Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Undefined index: googletagged in /home/tsstfrm/public_html/Sources/GoogleTagged-Integrate.php on line 35
Düşünce Mirasımıza Ne Kadar Aşinayız

Gönderen Konu: Düşünce Mirasımıza Ne Kadar Aşinayız  (Okunma sayısı 2076 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı husrev_06

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 313
  • Cinsiyet: Bay
Düşünce Mirasımıza Ne Kadar Aşinayız
« : Eylül 19, 2008, 01:58:13 ÖÖ »
 Millî Kütüphane'nin kayıtlarına göre Türkiye'de 500.000 yazma var. Bunların 320.000'i Arapça, 140.000'i Türkçe, 30.000'i Farsça... Geri kalan küsüratsa karışık... Dünya kütüphaneleri nazar-ı itibara alınırsa, bu eserlerinin sayısını tahmin bile güçleşiyor. Acaba kaçta kaçı bugün okuruna tebessüm ediyor, kaçta kaçının peçesi kaldırılmış?

DÜCANE CÜNDİOĞLU

Düşünce mirasımız... Başka bir deyişle, Felsefe, Kelâm ve Tasavvuf alanlarındaki ustalarımızın bizlere miras bıraktığı kapağı açılmamış hazine...
Bu üçlü tasnif, bilme'nin üç tarzına delâlet ediyor; yani üç farklı bilme tarzına... dili, düşünceyi, varlığı üç ayrı şekilde anlama ve yorumlama tarzına...

Bilmenin bir ucunda bilim, diğer ucunda şiir var... evet, ilim'den irfan'a, nazım'dan nesr'e, duygu'dan düşünce'ye koca bir bilgi evreni; bize ait, bize özgü bir evren...

Kendi evrenimize, kendi dünyamıza, kendi hazinelerimize aşina mıyız?

Şöyle de diyebilirdik: Acaba biz “biz”i biliyor muyuz?

Bu ve benzeri sorulara sağlıklı bir cevap bulabilmek için yapılması gereken basit bir işlem var: düşünce mirasımızla temas etmemize aracılık eden eserlerin ne kadarının ve nasıl yayımlandığı hakkında bilgi edinmek.

Kindî, Fârâbî, İbn Sîna, Gazâlî, Fahreddin Râzî, İbn Arabî, Celaleddin Rûmî, Nasıruddin Tûsî, Konevî, Seyyid Şerif Cürcanî, Taftazanî, Ali Kuşçu ve sayfalarca yazsak bile isimlerini tüketemeyeceğimiz birçok usta... Felsefe, Kelâm ve Tasavvuf nokta-i nazarından duygu ve düşünce dünyamızı zenginleştirmiş cihan çapında büyük ve keskin zekâlar... ilim ve irfan hayatımızın sadece arasokaklarını değil, anacaddelerini de hâlâ belirlemeyi sürdüren nâmütenahî âbideler...

Gâzâlî deyince, Türkçe'de okurun aklına neler geliyor? Eyyühe'l-veled... İhya-i Ulûm'id-Din... ve belki biraz da Tehafüt'ül-Felâsife...

Peki Fârâbî deyince? Medinetu'l-Fadıla... İhsau'l-Ulûm ve ancak ehlinin haberdar olduğu bazı Mantık kitaplarının tercümeleri...

İbn Sîna, Râzî, Tûsî, Ebherî, Şirvanî, Ali Kuşçu, Cürcanî, Taftazanî gibi isimlerin çoğu, ne yazık ki ya sadece isim olarak biliniyor, ya da birkaç risalesiyle tanınıyor. Bu sahada filân âlimin “Bütün Eserleri” gibi bir hayalin kendisi bile, ne yazık ki imkânsız gibi değil, kelimenin tam anlamıyla muhal gibi görünüyor.
....................................

MÜTERCİM, ALİM DEMEKTİ

Millî Kütüphane'nin kayıtlarına göre Türkiye'de 500.000 yazma var. Bunların 320.000'i Arapça, 140.000'i Türkçe, 30.000'i Farsça... Geri kalan küsüratsa karışık... Dünya kütüphaneleri nazar-ı itibara alınırsa, bu eserlerinin sayısını tahmin bile güçleşiyor. Acaba kaçta kaçı bugün okuruna tebessüm ediyor, kaçta kaçının peçesi kaldırılmış?

Açıkça söylemek zorundayız: Darîr el-Erzurumî Şeyhî, Ahmed-i Dâî, İbn Arabşah, Musa b. Hacı Hüseyn el-İznikî, Mahmud b. Muhammed b. Dilşad eş-Şirvanî, Şerafuddin Sabuncuoğlu, Işkî ve Molla Lutfî gibi Osmanlı döneminin âlim-mütercimlerinin emekleri hâlâ meçhulümüz.

Bizim geleneğimizde mütercim demek, aynı zamanda âlim demekti. Çünkü mütercim, hakikati tercüme eden adam demekti. Misâllerimizi son dönemlerden verelim: İzmir Kadısı Muhammed Akkirmanî'nin Hidayet'ul-Hikme (Ebherî/Kadı Mir/Molla Lârî), Ahmed Cevdet Paşa'nın Mukaddime (İbn Haldun), Elazığ Defderdarı Abdunnafi Efendi'nin Mutavvel (Taftazanî) ve Burhan (İsmail Gelenbevî), Diyarbekir Vâlisi Sırrı Giridî Paşa'nın Şerh-i Metn-i Akaid (Ömer Nesefî/Taftazanî), Ahmed Avni Konuk'un Füsus veya Mesnevî tercüme ve şerhlerine bir göz atınız lütfen! Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'ın veya Babanzâde Ahmed Naim'in Fransızca'dan yaptıkları Felsefe, Mantık, Psikoloji tercümelerini zahmet edip biraz inceleyiniz. Göreceksiniz ki bu mütercimler, sade mütercim değil, aynı zamanda âlim-mütercim vasfına lâyık isimlerdir. Çünkü tercüme ettikleri metinlerin altında ezilen değil, en azından ilim, irfan, dil ve üslûb itibariyle metinle başa çıkmayı başarabilecek ehliyette yetkin isimlerdir. Altına sırf mütercim olarak imza attıkları metinlerin dahî aynı zamanda yorumcusudurlar.


GEÇMİŞİN HAKKINI VERMELİ

Hiçbir tercüme teşebbüsü bir fikir hamlesini başlatmaz. Sadece başlamış bir hamleyi, bir teşebbüsü besler, geliştirir, daha da önemlisi etkinleştirip zenginleştirir. Akademik ilgi, tek başına entelektüel ilgiyi doğurmaz; aksine entelektüel ilgi akademik ilgiyi kamçılar. Bu hep böyle olmuştur, bundan sonra da böyle olacaktır. Skolastik düşünmenin (okul felsefesinin) yazgısıdır bu!

O hâlde, Batı intelijansiyası bizim değerlerimizle ilgilendiği için ve ilgilendiği kadarıyla biz de “Acaba ne varmış bu eski-püskü yazmalar arasında?” deyû kendi mirasımıza tenezzül etmekten (!) vazgeçmeli, yabancı ilgilerin bayiliğini yapmayı ilmî haysiyetimizle bağdaşdıramayacak bir olgunluğa -hem de bir an evvel- ulaşmayı becermeliyiz.

Varolandan şikâyet etmek yerine, varlığı dile getirmeye gayret etmeli... Hazinelerimizin sesine kulak vermeli, bugünü anlamak, geleceği ise anlamlandırmak için, geçmişin hakkını vermeli... geçmişe bir âşina gibi, bir dost gibi, hatta eli öpülecek, öğüdü tutulacak bir pîr-i fâni gibi yaklaşmalı...

Ve bütün bunları, kendimizi hakikaten önemsediğimiz için yapmalı!



« Son Düzenleme: Mart 10, 2010, 08:44:38 ÖÖ Gönderen: ezgilim »

 

Seo4Smf 2.0 © SmfMod.Com | Smf Destek