Çoğumuzun yaptığı en büyük hatadır belki, hayata geç kalmak. Sevgiye geç kalmak, ya da sevgiliye… Yahut anlamlandırılabilir birçok güzelliğe…
Düş kurmak tüm insanlığa sunulmuş yüce bir erdemdir oysa. Önce düşler kurmak, sonra onların ardı sıra bıkmadan, yorulmadan koşmak.
Çaresiz hissetmişizdir bazen kendimizi; hayatın bize sunup da bizim, kendimizden çok yukarılarda olduğunu sandığımız şeyler için. Ulaşılmaz diye düşünmüşüzdür bazı şeyleri. Hayallerimizde kalması gerektiğini düşünmüşüzdür çoğu zaman ya da hayallerimizden ötesine geçmesinin imkansız olduğunu.
Bütün iş, hayata nasıl bakacağını seçmekte saklıdır aslında. Pembe gözlüklerle bakıp senin olması gerekenleri yakalamaya çalışman, yahut siyah gözlüklerle çaresiz kaçışların arkasına sığınmandır seni galip ya da mağlup ilan edecek olan.
Hayat, birçok kez eşit imkanlar sunar herkese, aslında. Kazananlar, bunu bilen ve savaşanlardır. Yaşam denilen olgunun bir yanı savaşlar ve mücadeleler üzerine kuruludur zaten.
Unutulmak ya da unutmak yazgımızdaki en ağır yüktür şüphesiz. Hele ki, boş yere unutmak zorundaysan. Kaderin sana adil davranmadığını düşünmüşsündür belki; son bir şansım daha olmalıydı, diye dövünüp durmuşsundur ya da… Asıl kabul etmek istemediğin şey, geç kalmış olmaktır. Söylemeye geç kalmışsındır belki, ya da dinlemeye. Paylaşmaya geç kalmışsındır belki, yahut yüzleşmeye…
En ağırı da ne biliyor musun? Hayatı onunla yaşamak varken yalnız başına yaşlanmak. Bir yürekte iki kişi olmak varken, o yüreğin yaralarını tek başına sarmak zorunda kalmak. Yalnızlık, kaderin cilvesi değildir hiçbir zaman. Doğrudan bizim seçimimizdir; yahut bizim geç kalmışlığımız…
An gelip de “keşke” deyişlerinin çaresiz çırpınışlarında bulmamak için kendinizi, ne hayata ne de sevmeye geç kalmayın. Gururunuzu bir köşeye bırakıp, ilk adımı hep siz atın. Kim bilir, belki de bunun için bir daha fırsat bulamayabilirsiniz!..
Sevgiyle kalın…
Deniz Polater