Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Undefined index: googletagged in /home/tsstfrm/public_html/Sources/GoogleTagged-Integrate.php on line 35
Hat Sanatı (Hüsn-i Hat) Nasıl Yapılır?

Gönderen Konu: Hat Sanatı (Hüsn-i Hat) Nasıl Yapılır?  (Okunma sayısı 2087 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Avon

  • ÜST YÖNETİCİ
  • *
  • İleti: 636
Hat Sanatı (Hüsn-i Hat) Nasıl Yapılır?
« : Mart 27, 2015, 08:15:04 ÖÖ »
İslam yazı sanatı en hızlı gelişmeyi Osmanlı hat mektebinde yaşamıştır. Özellikle Fatih Sultan Mehmed döneminden itibaren, yazı sanatında ekoller gelişmiş ve yaklaşık her yüz yılda bir gelişme yaşanmıştır.

Osmanlı döneminde yazıda görülen ilk ciddi gelişme hattat Yahya Sûfi(1)  ve oğlu Ali b.Yahya Sûfi(2)  ile görülür. Yahya Sûfi’nin Fatih Camii avlu pencerelerinde iç ve dış kısmında bulunan yazılar incelendiğinde, harflerin hareke ve süs işaretlerinden arındırılmış hâli göze çarpar. Ancak harflerde istenen olgunluk henüz yoktur. Harfler satıh üzerine dengeli bir biçimde yayılmış durumdadır. Dik harfler, özellikle Fatih Camii avlu pencereleri iç taraftaki yazılarda uzunca ve hâlâ küt bir haldedir. Bu dönemin belirgin bir özelliği, dik harflerin üzerinde satır halinde kûfi yazı bulunmaktadır. Aynı özelliği, hattatı belli olmayan Çinili Köşk yazılarında da görmekteyiz. Yalnız burada üst kısımda bulunan yazılar muhakkak hattı iledir.(3)

Ali b. Yahyâ Sûfi’nin yazıları, Fatih Camii kitabesinde harfler satıra nisbeten yayılmakla beraber, dik harfleri yer kümelendiği görülmektedir. Kitabe hareke çok az tezyinî işaretler ise yok denecek kadardır. Bu kitabede başarılı olmasa da istif denemesine girişilmiştir.

Ali Sûfî’nin, sekiz yıl sonra yazdığı, Topkapı Sarayı Bâb-ı hümâyun kitabesi, kitabe üstü müsennâ âyet(4),  sağ kapı yuvasındaki âyet(5)  ile sol kapı yuvasındaki “ketebe” yazıları şüphesiz Râkım’a kadar celî sülüsün en güzel örnekleri olarak kabul edilmektedir.(6) Bu kitabelerde, harf yapısı olarak çok mükemmel bir seviye yakalanmıştır. Fatih Camii kitabesine göre harflerde kalem hakkının halâvetini görmek mümkündür. Bâb-ı hümâyun kitabelerinin istifi çok girift ve başarılıdır; özellikle müsennâ âyet, istif olarak mükemmeldir.

Müsennâ yazının alt kısmında bulunan tarih kitâbesi, girift istifi ve devrine göre harflerin yapılarındaki güzellik dikkat çekmektedir. Kitabe harf yapısı ve istifi ile bütünüyle değerlendirildiğinde, Râkım öncesi mükemmel bir örnek olarak kabul edilebilir. Aynı dönemde sülüs ve nesih yazıda Yakut el-Musta’sımî üslûbu hâkimdir.
   
Hattat Hâfız Osman Efendi Ekolü

Hattat Hâfız Osman Efendi h. 1052/1642 yılında İstanbul Haseki’de dünyaya gelmiştir. Babası, Haseki Sultan Camii müezzini Ali Efendi’dir. Küçük yaşta Kur’an-ı Kerim’i ezberlediği için kendisine “hâfız” lakabı verilmiştir. Köprülü Fâzıl Ahmed Paşa (1637-1691) himâyesinde öğrenim görmüş ve bu esnada yazıya ilgi duymuştur. Yazıyı, önce I. Derviş Ali’den(7) meşk etmiştir. Derviş Ali, o sıralar çok yaşlı olduğundan, bu kabiliyetli genci, önde gelen talebelerinden olan Suyolcuzâde Mustafa Eyyûbi Efendi’ye(8) gönderdi. Hâfız Osman, Suyolcuzâde’den h. 1070/1686 tarihinde, on sekiz yaşında icâzet aldı.

Şeyh Hamdullah yazı ekolünün inceliklerini öğrenmek için Nefeszâde Seyyid İsmâil Efendi’den(9) yeniden meşke başladı. Bu meşkle, Şeyh vadisinin bütün özelliklerini öğrendi ve h. 1090/1678’den sonra tamamen Şeyh Hamdullah üslûbunda yazmaya başladı. Şeyh Hamdullah üslûbunu elde etmek için, onun eserlerini tetkik ettiği gibi, Sarayda bulunan bir Şeyh mushafını da takliden yazmıştır.(10) Sultan II. Osman, Hâfız Osman Efendi’ye çok hürmet gösterir; yazı yazarken hokkasını tutardı. Bir ders esnasında Padişah “Artık Hâfız Osman gibi bir hattat yetişmez” deyince, Hâfız Osman Efendi’nin “Efendimiz gibi hocasına hokka tutan padişahlar geldikçe, daha çok Hâfız Osman’lar yetişir hünkârım” cevabını verdiği çok meşhurdur.(11)

Bir gün hocası Suyolcuzâde ile Sadrazam Fâzıl Ahmed Paşa (1635-1676)’nın bulunduğu bir mecliste Sadrazam, Hâfız Osman’dan bir Mushaf yazmasını ister; bu arada hocasının kim olduğunu sorar. Hafız Osman, hocası Suyolcuzâde’yi işaret ederek “Efendi hazretlerinden mezûnum” cevabını verir. Bu cevaptan çok mütehassis olan Suyolcuzâde, dışarı çıktıklarında talebesinin alnından öper ve ona hayır dua eder.(12) Yine karlı bir kış günü, Haseki’den Eyüpsultan’a yalınayak derse gitmesi, hocasının takdir ve sevgisini kazanmasına vesile olmuştur. Ağakapılı İsmail Efendi’nin “Hüsn-i hattı biz bildik, Osman Efendimiz yazdı” sözü çok meşhur olmuştur.(13)

Sünbüliye tarikatine intisablı olan Hâfız Osman, Sümbül Efendi Dergâhı şeyhi Seyyid Alaaddin Efendi’den mânevi eğitim almıştır. Ölümünden üç yıl kadar önce felç geçiren Hâfız Osman, tedavi sonucu rahatsızlığı hafif geçirmiş, fakat bu durum yazılarına olumsuz tesirde bulunmuştur.(14) hastalığı esnasında, kalem açma hizmetini talebesi Çinicizâde Abdurrahman Efendi(15) görmüştür.(16) Ömrünün sonlarında Silahtar’da oturmuştur.

Hâfız Osman Efendi, genç denilebilecek bir yaşta, elli sekiz yaşında 29 Cemâziyelevvel 1110/ 3 Aralık 1698 tarihinde vefat etmiştir. Kabri, Kocamustafapaşa Sümbül Efendi Camii haziresindedir.

Sanatı; Hâfız Osman Efendi kendi üslûbunu yakalamak için önce, Şeyh vadisinde yazan bu mektebin önemli isimleri I. Derviş Ali, Suyolcuzâde Mustafa Eyyûbi ve  Nefeszâde İsmail Efendi’den ders almış; Şeyh yazıları üzerinde uzun çalışmalarda bulunmuştur. Hâfız Osman yazılarında bulunan özellikler yer yer Şeyh Hamdullah yazılarında mevcuttur. Hâfız’ın yaptığı bu özelliklerin yazılarında karar bulmasıdır. Padişah hattatı olunca, Şeyh üslûbunu daha iyi elde edebilmek maksadıyla, Topkapı Sarayı’nda bulunan Şeyh Hamdullah mushafından taklid sahifeler yazmıştır. Bir manada, klâsik yoldan, Şeyh Hamdullah yolundan ayrılmadan sülüs ve nesih yazıyı kemâl noktasına ulaştırmıştır. Şeyh Hamdullah’tan Hâfız Osman’a kadar gelen hoca silsilesi şöyledir: Şeyh Hamdullah, Şükrullah Halîfe, Pir Mehmed Dede, Hasan Üsküdâri, Halid Erzurûmi, II. Derviş Ali ve Mustafa Eyyûbi.(17)

Hâfız Osman ile Şeyh Hamdullah yazıları karşılaştırıldığında şunlar söylenebilir(18): 

1- Dik harfler devamlı olarak satıra yarım nokta sola meyilli yazılmıştır.
2- “Rı”  ve “vav” gibi bülbül tırnağı bulunan harflerin tırnaklarının yukarı olan aşırı meyilleri törpülenmiştir.
3- Ayın harfinin baş kısmının sola olan düşüklüğü düzeltilmiştir.
4- Lafza-i celâl’de sondaki “he” harfi küçüldüğü gibi, “he” harfinden önceki “lam” harfinin açıklığı artmış ve yukarı çıkış daha narin bir hâl almıştır.
5- İsm-i Nebi yazımında “ha” harfinden “mim” harfine geçişte Şeyh’te bulunan açıklık Hâfız’da kapanmış, ikinci mim harfi de küçülerek, isim daha narin bir hâl kazınmıştır. 
6- Sin harfinin ikinci dendanı yarım cezim aşağı düşürülerek harfe hareket verilmiştir
7- Hafız Osman, ortada ve sonda yazılan ayın harfinin ortasını devamlı kapalı yazmıştır.
8- Hâfız Osman’da “vav”, “fe” ve “kaf” harflerinin baş kısmı öne eğik durumdadır.
9- Şeyh Hamdullah keşîdeyi çok kullanmışken, Hâfız fazlaca kullanmamıştır.
10- Şeyh Hamdullah nesih yazıda kapılı cezm hiç kullanmamıştır.
11- Hâfız Osman harfleri, Şeyh Hamdullah harflerine nazaran daha küçüktür.
 
Hâfız Osman Efendi, sanat vadisinde ilerleyiş serüvenini bizzat kendisi kaleme  almıştır. Burada, Şeyh Hamdullah’a olan hayranlığını ve çalışma gayretini görmekteyiz. Hâfız Osman’ın nesih hatla yazdığı ve Topkapı Sarayı’nda olan bu belge Arapçadır ve tercümesi şöyledir:

“Benim yazıma dikkatlice ve insafla bakan kişi! Allah binlerce, binlerle merhamet etsin. Şunu bil ki ben, ilâhi lütûflara mahzar olmuş ve “İbnu’ş-şeyh” olarak bilinen Hamdullah’ın zamanına ulaşamadım. Onun yanına gidip gelerek bu güzel san’atı nasıl öğrettiğini göremedim. Onun terbiyesinden geçme mertebesine de nâil olamadım. Fakat birçok latîf kıt’asını toplayarak onlar üzerinde mütâlaalar yaptım ve ondan nakiller yapmaya kendimi mecbur gördüm. Gece gündüz çalışarak, sonsuz ilim ve kudret sahibi olan Allah’ın yardımı ile bu seviyeye ulaştım. Allah’tan, ulaşamadığım başka derece ve merhalelere de nâil kılmasını, en kalbî hislerimle niyâz ederim. Çünkü, bu çalışmalarım gençlik yıllarımda olmuştur. Şimdi ise zaman şüphesiz, daha ilere safhalara ilerleme zamanıdır. Allah’ın kullarının en zayıfı ve bu isme en az lâyık olana Kur’an hâfızı Osman”(19)       
 
Hattat Hâfız Osman Efendi, sülüs, nesih, muhakkak, reyhâni ve Tevkiî (Rikaa) yazı çeşitleriyle eser vermiştir. Sülüs’leri, ileride celî sülüste büyük atılım yapacak olan Mustafa Râkım (1758-1826)’a örnek olan Hâfız Osman, celî sülüsle de eser vermiştir.(20) Bugün, kolaylıkla görülebilecek Üsküdar, Doğancılar Şehit Süleyman Paşa Camii çeşmesi kitabesi ile Karacaahmed Mezarlığı’nda Siyavuş Paşa mezartaşı Hâfız Osman’ındır.(21)

Hâfız Osman’ın sanatının en parlak yılları 1678-1688 yılları arasıdır.(22) Özellikle, 1690 yılından sonraki yazılarında nesih harfler küçülmüş ve daha olgun bir hâl almıştır.(23)

Hâfız Osman’ın yazıda yeni üslûp oluşturmasından başka, yaptığı diğer önemli bir yenilik, Hilye-i şerif formu oluşturmasıdır. Hz. Peygamber’in beşerî ve ahlâki vasıflarının yazıyla anlatılma şekli olan hilyenin, bugün de en çok kullanılan formu, ilk defa Hâfız Osman tarafından geliştirilmiştir.(24) Başmakam denilen kısımda “Besmele”, göbek kısmında genellikle Hz. Ali rivayeti olan metin; bu kısmın dört köşesinde Hulefâ-i râşidîn (Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali) isimleri; göbek kısmının hemen altında Hz. Peygamberle ilgili bir âyet, alt kısımda da göbekte yazılı metnin devamı bulunacak şekilde tasarlanan bu hilye formu, bugünkü bilgilerimize göre ilk defa Hâfız Osman tarafından tasarlanmıştır.(25)

Hafız Osman Efendi, Kur’ân-ı Kerim, En’âm-ı şerîf, Delâil-i hayrât, kıt’a, murakkaa, karalama, hilye ve kitabe şeklinde bir çok eser vermiştir. Kaynaklarda, hayatı boyunca yirmi beş Kur’an yazdığı kayıtlıdır. Eserleri, İstanbul’da Topkapı Sarayı Müzesi, Türk ve İslâm Eserleri Müzesi, Vakıflar Hat Sanatları Müzesi, Süleymaniye Kütüphanesi, İstanbul Arkeoloji Müzesi Kütüphanesi, Sadberk Hanım Müzesi, Sakıp Sabancı Müzesi, Bursa, Türk ve İslâm Eserleri Müzesi, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi ve birçok özel koleksiyonda görülebilir.(26)

Hâfız Osman yazıda bir çok talebe yetiştirmiştir. Bunların içinde en çok tanınanları, Yedikuleli Seyyid Abdullah Efendi, Rodosizâde Abdullah Efendi, İkinci Derviş Ali, Hasan-ı Üsküdâri’dir.(27)
 
İsmail Zühdî Efendi Ekolü

Ordu’ya bağlı Ünye kazasında dünyaya geldi. Doğum tarihi belli değildir. Genç yaşta, takriben 1750 yıllarında(28) babası Mehmed Kaptan tarafından İstanbul’a getirildi. İlim tahsili yanında, Ahmed Hıfzı Efendi’den(29) sülüs ve nesih meşk etti. Bu arada Mehmed Emin isimli bir başka hattatan da istifade ederek icâzetini ve “Zühdi” mahlasını aldı. İcazeti zamanımıza gelmediğinden hangi tarihte icazetname aldığı bilinmemektedir.(30) Kendisinden önce yaşamış ve aynı ismi taşıyan hattat İsmail Zühdi (ö. 1144/1731)’den ayırt etmek için “Yeni”, “İkinci” ve Zühdî-i Sâni” olarak da anılmıştır.(31)

Sultan III. Mustafa devrinde Enderûn-i Hümâyun’a yazı hocası oldu, vefatına kadar bu görevde kaldı.(32) Kırk Mushaf, birçok hilye-i saadet, murakkaa, kıt’a ve levha yazdı. Bugün, müze ve özel koleksiyonlardaki eserlerinden başka, Eyüp Defterdar’da Şah Sultan Türbesi’ndeki celî yazılar,(33) Ortaköy sırtlarında talebesinden Şânizâde Atâullah Efendi’nin yaptırdığı çeşmenin h. 1198/1784 tarihli celî kitâbesi(34) ile Fatih, Nişancı Camii haziresinde h. 1219/1804 tarihli Hatice Hanım mezartaşı kitâbesi İsmail Zühdî ‘nin önemli eserlerindendir.

1 Şevval 1221/12 Aralık 1806 tarihinde vefat eden İsmâil Zühdî, Edirnekapı mezarlığına defnedildi. Kabir kitâbesi, talebesi ve kardeşi Mustafa Râkım (1758-1826) tarafından nazmedilip yazıldı. Kabri, hat meraklılarınca hâlâ ziyaret edilmektedir.

Celî’de eski tarza bağlı olan Zühdi Efendi, sülüs ve nesih yazılarında, Şeyh Hamdullah ve Hâfız Osman’dan sonra harf ve kelimelere zarif bir görünüş kazandırmıştır. Sülüs ve nesihte Hâfız Osman yolunu en güzel şekilde İsmâil Zühdi geliştirmiştir.

Hat sanatı tarihinde İsmail Zühdi Efendinin önemi, özellikle sülüs ve nesih yazıda, Şeyh Hamdullah ve Hâfız Osman’dan sonra bir atılım gerçekleştirmiş olmasıdır. Kendisinden evvel yaşamış bu iki hattatın eserleri üzerinde uzun süre çalışıp tetkiklerde bulunduktan sonra, beğendiği harf ve kelimeleri seçerek, kendi üslûbunu ortaya koymuştur.(35) Fakat sülüs ve nesih yazıda üslûbu Hâfız Osman’a daha yakındır. Sülüs ve nesihte Hâfız Osman yolunu en güzel şekilde İsmail Zühdi geliştirmiştir. Ayrıca elinden tashihsiz harf çıkarmadaki mahareti onu, hattatlar arasında öne çıkaran bir diğer özelliği olmuştur.(36) İsmail Zühdi Efendi yazıdaki üslûbuyla kendinden sonra gelen hattatları derinden etkilemiştir.

Vaki bulduğunda mesire yerlerine giden İsmail Zühdi Efendi, buralarda boş durmamış ve yazdığı kıtaların altına, mekânın adını da kaydetmiştir. Veliefendi Çayırı, Sâdâbâd, Yedikule Bostanı ve Çeşme Meydanı gibi mahallerin isimlerini belirttiği yazıları bulunmaktadır. Kuş formu şeklinde besmele istifi, yaşadığı devre göre yenilik sayılabilecek terkip ve tertipte yazısıdır.(37)

İsmail Zühdi Efendi’nin yazmış olduğu sülüs nesih bir murakkaa, yıllar sonra 1310 yılı Ramazanında hattat Sâmi Efendi’nin eline geçmiştir. Murakkaa üzerinde çalışan Sâmi Efendi, celî sülüste yeni bir döneme girmiştir.(38)

Enderundaki yazı hocalığı dolayısıyla imzalarında “Kâtib-i Saray-ı Sultâni”, “Hâce-i Enderûn-i Hümâyun” sıfatlarını kullanmıştır. 1 Şevval 1221/12 Aralık 1806 tarihinde vefat eden İsmail Zühdi Efendi, Edirnekapı kabristanına defnedilmiştir. Celî sülüs baş taşı ile celî talik ayak taşı kardeşi hattat Mustafa Râkım tarafından yazılmıştır. Manzum ayaktaşı yine kardeşi tarafından nazmedilmiştir.         

İsmâil Zûhdi ile alâkalı olarak, merhum Necmeddin Okyay ve merhum Mâcid Ayral birlikte, M. Uğur Derman Bey’e şu tespitte bulunmuşlardır; “Tashihsiz olarak elinden güzel harf çıkartmakta, İsmâil Zûhdi Efendi’nin geçmiş üstatlar içinde benzeri gelmemiştir.(39) Bilinen meşhur talebesi kardeşi hattat Mustafa Râkım Efendi’dir.

Mustafa Râkım Efendi ve Ekolü

Celî Sülüs’te ve tuğrada yaptığı inkılâpla, mektep sahibi olan Mustafa Râkım, bunu sağlayabilmek için uzun süre Hâfız Osman yazıları üzerinde çalışmıştır.(40) Râkım’ın yazı sanatındaki yeri değerlendirilirken üç hususa dikkat çekilir:

1- Celî Sülüs harflerinin estetiğinde sağladığı başarı
2- Celî Sülüs’ün istifinde sağladığı âhenk.
3- Tuğra ölçülerinde yaptığı estetik yenilik(41)
Râkım’ın yaptığı bu değişiklik ve yenilikler “inkılâp” kelimesi ile ifade edilmiştir.(42) Celî Sülüs ve tuğra, Râkım’ın yaptığı büyük değişim sebebiyle “Râkım öncesi-Râkım sonrası” şeklinde bir ayırıma tâbi tutulmuştur.(43) Celî sülüs'te geçmiş bütün üslûpları silen Râkım mektebi, Sâmi Efendi’de kemâl noktasına bulmuştur.(44) Sert ve durgun bir üslûba sahip olan Mahmud Celâleddin mektebi, bu özelliğinden dolayı Râkım mektebi karşısında tutunamamıştır.(45)

Sanat hayatında devamlı arayış ve yenilik içinde olan, serbest nükteleriyle bunu yazılarında gösteren Râkım, yeni ortaya koyduğu celî üslûbunu ancak, ağabeyi ve hocası olan İsmâil Zühdî’nin vefatından sonra ortaya çıkarmıştır.(46) Râkım’ın eserleri kronolojik olarak tasnif edildiği zaman durum açıkça görülebilir. Ağabeyinin vefatından sonra, Râkım Celî’sinde hızlı bir gelişme görülür.

Mustafa Râkım, celîden başka padişah tuğralarını da hat ve şekil yönünden ıslah ederek, bu konuda da “inkılâp” yapmıştır. Tuğranın harflerine kalem hakkını vererek ıslah etmiş, kürsü kısmında istifi yeniden tertip ederek kürsüye tok bir görünüm kazandırmıştır.

Râkım’ın, sanattaki kudretini ve yerini şu hüküm çok güzel özetlemektedir: “Yalnız şu kadarını söyleyelim ki bir Sinan Türk mimarlığında, Michelange heykeltraşlıkta ne yapmışsa, daha ziyâdesini Râkım yazıda yapmıştır.(47)  Titiz bir sanatkâr olan Râkım, yaptığı herşeyi düşünerek ve hesap ederek yapmıştır. Bu kudretteki eserler de ancak böyle meydana getirilebilirdi.(48)

Topkapı Sarayı Müzesi arşivi’nde bulunan(49) ve Sultan Mahmud’a hitaben yazıldığı anlaşılan bir arîzada, Mustafa Râkım’ın sanat kudreti şu şekilde anlatılmaktadır:

“Benim Efendim,
Buyurmuşsunuz ki, yazılarını Mustafa Râkım hazretleri gibi yazsın. Ayâ, cihanda anın mislini yazan gelmiş midir ki bu fakîr yazabileyim? Kendi mikdârımca yazabildiğim bu kadardır. Vâzıulasl Hamdullah Efendi ve Hâfız Osman Efendi’nin ahsen olan murakkâtından yazıp ve onlardan da en güzel harflerini intihâb ederek bu uslûba eriştirmiştir ve hatt-ı müselsel olarak müfredât hurûfu muttasılan bir Murakkaa yazmışlardır ki, sâlifuzzikr üstâdân görseler pesend edip, alnından bûs ederlerdi. Yazdığı yazılarda sülüs kaleminden itibâren bir karışa kadar bir kalemle yazı yazsa hüsnünü muhafaza ederdi. Bütün esrâr-ı hat’ta vakıf olup, Rabb-ı Bedîin yedinde ihsân eylediği perkâr-ı kudretini bir kuluna bahş etmiş değildir. Bundan böyle de gerçi tecelliyât-ı ilâhiyesi mahdûd olmamakla berâber böyle bir zâtın âlem-i hat’ta yetişmesine imkân göremem. Bu sözüme Fatih’de, Cihangir(50)  ve Tophâne’de yazdığı celî yazılar bürhân-ı celîdir ki, kıyâmete değin mislini kimse vucûda getiremeyecektir. Kaldı ki, bu abd-i fakîr pergâr-şinaslık’da olan mahareti de inzimâm ederek istif meselesini de bir hatt-ı mustakîme irca’ ile üst ve altını mıstara yerleştirmiştir. Şi’r u inşâ ve kitabet-i cedîdede yed-i tûlâsı cümlenin müsellemidir. Rahmetullâh-i aleyhi rahmeten vâsiaten. Cenab-ı Hak turâb-ı menşûri kadar sizleri pâyidar ve serîr-i saltanatınızda berkarar buyursun. Âmin.
İlm-i hattın sır olan bekâretini
Fâş edip celile gösterdi.”

Bu arîzada, Râkım’ın sanat kudreti, güzel tespitlerle ortaya konmuştur. Bunlar sırasıyla: Râkım’ın, Şeyh Hamdullah ve Hâfız Osman’ın sülüs harflerinden seçmeler yaparak, celîde bir üslûp oluşturması, bu üstadların sülüs harflerindeki canlılığı celî harflerine tatbik etmesidir. Arîzada, istife getirdiği yeniliğe de işaret edilmiştir. Râkım’ın müselsel(51) olarak yazdığı hurûfat meşkine işaret edildikten başka, hat sanatında böyle bir zatın yetişmeyeceği belirtilmiştir ki, bu konu ile ilgili olarak, hattat Sâmi Efendi; “Râkım geçilemez, onu geçmek isteyen geri döner!” demek suretiyle Râkım'ın büyüklüğünü ifade etmeye çalışmıştır.(52)

Râkım'ın celî sülüs yazısındaki estetik güzelliklerin açıkça görülebilmesi için daha önce ortaya konan örneklere bakılması, Osmanlı dönemi örneklerinin ise dikkatle incelenmesi gereklidir. Bu konuda kısa bir karşılaştırma Râkım Celî'sinin azametini ve farkını ortaya koyacaktır. Râkım' da önce harfler yapı olarak gelişmiş ve güzelleşmiş, daha sonra da istifteki yerlerine en güzel şekilde oturmuşlardır.   

Mustafa Râkım’ın Celî Sülüs’te Yaptığı Yenilik;
Mustafa Râkım’ım celî sülüste yaptığı değişim şu başlıklarda toplanabilir. Bunlar:
1- Harflerin bünyesini ıslah etmiştir.
2- Harflerin kalınlığı ile kalem kalınlığı arasındaki ideal ölçüyü yakalamıştır.
3- İstifte başarı sağlamıştır.
Mustafa Râkım’a gelinceye kadar hattatlar, celî sülüs harflerinde ölçüyü bir türlü sağlayamamışlardır. Aynı harfin yazımında bile standart tutturulamamış, yazı sadece kalın yazılabilmiştir.(53) Osmanlı’da başlangıcından,  Fatih devrine kadar celî sülüs, mimarîde bir süs unsuru olarak görüldüğü için bağımsız ele alınmamış, bu sebeple de celî sülüste gerek harf yapısı, gerekse istif yönünden aklâm-ı sitte derecesinde başarı sağlanamamıştır.(54)

Râkım’ın celî sülüste yaptığı yenilik değerlendirilirken şu hüküm çokça kullanılır: “Hâfız Osman’ın sülüste yaptığını, Râkım celîde yapmıştır."(55)  Sâmi Efendi’nin şu tespiti bu hükmü doğrular mahiyettedir: “Hâfız Osman’ın sülüslerini büyütürseniz Râkım’ın celîsini, Râkım’ın celîsini küçültürseniz Hâfız Osman’ın sülüslerini bulursunuz."(56)

Osmanlı hat mektebi’nde sülüste, Şeyh Hamdullah ve Hâfız Osman’la birlikte harflerin estetik ölçüsünde başarı sağlanmış, fakat celîde bu ölçü bir türlü sağlanamamıştır. Bu durum Râkım’a kadar devam etmiştir. Râkım, Hâfız Osman’ın sülüs ölçülerini büyüterek, celî sülüse başarı ile tatbik etmiştir.(57) Bu sebeple Râkım’ın celî harfleri canlı ve hareketli bir yapıya sahiptir.(58) Bu durum, harfler tek tek incelendiğinde açık bir şekilde görülebilir.

Yazıda harflerin veya harfleri teşkil eden kısımların, genel bir tabirle istifi oluşturan çizgilerin istif sahasına uyumlu bir şekilde ve aynı nispette yayılması yani istif örgüsünün her tarafının aynı yoğunlukta olması istifte organik bütünlüğün temini, çizgiler arasında denge, uyum, ritm ve ahengin bulunması güzel bir istifin temel unsurlarıdır. Râkım, harflerdeki tenâsübü ve ölçüyü sağlamakla beraber, gerek satır, gerekse katmerli istiflerde harfleri birbirleri ile kaynaştırmıştır. İstifte harfler âdeta birbirlerini kucaklamışlardır. Harflerin tenâsübünde, istifteki yer ve duruşlarına göre, bazı tasarruflarda bulunmuştur. Harflerin ölçüsünü yerine göre büyültmüş yerine göre ise küçültmüştür, istif icabı bunu yerine göre denemiştir.(59)  Bu durum istifte yazının güzelliğine güzellik katmış, harf gövdeleri donup kalmamıştır.(60) Nakşıdil Türbesi yazıları, özellikle Nakşıdil İmaret Çeşmesi üzerindeki müsennâ âyet ve aslı Atina Benaki Müzesi’nde olan Papağan şeklindeki istif, harflerin onun elinde nasıl yumuşadığının delilidir. Ayrıca Râkım, istiflerinde tezyinî işaretleri çok fazlaca kullanmamıştır; Râkım yazıları, harf gövdeleri ile ön plandadır. Ancak harfler yerlerine oturduktan sonra belli sayıda, yazıyı boğmayacak miktarda hareke ve tezyinî işareti kullanmıştır. Şu bir gerçektir ki, Osmanlı'da istif Râkım'la birlikte gelişme yoluna girmiştir.

Önceki yüzyılların celî yazıları ile Râkım'ın harf, kelime gurupları ve istifleri karşılaştırılırsa Râkım’ın harflerindeki canlılık, azamet ve istiflerindeki güzellik daha iyi görülebilir. Râkım öncesi celî harflerinde mevcut donukluk ve orantısızlık, yerini tenâsüp ve canlılığa bırakmış, istif dağınıklıktan kurtulmuştur. Râkım istiflerinin diğer bir özelliği ise, harflerin uzaktan rahatça görülebilecek toklukta oluşlarıdır. Harfler yazılacakları yahut asılacakları yere göre güzellik ölçüsüne kavuşmuşlardır.(61)

Râkım, Şeyh Hamdullah, özellikle Hâfız Osman yazıları üzerinde çalışmış, Hâfız Osman’ın sülüslerindeki canlılığı celîye aktarmıştır.(62) Râkım’la aynı asırda yaşayan Mahmud Celâleddin de Şeyh Hamdullah ve Hâfız Osman yazıları üzerinde çalışmış, sülüs ve nesihte latif bir tavra sahip olmakla birlikte, celî harfleri oldukça donuk ve katı kalmıştır.(63) İstifte de harfler birbirleriyle alâkasız ve dağınık bir görünüm almıştır. Mahmud Celâleddin'in celîlerinde hareke ve diğer tezyinî işaretler seyrek olduğundan, harfler bütün donukluğu ve katılığı ile ortaya çıkar.

Mahmud Celâleddin Efendi ve Ekolü

Aslen Dağıstan’lı olan Mahmud Celâleddin Efendi, babası Şeyh Mehmed Efendi ile birlikte İstanbul’a gelmiştir. Doğum tarihî belli değildir.(64)

İlk yazı derslerini Ak Molla Ömer Efendi ve Hoca Râsim Efendi’nin talebelerinden Abdüllatif Efendi’den almıştır. Yamakzâde Sâlih Efendi ve Ebubekir Râşid Efendi’ye yazı dersi almak için yaptığı müracaatlar ise, dik başlılığı sebebiyle reddedilmiştir. Bunun üzerine, Hâfız Osman Efendi (1942-1698)’nin eserlerine bakarak kendi kendini yetiştirmiştir.(65)

Sülüs ve nesih yazıda kendine has güzel bir tavra sahip olmuş ve çok kuvvetli ve kudretli eserler ortaya koymuştur. Celî Sülüs’te ise aynı başarıyı gösterememiştir; harfleri çok donuk ve küt kalmıştır. Celî’nin istifinde de harfler birbirinden bağımsız gibi kalmış, hareke ve tezyinat işaretlerini de başarılı bir şekilde dağıtamamıştır. Aynı asırda yaşayan celî sülüs üstâdı hattat Mustafa Rakım’ın celî sülüste yaptığı atılım ve değişimin yanında, Mahmud Celâleddin’in celî anlayışı tutunamamıştır.(66)

Sultan Abdülmecid’in, Mahmud Celâleddin’in talebesi Mehmed Tâhir Efendi (?-1846)’nin talebesi olması sebebiyle bir ara bütün hattatlar padişah sevkiyle Celâleddin Efendi yolunda eserler vermişseler de, padişahın ölümü ile bu yol terkedilmiştir.

Râkım ile Mahmud Celâleddin’in arasındaki farkla alâkalı olarak, hattat Ömer Vasfî Efendi, Sâmi Efendi’den naklen şu hadiseyi anlatırmış; “Vaktiyle İstanbul’un tanınmış hattatlarından biri cuma günleri kendisinden celî dersi almaya gelen öğrencilerine Mustafa Râkım çığırı ile Mahmud Celâleddin çığırı arasındaki ayrılığı akla gelmeyen bir yolda anlatırmış. Bu yazı üstadının uzun boyu, uzun sakalı varmış. Ayağa kalkar, dimdik durur, sonra sakalını ileri doğru uzatıp, gözlerini açar, ileri atılır gibi durup “işte Mustafa Râkım elifi” dermiş.(67) Sonra sakinleşir, sakalını göğsünün üzerine dayar, gözlerini kapar “işte Mahmud Celâleddin elifi” dermiş." Hattat Necmeddin Efendi, Râkım ile Mahmud Celâleddin arasındaki farkı, dinlerde mezheb ayrılığına benzetmiştir. İkisinin kaynağı da Şeyh ve Hâfız Osman’a varır.(68)

Mushaf ve dua kitapları yanında, hilye ve kıt’a şeklinde de eserleri mevcuttur. Eyüp, Mihrişah Sultan Türbesi celî sülüs iç kuşak yazısı Mahmud Celâleddin Efendi’ye aittir. H. 1245/1829 yılında vefat etmiş ve Nişancı Şeyh Murad Dergâhı’na defnedilmiştir. Mezartaşı kitâbesi şöyledir;

Huve’l-Hayyu’l-Bâkî
Meşâyh-i hattâtînden
Cennetmekân merhum ve mağfur
Mahmud Celâleddin Efendinin
Ruhiçun el-Fatiha
Sene 1245

Mehmed Şevki Efendi

Sülüs ve nesih yazının zirve ismi olan Şevki Efendi h. 1244/1828 yılında Kastamonu Seyyidler’de dünyaya geldi.(69) Üç yaşında İstanbul’a getirilerek ilmî tahsili yanında, dayısı hattat Mehmed Hulûsi Efendi’den sülüs ve nesih dersleri aldı. Hulûsi Efendi’den h. 1257/1841 yılında icazetini aldı.

Menşe-i küttâb-ı askerî’de rik’a hocalığı yaptı. Ayrıca Sultan II. Abdülhamid’in şehzâdelerine iki yıldan fazla yazı dersi verdi. Esas görev yeri Harbiye Nezâreti Mektûbi Kalemi’ndeydi.(70) 

İcazetini verdikten sonra hocası kendisine “ben yazıyı sana bu kadar öğretebilirim; yazıyı ilerletmen için Kazaskere götüreyim” deyince: “Ben sizden başka hocaya gitmem” cevabını vermiştir. Bu cevap üzerine hocası, Şevki Efendi’ye hayır duada bulunmuştur.

Aslında bu sebat Şevki Efendi Mektebi’nin doğmasına vesile olmuştur. Eğer Kazasker Mustafa Efendi’ye devam etseydi, Kazasker yoluna mensup Şefik Bey, Muhsinzâde Abdullah Efendi, Abdullah Zühdî Efendi ve Hasan Rıza Efendi gibi isimlere bir yenisi eklenmiş olacaktı. Fakat kendisi, ekol sahibi her hattatın yaptığını yaparak Şeyh Hamdullah, Hâfız Osman, İsmail Zühdi Efendi ve Mustafa Râkım’ın yazılarını inceler ve onların yolundan yürüyerek kendi üslûbunu oluşturur.(71)

13 Şaban 1304/7 Mayıs 1887 tarihinde vefat eden Şevki Efendi, Merkezefendi Kabristanında hocası ve dayısı Mehmed Hulûsi Efendi’nin ayak ucuna defnedilmiştir.

Şevki Efendi itinalı ve tekellüflü yazan bir hattattı. Bu sebeple yazıları pürüzsüz ve çok temizdir. Celî sülüs’ün eşsiz hattatı Sâmi Efendi “Şevkî’nin elinden istese de fenâ harf çıkmaz” demiştir. Şevki Efendi’nin özellikle h. 1290/1873’ten sonraki yazıları kemâl noktasına ulaşmıştır. Bu bakımdan, bu tarihten sonraki yazıları Şevki Efendi Mektebi’nin örnek yazılarıdır.

Şevki Efendi’nin sülüs yazılarındaki olgunluk yanında, harflerin satıra dizilişleri mükemmeldir. Bu yönüyle, harflerde akıcılık hemen göze çarpmaktadır. Sülüs ve nesih harflerinde olgunluk ve mükemmellik Şevki Efendi ile yakalanmıştır. Aynı şekilde nesih yazısında, harflerin satıra dizilişi ve satır oturuşu Şevki Efendi’nin yazıdaki önemli maharetlerindendir.

https://www.ismekkurs.com/hat-sanati-kursu-husn-i-hat

 

Seo4Smf 2.0 © SmfMod.Com | Smf Destek