Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Undefined index: googletagged in /home/tsstfrm/public_html/Sources/GoogleTagged-Integrate.php on line 35
Ümmetim! Ümmetim!

Gönderen Konu: Ümmetim! Ümmetim!  (Okunma sayısı 2871 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı hakkinihelalet

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 2752
  • Canim Oğlum
Ümmetim! Ümmetim!
« : Temmuz 01, 2008, 09:24:11 ÖÖ »
ümmetim!... ümmetim!...
 
Kainatın efendisi doğduğu sırada, hazret-i Amine validemizin yanında Abdurrahman bin Avf'ın annesi Şifa Hatun, Osman bin Ebil-As'ın annesi Fatıma Hatun ve Peygamberimizin halası Safiyye Hatun vardı. Bunlar da gördükleri nuru ve diğer hadiseleri haber verdiler. Şifa Hatun şöyle anlatıyor:
"Ben, o gece Amine'nin yanında yardımcı olarak bulunuyordum. O'nun, doğar doğmaz dua ve niyaz ettiğini işittim. Bir nur çıkıp o kadar ışık verdi ki, doğudan batıya kadar her yer göründü..."
Bundan başka bir çok hadiseye şahid olan Şifa Hatun; "Ne zaman ki, O'na peygamberliği bildirildi, hiç tereddüd etmeden ilk iman edenlerden biri de ben oldum" demiştir.
Safiyye Hatun da şöyle anlatmıştır:
"Muhammed aleyhisselam doğduğu sırada, her tarafı bir nur kapladı. Doğar doğmaz secde etti, mübarek başını kaldırıp açık bir dil ile; "La ilahe illALLAH, inni resulullah" dedi. O'nu yıkamak istediğimde; biz O'nu yıkanmış olarak gönderdik, denildi.
Göbeği kesilmiş ve sünnet olmuş görüldü. Secde halinde hafif sesle bir şeyler söylüyordu. Kulağımı mübarek ağzına yaklaştırdım. "Ümmeti, Ümmeti! (Ümmetim, ümmetim) diyordu..."
Dedesi Abdülmuttalib, sevgili Peygamberimiz doğduğu sırada, Kabe'de ALLAHü teâlâya yalvarıp dua ediyordu. Ona da müjde verdiler. Efendimizin doğduğu günde birçok hadiseler gören Abdülmuttalib, bu müjdeye çok sevinip; "Bu oğlumun şanı, şerefi çok yüce olacaktır" dedi.
Abdülmuttalib, böylesine büyük bir mutluluğu kutlamak için, doğumun yedinci gününde Mekke halkına üç gün ziyafet verdi. Ayrıca şehrin her mahallesinde develer keserek, insan ve hayvanların istifadesine sundu.
Ziyafet sırasında çocuğa hangi ismi koydun diyenlere; "MUHAMMED" ismini verdim, dedi. Neden atalarından birinin ismini vermedin diyenlere ise; "ALLAHü teâlânın ve insanların O'nu methetmelerini, övmelerini istediğim için" cevabını verdi.
Sevgili Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib şöyle anlatmıştır:
"Rüyamda çok büyük bir ağaç gördüm. Bir ucu semaya yükselmiş, dalları doğuya ve batıya yayılmıştı. O ağaçtan öyle bir nur saçılıyordu ki, güneş yanında çok hafif kalır. Bazan gözüküyor, bazan gözden kayboluyordu. İnsanlar ona yönelmişti. Her an nuru artıyordu.
Kureyş kabilesinden bazıları o ağacın dallarına tutunuyor, diğer bir kısmı da ağacı kesmeye çalışıyordu. Bir genç de onu kesmek isteyenlere mani oluyordu. Çok güzel bir yüzü vardı ve ben şimdiye kadar öyle bir yüz görmedim. Ayrıca vücudundan etrafa hoş kokular yayılıyordu. Ağacın bir dalını tutmak için elimi uzattım, fakat ulaşamadım."
Bu rüyasını dinleyen tabircinin yüzü değişti. Benzi sarardı;
- Ondan senin nasibin yok! dedi.
- Kimin nasibi var?
- O ağacın dalına tutananların... Senin soyundan bir peygamber gelecek, her tarafa malik olacak, insanlar O'nun dinine girecekler!
Sonra yanında bulunan oğlu Ebu Talib'e dönerek; "Bu herhalde O'nun amcası olacak" dedi. Ebu Talib bu hadiseyi Peygamber efendimize peygamberliği bildirilince anlatmış ve; "İşte o ağaç, Ebü'l-Kasım, el-Emin Muhammed aleyhisselamdır" demiştir.

 
alinti!
« Son Düzenleme: Eylül 09, 2008, 11:23:43 ÖÖ Gönderen: malatyali »

Çevrimdışı husrev_06

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 313
  • Cinsiyet: Bay
ümmetim!... ümmetim!...
« Yanıtla #1 : Temmuz 30, 2008, 01:49:47 ÖÖ »

 Nasıl ki gündüz şu siyah kabre tebeddül etti, dünya siyah kefenini giydi, öyle de ömrün gündüzü de ölüm gecesine ve dünya gündüzü de berzah gecesine ve hayatın yazı dahi ölümün kış gecesine hiç şüphe yok ki inkılap edecek.

Fakat o, gece gibi karanlık ve boğucu görünen kabrin arkası ve kış gibi soğuk ve dehşetli tahayyül edilen ve kabir kapısından girilecek âlem-i berzah, hiç de karanlık değildir. Belki gayet geniş ve nûranîdir. Hem ayrılık ve firak değil, belki ahbabın mecmaıdır ve dostların toplandığı bir âlemdir ve başta şefîimiz olan Habîbullah (asm) ile bütün dostlara kavuşmaktır.
Evet dünyaya geldiği dakikada “Ümmetî! Ümmetî!” dediği gibi mahşerde herkes “Nefsî! Nefsî!” dediği zaman yine “Ümmetî! Ümmetî!” diyerek en yüksek ve kutsî bir fedakarlık ile yine şefaati ile ümmetinin imdadına koşan bir zâtın gittiği âleme gidiyoruz. Ve o güneşin etrafında hadsiz asfiya ve evliya yıldızları ile ışıklanıp gündüz gibi olan bir âleme göçüyoruz.

Evet, nasıl ki gündüzün nehârı kapanıp da geceye inkılap ettiği zaman gayet hareketli ve renkli olan iş hayatı kapanır ve bir karanlık, her yeri istila eder, hayat âdeta durur. Fakat o karanlık içinde daha sevimli ve lezzetli bir hayat başlar ki herkes sıcak yuvalarına ve küçük odalarına toplanır; analar evlatlarına, çocuklar babalarına kavuşur. Gündüzün o yorucu ve boğucu ahvâlinden uzaklaşıp birbirlerini canları gibi seven insanların buluşması ve birbirleriyle teselli bulup saadetlenme zamanıdır.

Ve kabir gecesi ve berzah kışı arkasında da öyle nurlu bir hakikatin saklandığını bizlere, her gece-gündüzün deverânında ve her yaz-kışın tebeddülâtında gösteriyor ve ihtar ediyor. Öyle ise kabre ağlayarak değil, gülerek giriniz ve “bu büyük ve geniş dünyadan çıkıp dar bir yere girdik” demeyiniz!

Hem nasıl kendileri ile ünsiyet edip teselli bulduğumuz dostların en başında analar, sonra babalar gelir; zira onlar bizim sebeb-i vücudumuz olmakla, yani bizler onların vücudundan halk olunmuş olmaklığımız ile bizi kendilerinden bir parça gören ve bu sebeple de hadsiz bir şefkat ve muhabbet ile sahip çıkan ve bizim için her fedakarlığı yapacak hakiki dostlar onlardır.

Aynen öyle de kabrin öbür tarafında ve berzah âleminde öyle birisi var ki;
kâinatın sebeb-i hilkati ve yaratılış gayesi O olduğu gibi, bütün kâinat ve mahlukat ve bizler, O’nun nûrundan yaratılmış olmamız sebebiyle ümmetine hadsiz bir şefkat ve merhameti olan bir dostun yanına ve şefkatli kollarına kabir gecesi ve berzah kışı ile girmek, aklı başında olan herkese kabre girmeyi, akşam eve gitmek gibi sevdirmez ve arzu ettirmez mi?

İşte ister istemez bu hayat gündüzü, geceye inkılap ettiği zaman gidilecek evimiz olan kabre girdiğimizde o evi boş ve karanlık ve soğuk bulmak istemiyorsak, başta o Zat’a (asm) ve O’nun dostlarına dost olmalıyız. O’na dost olmak ise; ancak sünnete ittiba iledir ve O’na rahmet duası olan salavat iledir. Evet onun dâr-ı ahirette şefaati altına girip himayesine mazhar olmak için en kolay yol salavattır.

Meşhur Makam-ı Mahmûd’un bir çok mânasından birisi de Habib-i Ekrem (asm)’a şefaat-i uzma hakkı verilmesidir. Bunun için onun ümmeti 1400 senedir, her ezandan sonra dua eder ve ‘Vaad ettiğin Makam-ı Mahmûd’u ona ver!’ derler. Makam-ı Mahmûd bir uçtur ve bir arştır ve Habib-i Ekrem (asm)’ın o uca ve o arşa doğru yükselmesi hâlâ devam etmektedir.
 
                                                                         "irfan mektebi dergisi"

Çevrimdışı musalli

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 4058
ümmetim!... ümmetim!...
« Yanıtla #2 : Temmuz 30, 2008, 02:22:11 ÖÖ »
Salat-u selamlar sanadir Ya Muhammed
Ne olur ummetinden eyle Muhammed Mustafa


Essalatu vesselamu Aleyke Ya Resul Allah
Essalatu vesselamu Aleyke Ya Nebi Allah
Essalatu vesselamu Aleyke Ya HabibAllah

Elfi Elfu Selatin ve Elfi Elfu Selamun Aleyke Ya Resul Allah
Elfi Elfu Selatin ve Elfi Elfu Selamun Aleyke Ya Nebi Allah
Elfi Elfu Selatin ve Elfi Elfu Selamun Seyyidel Evvelin evvel Ahirin


meralim Cenab_i ALLAH razi olsun senden her daim;

ve paylasima tam anlamiyla mukabil olan bu paylasiminiz icin ;
sizden de herdaim Rabbim razi olsun husrev kardes

coookk guzeldi her ikiside

++





 

Seo4Smf 2.0 © SmfMod.Com | Smf Destek