Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Undefined index: googletagged in /home/tsstfrm/public_html/Sources/GoogleTagged-Integrate.php on line 35
Cozutukya...

Gönderen Konu: Cozutukya...  (Okunma sayısı 1258 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Efruhte

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 242
  • Cinsiyet: Bayan
  • ..Ve Düşmek Sevdasıyla Toprağa..
Cozutukya...
« : Temmuz 18, 2008, 09:50:02 ÖS »

Cozutukya
Oyun oynarken en çok mızıkçılar canımı sıkardı. Bilmem her yörede öyle mi denirdi? Oyunun en coşkulu yerinde, heyecanın tavan yaptığı anda, arkaşlardan biri birden “bıcırdı”. Cozutur, mızıkçılık eder, hiç sebepsiz oyundan çıkardı. Sana kursağında kalmış oyun hevesi kalırdı. Dengesini kaybetmiş tahtırevallinin bir ucuna yapışıverirdin. Toprak zemine çiviyle çizilmiş çizgiler üzerinde elden ele zıplayan taşlar birden soğuverirdi. Yarım kalmış oyun lezzeti buruklaştıkça buruklaşır,“bir daha asla!”larla yanıp tutuşurdun.

Gel gör ki sokakta başka çocuk yoktur. Mızıkçıdır ama arkadaşındır işte! İkide bir cozutur cozutmasına ama, her defasında yeni baştan ümitlendirir seni. “Belki bu defa olmaz.” “Yenmeye razı olduğu gibi yenilmeye de razı olur” diye taşları yeni bir heyecanla alırsın eline...
Bu yüzden, mızıkçılar için oyunun kurallarını en başında kalın seslerle söylerdik. Her tembih cümlesinin ardından başını ille de kabul anlamında sallamasını beklerdik. Sallamazsa, tekrar ederdik. Bir de, etkili olsun diye iri-kıyım olan arkadaşımıza ya da yakınlarda bulunan bir ağabeyimize/ablamıza söyletirdik kuralları. “Bıcımak yok ha!” Sonuç pek değişmezdi yine de. Ne biz ümitlenmekten bıkardık, ne de onlar oyunbozanlık etmekten...

Oyunbozanlıkla karşılaşmak, oyunda yenilmekten daha ağır gelirdi bana. Bozulmamış bir oyunda, yenilsen de belki arkadaşının mutluluğuyla sevinirsin, belki, bir dahaki sefere yenerim ümidiyle teselli bulursun. Ama oyun bozulursa, ne yenebilirsin, ne yenilebilirsin, ne sevinirsin, ne teselli bulursun. Oyunbozanlık oyunun kendisini mağlup eder. Oynama neşesini dağıtır. Çocukluğun kozasını yakıp yıkar. Öyle ki orada çocuk olarak bulunduğuna, çocukça oyunlar kurduğuna bin pişman eder seni. Oyunun yenilmesi, oyunda yenilmekten daha ağır olmalı ki, yenildiğim oyunlardan çok oyunbozanlarca bozulduğum oyunları hatırlarım.
Oyunun bir yerinde, kendilerinin de tahmin edemediği, tahmin etmese de kontrol edemeyeceği duygusal kırılmayla aniden hırçınlaşır mızıkçılar. Söz dinlemezler. Kuralları hemen unuturlar. “Bana ne! Bana ne! Oynamıyorum işte!” diye arkalarını dönüp giderler. Cozutuğu da mutlu etmez bu tablo. Bir sonraki oyunun başında yalvar yakar buluruz kendisini. Oynamaya vardırlar ama yenilmeye yokturlar. Yenilme ihtimalinden korkarlar. Sadece yenince mutlu olurlar. Öyle ki şikeyle bile yenmeye fit olurlar. Duygularını yenilebilir de olmaya değil, ille de yenmeye ayarlamışlardır. Yenilmenin içinde sakladığı o tatlı burukluğun, yenmedeki sevinci beslediğinin farkında değillerdir. Hem sonra “yenilsem de yensem de ne farkeder ki, bu sadece bir oyun” diyecek duygusal genişlikten yoksundurlar. Oysa, tek olgunlaşma fırsatları budur. Ancak yenile yenile oturturlar duygularını yetişkinliğin yörüngesine. Kendi arzuları dışında var olan, heves ve arzularını aşan daha geniş bir dünya olduğunu fark ederler. Dünyanın kendi öncelikleri etrafında dönmediğini kabullenirler. Kendileri gibi olmayanlarla, kendileri gibi inanmayanlarla, kendileri gibi giyinmeyenlerle anlaşabilecekleri, anlaşamasalar da bir arada “oynayabilecekleri” bir dünyaya yeniden doğarlar.

Mızıkçılar Allah’tan mızıkçılık edip de büyüme oyunundan da bıcımazlar. İtirazsız büyürler. Ama.. Duyguları olgunlaşmadığı için, cehaletini sloganların kaba gürültüsüyle perdelemeler. Yenilgiyi hazmedemeyince, gelsin görünmez zinde güçler üzerinden oyun arkadaşlarına korku salmalar. Oyunun kuralları zoruna gidiyorsa, gelsin “oyun öyle oynanmaz ki ama...”larla yazılmamış kurallar icat etmeler.

Doğan Cüceloğlu’nun Yetişkin Çocuklar (Remzi Kitabevi) kitabını henüz bitirmedim. En azından başlığını onlarca kez okudum. Arka kapak yazısını da neredeyse ezberledim: “Yetişkin Çocuklar, bedenen gelişmiş ama duygusal olgunluğa erişememiş insanlardır. Bu kitap, aslında bildiğimiz, fakat üzerinde düşünme gereğini pek duymadığımız bir öyküyü anlatıyor...” Aramızda okuma tembeli olanlar, hiç olmazsa, hocanın kitabının kapağına bakıp, “yetişkin çocuklardan biri de ben olabilir miyim?” diye sorabilir kendine. Öyle kolayca gözden kaçacak şey midir Türkçe’de Yetişkin Çocuklar başlıklı bir kitabın varlığı? Üstelik işine sadece kalıbını değil kalbini de koymuş, sözü dinlenir bir bilim adamının sorun ettiği bir hal bu. Koskoca yetişkinlerin yerinde ben olsam, kitabı her gördüğümde “Sakın ola ben yetişkin bir çocuk olmayayım!” diye üzerime alınırdım. Başbakan olacak da olsam huzurum kaçardı. Anamuhalefet lideri olsam da üzerime alınırdım. Anlı şanlı İstanbul Üniversitesi’nin mesut ve parlak rektörü bile olsam, o başlığı her gördüğümde kızarıp bozarırdım:“Ne yani bana da mı?” Amiral gazetesinin kendisini bile eleştiren dürüst yayın yönetmeni falan olsaydım bile, “Ben mi? Yok canım!” deyip küserdim.


Aklıma geldi birden.. Neydi o komik mızıkçılık sözleri?
“Başörtünle evcilik oyunuma girebilirsin ama hak ettiğin notu vermem sonra...” “Körebe oynarken bezi çene altından bağlayacaksın, bana ne bana ne...” “Beni sobelersen, çok kötü gelişmeler olabilir, demedi deme!” “Misketimi ikide bir vurup durma, çekip giderim yoksa...” “Üff, sıkıldım, darbe isterim, darbe isterim. Paşa amca, Paşa amca! Hüngür...”


Senai Demirci
« Son Düzenleme: Mayıs 21, 2010, 07:35:58 ÖS Gönderen: gözyaşı »

 

Seo4Smf 2.0 © SmfMod.Com | Smf Destek