Reenkarnasyon (tenâsüh), ruhun, bedenin ölümünden sonra yeni bir cesede bürünerek yeryüzüne tekrar geri dönmesi şeklinde tarif edilmektedir. Reenkarnasyon ile tenâsühün aynı şeyler olduğunu söyleyenler olduğu gibi, ruhun, ölümden sonra yine bir insan bedenine geçmesine reenkarnasyon, hayvan bedenine geçmesine ise tenâsüh denildiğini ve bunların farklı şeyler olduğunu söyleyenler de olmuştur.
Bazıları, 'Kur'an-ı Kerim de reenkarnasyona işaret ediyor' diyerek bazı âyetleri bu görüşlerine delil olarak öne sürmektedirler. Bu âyetlerden birisi 'Kâlû rabbenâ emettene's-neteyni ve ahyeytene's-neteyni fa'terafnâ bizunûbinâ fe hel ilâ hurûcin min sebîl - Onlar: Ya Rabbenâ, derler, Sen bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. İşte günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi, telafi etmek için buradan çıkmaya yok mudur bir yol?' (Mümin, 40/11) âyetidir.
Reenkarnasyoncular, 'Sen bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin.' ifadesini reenkarnasyona işaret şeklinde yorumlamaktadırlar.
İnsan, esasen yaratılışının ilk safhasında sperm şeklinde bir varlıktır. Bu spermi, Allah Kur'an'daki ifadesiyle (Hûd, 11/6) müstevdâ'da bir müddet bekletmektedir. Müstevdâ, emaneten ve muvakkat olarak konulan bir yer demektir. İnsan, bundan önce ölüdür ve anne karnında hayata ilk adımını atmıştır. İkincisi ise, insan biyolojik olarak ölür, sonra tekrar dirilir ve böylece insan için âyette ifade edilen iki defa ölme ve iki defa dirilme gerçekleşmiş olur. Ta ilk devirden günümüze kadar İbn Cerir et-Taberi, Fahruddin Razi, Elmalılı Hamdi Yazır gibi tefsirin dev âlimleri ve daha burada ismini zikretmediğimiz müfessirler bu âyeti bu şekilde yorumlamışlardır. Üstad Bediüzzaman da yer yer kapalı da olsa mezkur âyete işaret sadedinde, 'Hayat sayesinde bir şey çok şey olabilir, çok şey de bir şey olabilir.' demekte ve bunu Cenab-ı Hakk'ın kudretine ircâ ederek 'Allah (cc), çok şeyi bir şey yapar ve bir şeyi de çok şey yapar.' şeklinde ifadeler kullanmaktadır.
Evet burada iki şekilde bir ölüm söz konusudur. İnsan evvela biyolojik olarak ölmekte, Üstad'ın yaklaşımı içinde mertebe-i insaniyeye yükselip dirilmektedir. Bu, birinci ölüm ve diriliştir. İkinci defa insan, fert şeklinde kendi kaderiyle yaşayıp ölecek, öte dünyada da yine fert olarak dirilecektir. Bu hususta şimdiye kadar gelen âlimler içinde herhangi bir farklı mütalaada bulunan yoktur. Bu şekliyle de ayetin tenasühle alakası olduğu söylenemez. Çünkü makam itibariyle mezkur âyet-i kerime, bu dünyadaki insanların içindeki ruhun sesi soluğu değil, cehenneme girmiş azap içinde, hırıltı halinde konuşan insanların sesini soluğunu ifade etmektedir.
Reenkarnasyonu savunanların âhiret hayatına da inanmadıkları anlaşılmaktadır. Onlar, iyi insanın mutlu olacağını iddia etmektedirler. Tabii burada hemen akla, 'Pekala mutsuz yaşamış bizden evvelki insanların hali ne olacak?' şeklinde bir soru gelmektedir. Onlara göre bir, üç, beş nesil perişan olacak, daha sonra gelecek olan yedinci ve sekizinci nesil gökler saltanatına namzet olacak, ya Efendimizin ya da Seyyidina Hz. Mesih'in arkasında saltanat yaşayacaklar ve dolayısıyla sadece bunlar saltanata ereceklerdir, diğerleri değil.
Bu nasıl adalettir? Allah (cc) birilerini öldürecek, onların enkazından bir başkalarını var edecek ve onların enkazını başkalarının saltanatının aksesuarı, malzemesi haline getirecek; bu kabul edilecek bir şey değildir. Onlar, 'Âhiret diye bir şey yoktur. Esas olan insanın ruh ve vicdan huzurudur' demektedirler. Allah'a, Peygamber'e ve Kitab'a inanmayan bazı kimseler de bu şekilde düşünmektedirler.. ve bu anlayış, içi boş bir iddiadır.
Aslında müminin dünyadaki ölümüne ölüm denemez. Mümin, ölümle bir yönüyle ebedi diriliş adına bir sürece girmektedir. Eğer onlar, o ölümü kastediyorlarsa mümin bir kere ölür; diğeri de onu çok alâkadar etmez. Çünkü o ilk ölümün ne teklif-i hitâbîsi, ne de teklif-i vaz'îsi diye bir şey vardır. Beraberinde herhangi bir sorumluluk getirmez. Onun için 'O sorumluluklar şu şartlar altında gerçekleştirilir' gibi bir mülahaza bahis mevzuu değildir. Eğer burada esas olan insanın vücuduna temel teşkil edecek zerrât-ı asliyenin çözülmesi ve onların insan olmaya doğru yürümesiyse şayet, insanlar, o noktaya ulaşacakları ana kadar meselenin şuurunda değillerdir. Müminlerin şuurları esas sorumluluklarını hissettikleri andan itibaren başlar ve yeniden dirildikten sonra da onlar, Cenab-ı Hakk'ın nimetlerini beklemeye koyulurlar.
(kürsü;F.G.)