Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Undefined index: googletagged in /home/tsstfrm/public_html/Sources/GoogleTagged-Integrate.php on line 35
Nefs ve Terbiyesi

Gönderen Konu: Nefs ve Terbiyesi  (Okunma sayısı 6544 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı İsra

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 983
Nefs ve Terbiyesi
« : Ağustos 27, 2009, 12:53:31 ÖÖ »
Nefis terbiyesini "nefsi öldürmek" şeklinde uygulayanlar nefsin hoşuna giden her şeyden uzak kalırlar. Bunun neticesinde; dünyayı sevmez, hırs göstermez, inat etmez, hiç öfkelenmez bir hale gelebilirler. Bunun da bir nefis terbiyesi olduğunu kabulle beraber, nefsi öldürmek yerine, onu hayra yönlendirmenin daha iyi olacağı kanaatindeyiz. Birincisi, huysuz atın yemini kısıp, onu zayıflatarak ona hakim olmaya; ikincisi ise, yemini normal verip, ama onu iyi bir terbiyeden geçirerek güçlü bir atla hedefe daha kısa zamanda varmaya benzer.

 


Evet, dünyanın sevilecek tarafları vardır, sevilmeyecek yönleri vardır. Hırs gösterilecek yerler vardır, gösterilmeyecek yerler vardır. İnadın güzel olduğu durumlar vardır, çirkin olduğu durumlar vardır. Öfkenin kötü olduğu haller vardır, iyi olduğu haller vardır.

 

Dünyayı, Cenab-ı Hakk'ın isimlerine ayna ve ahirete bir tarla (Acluni, I, 412) olarak sevmek güzeldir. İnsanın heveslerine hitab eden ve gaflet perdesi olan yönünü sevmek çirkindir. (Nursi, Sözler, s.,584) İlimde ve hizmette hırs göstermek güzeldir, şöhret için malda ve makamda hırs göstermek çirkindir. Hakta inat etmek güzeldir. Batılda inat etmek, çirkindir. Zalimlere öfke duymak güzeldir, müminlere öfke duymak çirkindir.
 

İşte, nefsin mahiyetinde yer alan duyguların, arzuların hayra yönlendirilmesi, nefsin öldürülmesinden, yani büsbütün sesini kesmekten çok daha faydalıdır. (bk. Nursi, Mektubat, Envar Neş. İst. 1993, s. 33-34) Bu ise, nefsin arzu ve isteklerine iyi bir mecra bulmak, onu hayırlı şeylere sevk etmekle olur; coşarak çevreye zarar veren bir nehrin önüne baraj yapmak ve onunla çevreyi sulamak gibi.

 

İnsana daima kötülüğü emreden "nefs-i emmare" yatıştırılabilir. Böylece onun kötü istek ve arzuları da susturabilir. Böylece Nefs-i emmâre, levvâmeye veya mutmainneye inkılâp eder. Ancak bu durumda her şey bitmiş değildir. İnsanın imtihanı, mücahedesi ve manevi terakkisinin, ömür boyu devam etmesi için "mânevî bir nefs-i emmare" devreye girer. Heves, damar, asab, tabiat ve hissiyat halitasından çıkan bu mecazi nefs, hakikisinden daha şiddetlidir, daha ziyade söz dinlemez ve kötü ahlâka çok teşvik eder. İmam-ı Rabbani gibi büyük zatların bile nefs-i emmareden şekva ettikleri söylenir. Halbuki onların şekvaları, hakikisinden değil, işte bu mecazî olan nefistendir. Nefs-i emmâre çoktan öldüğü halde, onun izleri yine görünür. Çok büyük asfiya ve evliya var ki, nefisleri mutmainne iken, nefs-i emmâreden şekvâ etmişler. Kalbleri günah kirlerinden arınmış ve nurlanmış, kalbi hastalıkların ağlayıp sızlanmışlar. Bu zatlardaki, nefs-i emmâre değil, âsâba devredilen nefs-i emmârenin vazifesidir. Hastalıklar ise, kalbî değil, aksine hayalîdir.

 

Bu ikinci nefis şuursuz, kör hissiyatla hareket ettiği için akıl ve kalbin sözlerini anlamaz ve dinlemez, bu yüzden de onlarla ıslah olmaz, kusurunu görmez. Yalnız musibetler ve elemler ile nefret edebilir veya tam bir fedailikle her hissini, maksadına feda edebilir ve enaniyetini, her şeyini bırakabilir.
 

Evet, akıl, kalb ve ruhun rağmına olarak nefs, heva, his ve vehme mağlup olup ihlâssızlık gösterenler, (mesela kendi sahasında çalışan bir kardeşinin muvaffakiyetini alkışlayamayıp "neden ben yapmadım ki" diyenler) bu vartadan kurtulmak için, talihliyseler ya şefkat tokatı yerler, uyanırlar ya da enaniyetlerini ayakları altına alıp kusurunu itiraf ederler. Kusurunu itiraf etmek mânevî bir istiğfardır, İnsanı muaccel elem ve azaptan kurtarır.

 

Bu nedenle, nefs-i emmaresini öldürenlerin, ölünceye kadar imtihanları ve mücahedeleri devam etmesi için öncekinden daha ağır olarak yeni bir nefis verilir. Bu konuda Bediüzzaman Hazretleri şu açıklamayı yapar:

 

"Bir zaman, evliya-yı azîmeden, nefs-i emmâresinden kurtulanlardan birkaç zattan, şiddetli mücahede-i nefsiyeler ve nefs-i emmâreden şekvâlarını gördüm. Çok hayret ediyordum. Hayli zaman sonra, nefs-i emmârenin kendi desaisinden başka, daha şiddetli ve daha ziyade söz dinlemez ve daha ziyade ahlâk-ı seyyieyi idame eden ve heves ve damar ve âsab, tabiat ve hissiyat halitasından (karışımından) çıkan ve nefs-i emmârenin son tahassungâhı bulunan ve nefs-i emmâreyi tezkiyeden sonra onun eski vazife-i seyyiesini gören ve mücahedeyi âhir ömre kadar devam ettiren bir mânevî nefs-i emmâreyi gördüm. Ve anladım ki, o mübarek zatlar, hakikî nefs-i emmâreden değil, belki mecazî bir nefs-i emmâreden şekvâ etmişler. Sonra gördüm ki, İmam-ı Rabbanî dahi bu mecazî nefs-i emmâreden haber veriyor.

 

Bu ikinci nefs-i emmârede şuursuz kör hissiyat bulunduğu için, akıl ve kalbin sözlerini anlamıyor ve dinlemiyor ki onlarla ıslah olsun ve kusurunu anlasın. Yalnız tokatlar ve elemlerle nefret edip, veya tam bir fedailiğe her hissini maksadına feda etsin.




"Bu acip asırda dehşetli bir aşılamak ve şırıngayla hem hakikî, hem mecazî iki nefs-i emmâre ittifak edip öyle seyyiata, öyle günahlara severek giriyor. Kâinatı hiddete getiriyor." (bk. Nursi, Mektubat, 26. Mektup; Kastamonıu Lâhikası - Mektup No: 150)

 

Hakikate göre mecaz çok zayıf düşüyor ama burada durum tam aksi. “Daha ziyade söz dinlemez ve daha ziyade ahlâk-ı seyyieyi idame eden” tâbirleri bu gölge nefsin, nefs-i emmareyi bazen çok gerilerde bıraktığını ifade ediyor. “Bu da nasıl olur?” diye bir soru aklımıza gelebilir. Ama biraz dikkat ettiğimizde bunun nice örnekleriyle hayatımızın âdeta kaynaştığını görürüz. Bakıyoruz, nefsimiz bize kumar oynamayı hoş gösteremiyor, içkiyi emredemiyor, ‘namaz kılma’ diyemiyor. Demek ki, bu konularda nefs-i emmarenin üzerimizde bir hâkimiyeti kalmamış, diyoruz.

 

O büyük insanlara birkaç hususta da olsa birazcık benzeyebilmenin hazzını yaşıyoruz. Ama gel gör ki, dünyanın fâni olduğunu çok iyi bildiğimiz ve mü’minlerin kardeş olduklarına inandığımız halde, bir mü’min kardeşimizin eline geçen fâni bir makamı yahut menfaati kıskanmaktan kendimizi alamıyoruz. Kıskançlık damarı bizde hükmedince, iç âlemimiz altüst oluyor, huzurumuz kaybolup gidiyor. “Dünya öyle bir metâ değil ki, bir nizâa değsin” diyen Sadi-i Şirazî’den nice ışık yılı uzaklarda kaldığımızı vicdanımız bize teessüfle haber veriyor. Ama biz kıskançlık damarıyla bu dersi de rahatlıkla kulak ardı edebiliyoruz.

İhlas ile halkı irşada çalışan bir büyük insan, bu hizmeti kendisinden daha güzel yapanları gördükçe sevinir, kalbi takdir hisleriyle dolar. Ama insaniyet hali, bazen kendi mensuplarının artmaması yahut azalması karşısında üzüntüye kapıldığı da olur. İşte bu hâl o ince ruhu feverana getirmeye kâfi gelir. “Ben ne yapıyorum? Halkın teveccühüne mi gönül bağlıyorum? Yoksa rızayı bırakıp riyaya mı sapıyorum?” diye derinden derine üzüntü duyar. Defalarca tövbe eder, istiğfar eder. İşte bu zatta bir an için mecazî nefs-i emmare hükmetmiş ve onun terakkisinin devamına sebep olmuştur.

ALINTI

« Son Düzenleme: Nisan 18, 2010, 02:45:21 ÖÖ Gönderen: gözyaşı »

Çevrimdışı gözyaşı

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 1370
Nefs ve Terbiyesi
« Yanıtla #1 : Ağustos 27, 2009, 09:53:11 ÖÖ »
İnsanın, kendi nefsine zulmetmesi ne demektir?

--------------------------------------------------------------------------------

Zulüm, “haddi tecavüz” demektir; başkasının mülkünde onun rızası olmaksızın tasarruf etme mânâsına gelir. Mâlik-i Hakiki ancak Allahtır, mülk Onundur. Kimin tasarrufunda ne varsa ancak emanettir. O halde insan, diliyle her dilediğini söyleyemez. İlâhî rızaya muhalif söz sarf eden insan, diline zulmetmiş demektir. Göz, Allahın bir başka mûcizesidir. Cenâbı Hak, o yağ parçasında ziyayı göz nuruna çevirir. O nuru, haram sahalarda dolaştırmak göze zulmetmek demektir.

İnsanın ruh âleminde nice görünmez fabrikalar çalışır. Akıl, bilgiyi nasıl edinir, nasıl yoğurur ve nasıl karar verir? Hâfıza bu bilgileri nasıl depolar, lâzım olanları nasıl ânında takdim eder? Kalp nasıl inanır, nasıl sever, nasıl korkar? Hayal çok uzak mesafelere bir anda nasıl ulaşır? Ve daha nice akıl almaz icraatlar sergileyen bu fabrikalar ruhumuza ilâhî bir lütuf olarak nakşedilmiş. Bunları, Rabbimizin rıza dairesinde kullanmadığımız takdirde o kıymetli lâtifelere zulmetmiş oluruz.

İman ve salih amelden uzak kalarak, bütün o kıymetli cihazları, “cehennem kapılarını açacak çirkin bir sûrete çevirmek” nefse en büyük bir zulümdür.

Bir rüya olan dünya hayatının her şeyi ebet yurduna nispetle gölge hükmünde. Bu gölgelerden birisi de malımız ve servetimiz. İşte, kalp, akıl, hâfıza, hayal, göz, kulak gibi nice kıymettar cihazatını sadece bu gölgelere sarf etmekle gerçek saadeti ve hakikî serveti kaybeden insan, nefsine zulmetmiştir.


Alaaddin Başar (Prof.Dr.)

Çevrimdışı ebrar

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 2485
  • Cinsiyet: Bayan
Nefs ve Terbiyesi
« Yanıtla #2 : Eylül 29, 2009, 03:45:48 ÖS »
Hz. Âişe (r.anh) Resûlullah’a (s.a.v), “İnsan rabbini ne zaman tanır?” diye sorduğunda, Peygamber Efendimiz, “Nefsini tanıdığı zaman; zira nefsini bilen rabbini bilir” buyurmuştur. (Aclûnî)
Nefs-i emmare (kötülüğü emreden nefis) ile mücadele iki yolla olur:
1- Riyazet
2- Mücahede

Nefs, Arapça bir kelime olup birçok manayı ihtiva eder: Ruh, akıl, insanın bedeni, bir şeyin cevheri, kulun kötü huyları ve çirkin-kötü his ve huyların mahalli olan latife veya cism-i latif olarak vb. tanımlanmıştır.

İmam Gazalî nefsi, insanın zatı ve mahiyeti olarak tanımlamış ve şöyle demiştir: “Eğer bu nefis, süflî (aşağılık) arzularak karşı gelir ve kötülük yaptığı zaman sahibini kınarsa, buna nefs-i levvame (sahibini kınayan, sorgulayan nefs) denir. Bu nefs kötülüklerden arındığında da ona, nefs-i mutmainne denir.”

Allah Teâlâ insanda üç şey yaratmıştır: Akıl, kalp (ruhani) ve nefs. Bunlar görülmez. Varlıklarını eserleri ile, yaptıkları işlerle anlarız. Bunlar, madde değildir, yer kaplamazlar; en, boy, derinlik gibi unsurları yoktur.

İnsanın en büyük düşmanı nefsidir. Daha sonra kötü arkadaş ve şeytan gelir. Kötü arkadaş ve şeytan da nefse tesir ederek insana zarar vermeye çalışırlar. Bu sebeple nefsin, emmarelikten (kötülüğü emredici vasfından) temizlenmesi gerekir.

Şeytan, verdiği vesveseye insanın uymadığını görünce, bundan vazgeçer, başka bir vesvese verir. Âlimler, şeytanı köpeğe benzetmiştir. Köpek kovalanınca kaçar ise de, başka taraftan yine gelir. Nefs-i emmare ise kaplan gibidir, saldırması ancak onu öldürmekle biter. Nefsimiz de ölünceye kadar yakamızı bırakmaz. Bunun için nefsi tanımak ve zararlarından korunmak gerekir.

Hz. Âişe (r.anh) Resûlullah’a (s.a.v), “İnsan rabbini ne zaman tanır?” diye sorduğunda, Peygamber Efendimiz, “Nefsini tanıdığı zaman; zira nefsini bilen rabbini bilir” buyurmuştur. (Aclûnî)

Nefs-i emmare (kötülüğü emreden nefis) ile mücadele iki yolla olur:

1- Riyazet
2- Mücahede

Riyazet, nefsin arzularını yapmamak demektir. Mücahede ise, nefsin istemediği şeyleri yapmaktır. Nefsimiz, iyilik ve ibadet etmemizi istemez. Nefse, günahlardan kaçmak, ibadet etmekten daha güç gelir. Onun için bazı büyükler günahtan kaçınmanın daha sevap olduğunu söylemişlerdir.

Nefs, dünya zevklerine, lezzetlerine düşkündür. Bunların iyi, fena, faydalı, zararlı olduklarını düşünmez. Onun arzuları dinimizin emirlerine uygun olmaz. İslam’ın yasak ettiği şeyleri çiğnemek nefsi kuvvetlendirir. Nefis fena, zararlı şeyleri, iyi gösterip, kalbi aldatır. Kalbe bunları yaptırarak, zevklerine kavuşmak için çalışır. Kalbin nefse aldanmaması için, kalbi kuvvetlendirmek ve nefsi zayıflatmak gerekir.

Aklı kuvvetlendirmek, dini bilgileri okuyup öğrenmekle olduğu gibi kalbin kuvvetlenmesi yani temizlenmesi de, dinimizin emir ve yasaklarına uymakla olur. Bunun içir de ihlas gereklidir. İhlas işleri, ibadetleri, Allah Teâlâ emrettiği için yapmaktır.

İslam’ın emir ve yasaklarına uymak, kalbi kuvvetlendirdiği gibi nefsi zayıflatır. Bu sebeple nefis, kalbin dinimize uymasını istemez. Aklına uymayıp, nefsine uyanlar bu sebeple yoldan çıkmaktadır. Allah Teâlâ’nın, kullarının ibadetlerine ihtiyacı olmadığı için, kulların işleyeceği günahlar da O’na zarar vermez.
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:

İnsanda kötü vasıfları toplayan nefisle cihad etmek, onu kırmak gerekir. Hadis-i şerifte, “Senin en büyük düşmanın, seni çepeçevre kuşatan nefsindir” buyrulmuştur. Peygamber Efendimiz bir savaştan dönünce de, “Küçük cihaddan büyük cihada döndük” buyurdu. Eshab-ı kiram, “Ya Resul büyük cihad nedir?” diye sual edince, Peygamber Efendimiz, “Nefisle cihaddır” buyurdu. (Deylemi)

Nefis, baş olmak sevdasındadır. Başkasının emri altına girmeyi kabullenemez. Dinin bütün emir ve yasakları nefsi ezmek, taşkınca isteklerini önlemek içindir. Dine uyuldukça nefsin istekleri azalır. Nefs, temizlenmedikçe, üstünlük sevdasından vazgeçmez.

Nefsi temizlemek için en tesirli ilaç, kelime-i tevhidi söylemek, zikre devam etmektir. Zaten sadat-ı kiremın zikir ve vird üzerinde bu denli ehemmiyetle durmasının nedeni de budur.

Nefsi kötülüklerden temizlemelidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “En üstün cihad, nefs ile yapılan cihaddır” [İ.Neccar]

Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki: Gençlik, ömrün en kıymetli zamanıdır. İnsanın sıhhatli, kuvvetli olduğu zamandır. Bu zaman, her gün geçiyor, azalıyor, ihtiyarlık yaklaşıyor. Yazıklar olsun ki, en şerefli, en lüzumlu iş olan, marifetullahı kazanmayı, hayal olan ömrün sonuna bırakıyoruz. En şerefli olan zamanlarını, en zararlı, en kötü şey olan nefsin arzularına kavuşmak için sarf ediyoruz. Peygamber Efendimiz, “Yarın yaparım diyen, aldandı” buyurdu. Allah Teâlâ, insanları ve cinleri kendi rızasına, sevgisine kavuşmak için yarattı. Nefislerimizin arzuları peşinde koşan bizler, ne zaman aklımızı başımıza toplayacağız? İnsanın, Allah Teâlânın marifetine kavuşmasına mani olan en kuvvetli düşman nefsin arzularıdır. Bu arzular bitip tükenmez. Hepsi de çok zararlıdır. Maksudun, mabudundur, buyuruluyor. Maksadın, arzun ne ise, mabudun da odur. “Nefslerinin arzularını ilah edinenler” âyet-i kerimesi, bunun vesikasıdır.

Nefse uymaktan kurtulmak, dünya nimetlerinin en büyüğüdür. Çünkü nefs, Allahü teâlâ ile kul arasında en büyük perdedir. (Ebu Bekir Tamistani)

İbadetlerin en kıymetlisi, nefse uymamaktır. (Sehl b. Abdullah Tüsteri)

Her işte, nefsin arzularına uymak, nefse tapınmak olur. Nefsine uyan, küfre girebilir veya haram işlemeye başlar.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

“Hasislik, nefse uymak ve kendini beğenmek felakete sürükler.” [Taberânî]

“Akıllılık alâmeti, nefse hakim olmak ve öldükten sonra gerekenleri hazırlamaktır. Ahmaklık alameti, nefse uyup, Allah’tan af ve merhamet beklemektir.” [Tirmizi]

Büyüklerden biri buyuruyor ki:

İslamiyet, nefsin arzusu olan şehvet ve gazabın yok edilmesini değil, her ikisine hakim olup, dine uygun kullanılmasını emreder. Süvarinin atını ve avcının köpeğini yok etmesi değil, bunları terbiye ederek, kendilerinden faydalanması gerektiği gibidir. Yani, şehvet ve gazap, avcının köpeği ve süvarinin atı gibidir. Bu ikisi olmadıkça, ahiret nimetleri avlanamaz. Fakat, bunlardan faydalanmak için, terbiye ederek, dine uygun kullanılmaları gerekir. Riyazet, bu iki sıfatı yok etmek için değil, terbiye edip dine uymalarını sağlamak içindir.

İslam dini, rahat ve huzur içinde yaşamak için gereken şeylerden ve dünya lezzetlerinden faydalı olanları yasak etmiyor. Bunların elde edilmesinde ve kullanılmasında, akla ve dine uymayı emrediyor.

İslam dini, insanların dünyada da, ahirette de rahat ve huzur içinde yaşamasını emreder. Bunun için, akla uymayı ister. Nefse uymayı yasak eder. Akıl yaratılmasaydı, insan hep nefsine uyar, felaketlere sürüklenirdi. Nefs olmasaydı, insan, yaşaması ve medeni hayat için çalışmasında kusur ederdi. Nefs ile cihad sevabından mahrum kalırdı.
Seyyid Gavs Abdülhakim el-Bilvânisî Hazretleri, mürşidi Ahmed el-Haznevî Hazretlerinin şöyle anlattığını zikrediyor:

-Bir defasında Hazret Muhammed Diyâüddin ile birlikteydim. Seyahatten dönüyorduk. Kalabalık bir topluluk vardı. Sâlikler, müritler, dervişler, sufiler, halifeler hep bir arada idi. Hazret ise en öndeydi. Ben arka taraftaydım. Bir ara Hazret’in “Molla Ahmed!...Molla Ahmed!...” diye seslendiğini işittim. Atım dermansızdı, güçlükle yol alabiliyordu. Hemen attan indim. Koşarak Hazret’in yanına vardım. Bana :

-Molla Ahmed!...Allah’a yemin ederim ki, kalbinde zerre kadar nefis alameti olan kişi yine de Allah’a yaklaşamamış demektir, dedi ve atını sürüp gitti.

Özetleyecek olursak, bu konuda en güzel söz Sehl b. Abdullah et-Tüsterî'nin şu sözüdür: "Nefse, ihlastan daha ağır gelen bir şey yoktur, zira nefsin ihlastan hiç nasibi yoktur!"

ALINTI

Çevrimdışı şeyma19

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 895
Nefs ve Terbiyesi
« Yanıtla #3 : Kasım 11, 2009, 12:25:34 ÖÖ »
emeğine sağlık ablacım

Çevrimdışı ebrar

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 2485
  • Cinsiyet: Bayan
Nefs ve Terbiyesi
« Yanıtla #4 : Kasım 11, 2009, 11:57:48 ÖÖ »
seninde okuyan gözlerine sağlık canım kardeşim

Çevrimdışı sahra cold

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 4439
  • Cinsiyet: Bayan
  • ........
Nefs ve Terbiyesi
« Yanıtla #5 : Nisan 17, 2010, 08:45:04 ÖS »
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

“Hasislik, nefse uymak ve kendini beğenmek felakete sürükler.” [Taberânî]

“Akıllılık alâmeti, nefse hakim olmak ve öldükten sonra gerekenleri hazırlamaktır. Ahmaklık alameti, nefse uyup, Allah’tan af ve merhamet beklemektir.” [Tirmizi]
 
Allah razı olsun... :ggg

 

Seo4Smf 2.0 © SmfMod.Com | Smf Destek