Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Trying to access array offset on value of type null in /home/tsstfrm/public_html/Sources/Load.php on line 2074

Notice: Undefined index: googletagged in /home/tsstfrm/public_html/Sources/GoogleTagged-Integrate.php on line 35
Edward Said

Gönderen Konu: Edward Said  (Okunma sayısı 3752 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı stalker

  • Grupsuz
  • *
  • İleti: 1986
  • Cinsiyet: Bay
Edward Said
« : Eylül 19, 2008, 02:47:54 ÖÖ »
Edward Said (1935 - 2003)



Edward Said aslen Filistinli. 1935 yılında varlıklı bir Hristiyan ailenin çocuğu olarak Kudüs'te dünyaya geldi. 1948 yılında ailesi göçmen olarak Mısır'a yerleşti ve İngilizce dışında başka bir dilin konuşulmasının yasak olduğu seçkin koloni okullarında eğitim aldı. Aldığı bu Anglosakson eğitim sırasında kendisine ''Avrupalı olmayan diğer'' olduğu da öğretildi. Kendisi bu durumu şöyle anlatıyor: "Biz'i Onlar'dan ayıran dilsel, kültürel, ırksal ve etnik çizgi idi. Benim Anglikan kilisesine bağlı olarak doğmuş, orada vaftiz edilmiş ve kilisenin bir üyesi olmuş olmam işimi kolaylaştırmıyordu."

Said, 1951'de Mısır'daki okuldan haylazlık nedeniyle uzaklaştırılınca babası tarafından eğitimini sürdürmek üzere Amerika'ya gönderildi. O yıllar Ortadoğu'nun giderek karıştığı yıllardır. Üniversite eğitimini Princeton ve Harvard'da tamamlar. Bu yıllarda, tatillerinde ailesinin Mısır'dan ayrılarak yerleştiği Lübnan'a gitmekte, edebiyat, müzik ve felsefe eğitimi almaktadır. 1963 yılında New York'da Columbia Üniversitesinde ders vermeye başlar.

O yıllarda Arap ya da Filistin'li olarak değil herkesi daha rahatlatan bir terimle, Orta Doğulu olarak anılmaktadır. Durumunun garipliğini hissetmekle birlikte bilinçli bir tepki oluşturmadığı, geleneklerinden kopuk olarak yaşadığını söylediği 1967 yılına kadar politik bir eylemin içinde yer almaz. 1967 yılındaki Arap-İsrail Savaşı ile çakışan üniversitedeki politik hareketlilik ve Vietnam Savaşı değişikliklerin başlangıcıdır. Filistin milliyetçiliği hareketine katılır. Yahudi karşıtı olduğu gerekçesiyle ABD'de eleştiri alır. Kazanılmış kimliği ile doğduğu ve uzaklaştırıldığı kültür arasındaki farklılıkların oluşmasına izin verdiği düşüncesinden hareketle daha önce yapmadığı birşeyi yapar ve 1972 yılında sabbatical hakkını Beyrut'da Arap edebiyatı konusunda çalışarak kullanır. Böylece, hem Arap hem de Amerikalı olarak, hem birlikte hem de birbirine karşı düşünmeye ve yazmaya başlar.

70'lerin sonlarında Enver Sedat ve Yaser Arafat tarafından barış görüşmelerine Filistin temsilcisi olarak atanır. Sürgünde Filistin Parlamentosunda 14 yıl görev yapar. 1980'lerin sonunda FKÖ lideri sonunda FKÖ lideri Yaser Arafat'la görüş ayrılığına düşerek barış görüşmelerinde görev almaz ve barış karşıtı olmakla suçlanır. 1985'de İsrail Savunma Gücü tarfından Nazi olmakla suçlanan Said çeşitli tehditler alır. 1999'da "Out of Place" adını verdiği anılarını yayınlamıştır. İngilizce ve Arapça dışında Fransızcayı da iyi bilen Said, Londra'da yayınlanan The Guardian, Fransa'da yayınlanan Le Monde Diplomatique ve Arapça yayınlanan günlük Al-Hayat gazetelerine düzenli olarak yazılar yazmaktadır.

1978 yılında yayınlanan "Oryantalizm" (Şarkiyatçılık) üzerinde çok konuşulan ve tartışılan bir kitap olmuş. Bunu "Kültür ve Emperyalizm", Filistin ve İslam'a dair diğer kitapları izlemiş ve yayınladığı toplam 10 kitabı 14 dile çevrilmiş. Üç ayrı yayınevi tarafından Türkçe'ye de çevrilmiş ve basılmış olan "Orientalizm" dışında Türkçe'de basılmış diğer kitapları; "Filistin Sorunu", seçme yazılarının yer aldığı "Kış Ruhu", "Haberlerin Ağında İslam", "Kültür ve Emperyalizm", "Entelektüel; Sürgün, Marjinal, Yabancı", ve F. Jameson T. Eagleton ve E. Said'in yazılarından oluşan "Milliyetçilik, Sömürgecilik ve Yazım".

1990'lı yılların başından bu yana lösemi hastası olan Said, 25 Eylül 2003'te New York'taki bir hastanede 67 yaşında hayata veda etti
.




Eserleri
Oryantalizm,
Kültür ve Emperyalizm,
Filistin Sorunu,
Kış Ruhu, Haberlerin Ağında İslam,
Entelektüel;
Sürgün,
Marjinal,
Yabancı
« Son Düzenleme: Eylül 19, 2008, 02:50:35 ÖÖ Gönderen: stalker »

Çevrimdışı stalker

  • Grupsuz
  • *
  • İleti: 1986
  • Cinsiyet: Bay
Edward Said
« Yanıtla #1 : Eylül 19, 2008, 02:52:33 ÖÖ »
Edward Said ve "Entelektüel: Sürgün, Marjinal, Yabancı"

Gürcistan ve Rusya’nın Osetya’yı işgali ama apaçık olan görünenin hemen ardında, çok da içerde ve içre olmayan durum, insanlığın ihlali. Aniden patlak veren yerel krizler, bugünlerde acilen bir Edward Said okumasını gerektiriyor.


Yeliz KIZILARSLAN

"Artık kişinin evindeyken, kendini evinde hissetmemesi bir ahlak meselesidir” der Adorno. Ülkelerine el konulanları, itiraz edenleri, sürgünleri ve gerçeğin tanıklarının marjinalleştirilmesini, kendi ülkelerine yabancılaştırılanları ve entelektüelleri yazar Said "Entelektüel: sürgün, marjinal, yabancı"da. Ve, Adorno’nun dediği gibi mesele, yersiz yurtsuzlaştıranların ahlakını aşarak bir etik meselesine dönüşmüştür artık. Son Rusya ve Gürcistan çatışması da bu duruma iyi bir örnek…

Filistinli Hıristiyan bir ailenin çocuğu olarak 1935’te Kudüs’te doğan ve 2003 Eylül’ün de yaşamını yitiren Edward Said, günümüz dünyasını anlamak için yeniden okunması gereken çok değerli bir düşünürdür. Gençlik yıllarında Kahire’de eğitim alan ve daha sonra A.B.D.’ye göç eden Said, Filistin Kurtuluş Örgütü’ne yaptığı düşünsel katkılarla bilinir ve uzun yıllar sürgündeki Filistin Ulusal Konseyi’nin üyesi olmuştur. Filistin’in kendi kaderini tayin hakkının savunan yazar, post kolonyal teorinin de kurucusudur. 1986’dan sonra amatör olarak müzikle ilgilenen Said’in “The Nation” dergisine yazdığı yazılar, “Musical Elaborations”da (1990) toplanmıştır.

Edward Said ilk olarak, FKÖ’nü terörizmle özdeşleştiren Batı basınını eleştiren yazılarıyla dikkat çeker. New York’taki Columbia Üniversitesi’nde İngiliz Edebiyatı ve Karşılaştırmalı Edebiyat profesörlüğü yapan Said, edebiyat eleştirisi ve edebiyat kuramı üzerine de çok sayıda makale yazar. En bilenen eseri olan “Oryantalizm” de (1978) halen yoğun bir şekilde tartışılan Doğu-Batı karşıtlığını mesele edinerek bu karşıtlığa karşı çıkar.

Özellikle Michel Foucault’nun iktidar kuramından yola çıkarak, Batı’nın Doğu’yu tanımlayarak ele geçirme süreci olduğunu öne sürdüğü ‘bilgi’ edinme sürecini şiddetle eleştirir. Batı edebiyatının kült eserlerini inceleyerek şiirsel, keskin ve ağır bir emperyalizm eleştirisi yaptığı “Kültür ve Emperyalizm” (1994) adlı eseriyle de büyük bir başarı elde eder.

Dünyayı değiştiren “metin”

Gramsci’nin ve Lukac’ın tarihselliğinden, Foucault’nun arkeolojisinden, Fanon’un anti emperyalizminden, Auerbach, Spitzer ve Curtius’un temsil ettiği hümanist filoloji geleneğinden, Marx’ın radikalizminden ve Jonathan Swift’in tartışmacı üslubu ile Yeni Eleştiri okulunun keskin eleştirmeni R.P.Blackmur’dan etkilenen Said, laik ve dünyevi adını verdiği eleştiri kuramıyla düşünce dünyasına damgasını vurdu. Metinleri, kendi içlerine dönük birer küçük dünya olarak değil; bu dünyada gerçekleşen ve ona müdahale eden olaylar olarak tanımlar.

Güç ilişkilerine karşı savunduğu radikal sol tavrın, A.B.D’de kendini Marksist olarak tanımlayan ancak salt bir akademik tavırla bunu belirten akademisyenlerden farklı olduğunu, “harekete” olan inancıyla savunur. Politik olanın, marjinal olmanın ötesine geçemeyen akademik bağlılıklardan değil; bugünün dünyasının iktidar ilişkilerine keskin bir tavır almış “hareketlerden” çıkacağına inanır.

Entelektüel’in ‘tanıklığı’ ve savaş

1948 yılında Bertrand Russell’ın başlattığı ve BBC’de verilen Reith Konferanslar’ını 2003 yılının Haziran ayında veren Edward Said’in 30’ar dakikalık sunumlarının bir araya getirilmiş hali olan Entelektüel: sürgün, marjinal, yabancı altı bölümden oluşur. Said, entelektüeli, ülkesinden çıkarılan bir sürgün/yabancı, marjinal ve amatör olarak iktidara karşı hakikati söylemeye çalışan biri olarak tanımlar. Son yıllarda çok rağbet gördüğü için eleştirdiği Fukuyama’nın “tarihin sonu” ve “uygarlıların çatışması” gibi tezlere şiddetle karşı çıkarak akıl almaz bulur. Entelektüelin yabancılığını vurgulamak için medya, hükümetler, büyük şirketler gibi otoriteler karşısındaki bir şeyleri değiştirme çaresizliğini belirtir. Entelektüelin bu “yabancılık” halini; bu otoritelere bilerek ait olmama, dolaysız bir değişim yaratamama ve bazen kimsenin farkına varmadığı bir dehşete şahadet eden bir tanık rolüne mahkum olma olarak ifade eder.

"Artık kişinin evindeyken, kendini evinde hissetmemesi bir ahlak meselesidir"

Bu dehşet tanıklığını üstlenen entelektüelin, koruyacak hiçbir makamı ve işgal edecek toprağı olmadığını öne süren Said için entelektüel sonsuz bir yalnızlık içindedir. Ancak bu sürüye uyması anlamına gelmediği için entelektüel “iktidara hakikati söylemekle” yükümlüdür. Bu bağlamda, 2008’in Ağustos ayının başında gerçekleşen Rusya ve Gürcistan çatışmasında entelektüele düşen görev; Said’in entelektüel: sürgün, marjinal, yabancı’da yaptığı tanımlamayı hatırlayarak, bu kitabı yeniden patlak verecek bir A.B.D. patentli küresel kriz eşiği öncesi farklı değerlendirmektir. Said’in bu kitapta bahsettiği ve Avrupa merkezciliğin zayıfladığını anlattığı ikinci bölüm, II. Dünya Savaşı’ndan sonra büyük sömürgeci imparatorlukların çözülmesini ve Avrupa Aydınlanması’nın karanlık bölgeler dediği yerlerdeki gücünün zayıflatmasını anlatır. Ancak son Gürcistan-Rusya çatışmasında arabuluculuk rolünü üstlenen AB’nin, perde arkasındaki A.B.D. ile birlikte Gürcistan’daki kendi yurttaşlarını tahliye etmesi aslında “geride kalanın” yine Batı olmadığını gösterir. Çünkü mesele artık, yersiz yurtsuzlaştıranların ahlâk/sızlığını aşarak; bir etik meselesine dönüşmüştür.

Artık entelektüelin görevi ve zorunluluğu; her zaman ki gibi perde arkasında olan A.B.D’nin son “büyüklük” krizlerinin bir tezahürü olarak ortaya çıkan kısa süreli Rusya-Gürcistan çatışmasının ardında ki insani ahlaksızlığa tanıklık etmek ve Adorno’nun “Artık kişinin evindeyken, kendini evinde hissetmemesi bir ahlak meselesidir” cümlesindeki gibi hem küresel hem yerel anlamda bir evin kalmadığını acilen fark etmektir. “Büyük Efendi”nin oturduğu yerden arka bahçesine müdahale etmesi ve yakın bölge komiseri AB’yi aracı kılması ise; meselenin insanlık adına etik bir duruma dönüştüğünün bir göstergesidir. Evet görünürde aktörler ve mesele başka: söz konusu, Gürcistan ve Rusya’nın Osetya’yı işgali ama apaçık olan görünenin hemen ardında, çok da içerde ve içre olmayan durum insanlığın ihlali. Aniden patlak veren yerel krizler, bugünlerde acilen bir Edward Said okumasını gerektiriyor. Hem de küresel eleştirel yaklaşımlarıyla birlikte...

Çevrimdışı stalker

  • Grupsuz
  • *
  • İleti: 1986
  • Cinsiyet: Bay
Edward Said
« Yanıtla #2 : Eylül 19, 2008, 02:53:40 ÖÖ »
Edward Said
   
 Alev Alatlı 26 Eylul 2003

     
Edward Said’in vefatı üzerine gencecik komşum Nazlı Çakıroğlu’na, “Filistinlilerin başı sağolsun!” diye telefon açan kendisi kadar genç arkadaşının taziye sözleri, müteveffa düşünürün ülkemizdeki indirgemeci imajının herhalde en veciz ifadesiydi: “Filistinlilerin dünya çapındaki avukatı!” Edward Said, 1935’de Küdüs’de doğdu. Protestan Hıristiyan Filistinli. İsrail’in kurulmasından sonra ülkesinden göçmek zorunda kalan ailesi, Kahire’ye taşındı. Anglo-Sakson eğitim sisteminde yetişti. Lisans derecesini Princeton’dan, lisans üstü ve doktrora derecelerini Harvard’dan aldı. Vefatına kadar Columbia Üniversitesinde İngiliz dili ve Kıyaslamalı Dünya Edebiyatı profesörüydü. Bir ara da dekanlık yaptı. Tunus’ta sürgün Filistin Parlamentosunda on dört yıl görev yapan, Filistin’in facia niteliğindeki varoluş mücadelesine binlerce sayfa yazarak destek veren, Oslo barış görüşmelerine kadar Yaser Arafat’ın yanında yer alan bir adamı Filistin’den soyutlamak elbette ki mümkün değil. Ancak, Türkiye’deki imajının saygın olmakla birlikte “Filistinlilerin dünya çapındaki avukatı” olmaktan pek de öteye gitmemiş olduğunu biliyorum ve bu bana acı veriyor. Edward Said, ne mazlum halklar için adalet talep eden bir Bernard Lewis’tır, ne de bir Justin McCarthy. Namuslu bir entelektüel olmanın çok ötesinde, Edward Said, Batının akademik paradigmalarını sorgulayan ve kadim felsefeciler geleneğinde bir “düşünce ekolü” yaratmış olan bir dehadır. Bu düşünce ekolü, “Amerikalılardan farklı olarak, Fransız ve İngilizlerin --- bir dereceye kadar da Almanların, Rusların, İspanyolların, Portekizlilerin, İtalyanların ve İsviçrelilerin --- Batı Avrupa Tecrübesinde özel bir yeri olan ‘Orient’le halleşmek üzere uzun yıllar içinde geliştirdikleri bir gelenek var ki, ben bu geleneğe ‘Oriyantalizm’ adını vereceğim,” cümlesiyle başlar, “Orient, Avrupa ile hemsınır olmasının ötesinde, en büyük, en zengin ve en eski sömürgesi, medeniyetlerinin ve dillerinin kaynağı, kültürel rakibi ve ‘Öteki’nin en derin ve sık tekrarlanan imajıdır. Dahası, Orient, Avrupa’yı (ya da Batı’yı) kendisinden farklı bir imaj, düşünce, kişilik ve tecrübe olarak tanımlamasına yardımcı olmuştur,” diye devam eder. “Öteki”ne ilişkin Oriyantalist düşünceler binlerce sayfada örneklenir. Aralarında şairlerin, romancıların, felsefecilerin, siyaset teorisyenlerinin, ekonomistlerin, imparatorluk yöneticilerinin olduğu devasa yazarlar ordusun, Orient’in halklarına, adetlerine, ‘zihniyeti’ne, geleceğine dair çalışmalarındaki ortak önkabuller irdelenir. “Doğu” diye aslında namevcut bir mekânın nasıl oluşturulduğu gözler önüne serilir. “Orient, Avrupa ile hemsınır olmasının ötesinde, en büyük, en zengin ve en eski sömürgesi, medeniyetlerinin ve dillerinin kaynağı, kültürel rakibi ve ‘Öteki’nin en derin ve sık tekrarlanan imajıdır. Dahası, Orient, Avrupa’yı (ya da Batı’yı) kendisinden farklı bir imaj, düşünce, kişilik ve tecrübe olarak tanımlamasına yardımcı olmuştur. Ne ki, bu Orient’e ilişkin hiçbir şey kurgusal değildir. Orient, Avrupa’nın maddesel medeniyetinin ve kültürünün tamamlayıcı parçasıdır. Orientalizm, bu tamamlayıcı parçayı, dil, imaj, akademik çalışmalar, doktrinler, bir takım kurumlar ve hatta sömürge bürokratları ve sömürge tarzları geliştirmek suretiyle kültürel hatta ideolojik olarak ifade ve temsil eder. Okurun açıkça göreceği gibi, Oriyantalizm derken ben birbiriyle bağlantılı birden fazla birşeyden bahsediyorum. Bir unvan olarak Oriyantalizmin en iyi kabul gördüğü yer akademik kurumlardır. İster antropolog, ister sosyolog, tarihçi ya da dilbilimci olsun, Orient hakkında yazan, ders veren, araştırma yapan herkes Oriyantalisttir ve söyledikleri ya da yaptıkları Oriyantalizmdir. Bu akademik geleneğin mali kaynakları, birbirilerinden beslenen ruhları, uzmanlıkları ve aktarımları, Oriyantalizmin esasını teşkil eder. Oriyantalizm, ‘Orient’i ‘Oksident’den dünya görüşü (ontoloji) ve bilginin sınırları (epistomoloji) temelinde ayıran bir düşünce tarzıdır. Hal böyle olunca, aralarında şairlerin, romancıların, felsefecilerin, siyaset teorisyenlerinin, ekonomistlerin ve imparatorluk yöneticilerinin olduğu devasa bir yazarlar ordusu, Orient’in halklarına, adetlerine, ‘zihniyeti’ne, geleceğine dair çalışmalarına Doğu ile Batı arasında bir fark olduğu önkabulü ile başlarlar... benim burada tetkik ettiğim Oriyantalizm fenomeni, Oriyantalizmin Orient’i doğru yansıtıp yansıtmadığından öte, Oriyantalizmin iç tutarlılığı ve Orient’e ilişkin fikirleridir... ve bu fikirlerin ‘sahici’ Orient’le hemen hiç ilgisi yoktur.” Yıllanmış akademik gelenekleri eleştirmek, yerleşik düzenin tepkisini çekmek demektir. Nitekim, Said’in Oriyantalizm ve ona ilişkin diğer düşünceleri, bölgeye ilişkin yazılar yazan Hıristiyan ve Yahudi akademisyenler tarafından kabul edilmedi. Bunların arasında Bernard Lewis’ın da dahil olduğu grup, Avrupa sömürgeciliğin Doğu’da yarattığını söylediği etkinin abartılmış olduğunu söylediler. Hillel Halkin, Said’i, “Batı’daki Arap araştırmaları geleneğinin bütüne yöneltilmiş kaba ve siyasi bir saldırı”da bulunmakla suçladı. Bir de bunlara, 2000 yılında Lübnan’a giden yazarın İsrailli askere taş atması eklendi. Bu hareketi sadece Batı basını değil, “ılımlı” denilen Arap gazetecileri de kızdırdı, “Arapların saldırgan insanlar olmadıklarını isbat etmek için onca uğraş veren bir akademisyenin bunu yapmaması lâzımdı” şeklinde yazılar çıktı. Gördüğüm o’dur ki, Said’i eleştiren akademisyenler, “’Doğulu olmanın’ bitmez tükenmez ‘reformlar’ın saldırısına maruz kalmak, hükümsüzleştirilmeyi göze almak demek” olduğunu anlamak istemiyorlar. “Aydınlanma’nın kibiri” diye bir olgu olduğunun bilincinde değiller. Tek kelime ile ifade etmek durumunda kalsam, “hükümsüzleştirmek” olarak tanımlayacağım, “Aydınlanma’nın kibiri”ni görmüyorlar. İnsanları, yaşananları, idealleri, bilgi birikimini, inançları hükümsüzleştirmek, hiç olmamışlar gibi yapmak; teknolojik üstünlüğün revaç verdiği çok bilmişlik, kabalık, yüzeysellik, hafifmeşreplik. Kısacası, Filistin’in karşısındaki İsrail. Ve şimdi, Irak’ın karşısındaki ABD. Said’in attığı o taşın, Filistin’in sorununda ahlâki sorumluluklarını üstlenmeyen entelektüellere atılan bir taş olduğunu biliyorum. “Liberal entelektüellerin hemen her zaman yaptıkları gibi, her iki tarafın da doğruları ve yanlışları olduğunu ileri sürmek ya da her durumun kendine özgü koşulları olduğunu söylemek, meseleyi sümen altı etmek demektir,” demişti, “Çünkü, Filistin-İsrail meselesinin temelinde asimetri vardır. Toprakları işgal edilmiş, savunmasız bir halkın karşısında, dev bir yüksek-teknoloji ordusu. İsraillilerin Filistinlilere verdikleri zararla karşılaştırıldığında, Filistinlilerin İsraillilere verdiği zarar marjinaldir.” Öte yandan, Said’in incelemelerinde Türkiye ve Türkler yoktur. Afganlılar, İranlılar vardır ama Oriyantalizm’in belki de en mağdur edilmiş muhatapları, Türkler, yoktur! Bunu müteveffa düşünürün Türkçe bilmediği için bizden uzak durmuş olmasıyla açıklayabiliriz belki. Ama bence esas olan, Edward Said’in eserlerinin kendi kendisine karşı ‘Oriyantalist’ bir bakış geliştirmiş olan yerleşik eski solcu/yeni liberal Türk enteljensiyasını delememiş olmasıdır. Rahmetli Cemil Meriç’in, “Bu kitabı biz yazmalıydık!” demesi vardır. “Oriyantalizm” isimli kitabın “Sömürgeciliğin Keşif Kolu” şeklindeki üst başlığını koyan da Cemil Meriç’tir. İktidarım olsa, liselere zorunlu ders kitabı olarak yerleştireceğim Oriyantalizm ve Kültürel Emperyalizm, “bilgi”nin nasıl “yaratıldığı”nı, nasıl “manipule edilebildiğini” gözler önüne sermesi bakımından bir dehanın eseridir. Neticeyi kelâm, dünya, eşsiz bir entektüelini kaybetti. Hocaydı. Tek umudum, geride, kendisini anlayan, erdemlerine sahip çıkabilecek bir iki öğrenci bırakmış olması ihtimali. Mekânı cennet olsun.

 

Seo4Smf 2.0 © SmfMod.Com | Smf Destek