosyal dayanışmadan eğitime kadar sayısız konuda bizi bilgilendirmiştir.


Peygamberimiz (sav)'in sünnetindeki en belirgin özellik, kolay olmasıdır. "Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz" (Buhari) hadisi bu gerçeği ifade etmektedir. Hz. Muhammed (sav)'in hanımı Hz. Ayşe ise O'nun ashabına daima kolaylıkla üstesinden gelebileceği amelleri emrettiğini ifade etmiştir. Bu yüzden Peygamber Efendimizin sünneti her insanın uygulayabileceği kolaylıktadır.


İslam dünyasındaki geri kalmışlığın esas sebeplerinden biri Allah’ın (c.c.) kitabından ve Peygamberimiz (sav) sünnetinden ayrılmış olunmasıdır. Müminler aynı peygamberin ümmeti olmanın bilinci ile O'na layık bir ümmet olmaya çalıştıkları zaman İslam coğrafyasındaki bu istikrarsızlığın sona ermesi beklenebilir. Bu yüzden Müslümanların tek çıkış yolu, Allah’ın (c.c.) kitabına ve Peygamberimiz (sav)'in sünnet-i seniyyesine sımsıkı sarılmaktır.
 

 

Seo4Smf 2.0 © SmfMod.Com | Smf Destek